Siyasette psikoloji devri geride kalırken

Sanırım böyle bir dönemi geride bırakmakta olduğumuzu söyleyebiliriz. Yani