Şizofreni önlenebilir mi?

Şimdi diyeceksiniz ki “Şizofreniyi önlemek de nereden çıktı?” Gündem dolu. Hem de ne dolu! Zizek taht oyunları üzerine atıp tutmuş, valilik “dersimiz Dersim’i durdurmak” demiş, küçücük yavrular en yorgun uykularına minibüs köşelerinde dalmış, Avrupa sağa kayarken sol ancak “aman ha!” diyebilmiş falan. Ama gündeminize şizofreni de girsin. Çünkü…

Çünkü iki gün önce Dünya Şizofreni Günü’ydü. Haberiniz olmamış olabilir ama Türkiye Psikiyatri Derneği küçük bir etkinlikle gündeme getirmeye çalıştı şizofreniyi.

Belki bilenleriniz vardır, Ankara’da şizofreni hastaları tarafından işletilen bir kooperatif işletme var: Mavi At Kafe. 10 yıldır ayakta ve bir ay sonra uluslararası bir kongre ile ilk on yılını kutlayacağız. Uluslararası Toplum ve Şizofreni Kongresi ile. İşte bu ortaklaşa yürütülen kafede Türkiye Psikiyatri Derneği Dünya Şizofreni Günü vesilesiyle bir etkinlik düzenledi 24 Mayıs’ta ve “Şizofreni Hakkında Söylenceler ve Gerçekler” konuşuldu. Prof. Dr. Meram Can Saka ve Doç. Dr. Haldun Soygür’ün katılımıyla.

Şizofreni zor bir hastalık, zor bir durum. Çoğunlukla. Birçok anlamıyla zor. Bana soracak olursanız şizofreni insanlık durumumuzun bir yansıması, biyolojik evrimin bir parçası. Ama bir yandan da “sıradışı” bir hastalık: sıradışı kalmaması için uğraştığımız, kafa yorduğumuz bir hastalık. Hatta “hastalık” derken bile zorlandığımız bir “durum” şizofreni.

Öte yandan tam da Türkiye Psikiyatri Derneği’nin işaret ettiği gibi mitlerle dolu bir durum şizofreni. Söylenceler, fanteziler almış başını yürümüş. Bu nedenle gündeme geldikçe hakkında iki söz etmeyi görev biliyorum. Efsaneleri, söylenceleri dinleyip mümkünse “gerçekte” neler olup bittiğini anlatmaya çalışıyorum. Mümkünse…

İşte 24 Mayıs, Dünya Şizofreni Günü’ydü.

Böyle, her hastalığa ayrı bir gün ayrılmasının tuhaflığını ve “görev savıcılığını” biliyorum. Hatta kapitalist bir mantığa da bağlayabiliriz bu “gün icatçılığı”nı. Ama buna rağmen, bu bilmeye rağmen, şizofreni hakkında konuşma fırsatlarını denk geldikçe değerlendirmek istiyorum.

Çünkü…

Çünkü bana soracak olursanız kapitalizm şizofreni için yapabileceklerinin sınırına dayandı. Daha ötesini vaat edemiyor. İlaçsa ilaç  -ki en çok bu alana yatırım yapıyor kapitalizm- ama daha ötesi artık yok. Son 40 yıldır yeni bir moleküler mekanizma öneremiyor kapitalizm. Araştırmalar yapılıyor, bazı önemli gelişmeler de oluyor ama ilaç firmaları şizofreni için ilaç geliştirmeyi 10 yıl kadar önce bıraktı. Artı pek ilgilenmiyorlar. “Start-up” denilen firmalar ilgileniyor bu konuyla. O da tuttururlarsa voliyi vurmak için… O kadar!

Kapitalizm yeni “tedavi” geliştiremiyor, çünkü şizofreni Homo Sapiens beyninin evrimsel gelişiminin bir sonucu. Bana soracak olursanız şizofreni için gündemde toplumsal devrimden başka bir şey yok. Önlemek, tedavi etmek, iyileştirmek, iyileşmek hepsi bununla ilgili. Hepsi buna, toplumsal yaşantımızdaki köklü değişime işaret ediyor.

İzin verirseniz biraz açayım bu durumu.

Gerçi bazı arkadaşlar, özellikle psikolog olanlar “şizofreni bir beyin hastalığıdır” denilince kızıyorlar ama şizofreninin ilişkili olduğu tek bir organ var: o da beyin. Hatta o beyin de Homo sapiens beyni. Yani diğer primatlarda, memelilerde “şizofreni” görülmüyor. Bir kedi şizofreni olmaz. Bir şempanze şizofreni olmaz. Benzer bir tablo geliştirebilir, ama sadece “benzer”, o kadar…

Bu nedenle şizofreni sadece Homo Sapiens beynine özgü bir durumdur diyebiliriz. İngiliz psikiyatrist Timothy Crow yaklaşık 30 yıl önce işaret etmiş bu duruma ve demiş ki: Acaba şizofreni Homo Sapiens’in dil için ödediği bir bedel mi?

Bedelden kastettiği, evrimsel bir bedel. Yani şizofreni, Homo Sapiens’in hatta insansı türlerin konuşmasının, düşünmesinin, kendisini dış gerçeklikten ayrı bir canlı olarak düşünebilmesinin ve bu düşüncesinin üstüne düşünebilmesinin bir bedeli! Yani biri varsa, yani düşünmek varsa, ben ve öteki varsa, sosyallik varsa şizofreni de var. Diyalektik bir sonuç gibi. Şizofreni Homo Sapiens beyninin evriminin ayrılmaz bir parçası, sonucu.

Hâl böyle olunca şizofreni çok “sosyal” bir durum oluyor ki kimi dolaylı göstergeler de bu “sosyalliğe” işaret ediyor: Şizofreninin olmaması için ya sosyallik olmayacak ya da varolan sosyallik aşılacak!

Crow’un işaret ettiği geniş tarihselliği az önce vurguladım: Şizofreni insan türünün evriminin bir parçası. Öte yandan şizofreni çok dinamik bir hastalık. Toplumsal dokuya, sosyalliğe göre değişim gösteriyor. Sert ve zorlu toplumsallıklarda artıyor, huzurlu ve destekleyici toplumsallıklarda azalıyor. Keşke şöyle bir çalışma yapılabilmiş olsa: On yıllar içinde sadece şizofreni yaygınlığını değil aynı zamanda şizofreni belirti özelliklerini de değerlendirebilen, karşılaştırabilen bir çalışma olsa!

Ama yok! Çok dolaylı gözlemler var. Mesela günümüzde artık çok uzun hastane yatışları gerekmeyebiliyor: Yeni “ilaçlar” ve kapitalist Türkiye’nin “zenginleşmesi” hastalığın biçimini değiştirdi. Artık “hareket bozuklukları” ya da katatonik olarak tanımlanan belirtiler de daha az görülüyor. Ama bunu ölçmenin bir yolu ne yazık ki yok! Böylesine uzunlamasına araştırmalar yapmak hem zor hem de pek mümkün değil! Kapitalist bilim buralara bakmıyor. Hâlbuki esas mesele burada: Evrimsel gelişimimizde, değişimimizde.

Ben bu değişimin güncel görünümüne, kendi adıma, “üretici güçlerin gelişmesinin dolaylı yansıması” diyorum. Bazı meslektaşlarımın burun kıvıracağını biliyorum ama şizofreni toplumun aynası gibidir. Burun kıvırmakta kısmen haklılar da. Bazen çok “genetik” yanı oluyor şizofreninin. Ama bazen.

Öte yandan topluma göre değişen bir yanı da var şizofreninin. Çünkü bir toplumda ne oluyorsa şizofrenide de o olur diyebilirim. Mesela 15 Temmuz darbesi mi oldu, hastalarımız hemen ardından darbeyle ilgili sanrılar geliştirir. Ya da telefonlar mı dinleniyor, hastalarımız da dinlenme ile ilgili sanrılar, yani düşünceler, algılar geliştirir. Şizofreni toplumsal doku ile bu kadar yakından ilişkilidir. An ve an. Güncelin içinde devinen tarihsel, evrimsel bir hastalık-durumdur şizofreni.

O zaman…

O zaman şizofreniyi önlemek için yeni, farklı bir toplumsal doku gerekiyor. Evet, genetiği, nörobiyolojiyi bir kenara atmıyorum. Evet, hastalığın zorluklarını unutmuyorum. Ama görünen o ki bir tek hastalık durumunun değil, bir tek genetik yatkınlığın değil, tüm toplumsal dokunun, hepimizin içinde yaşadığı toplumsallığın kökten değişmesi gerekiyor.

Ne için?

Şizofreninin de önlenmesi için.

Hepsi bu.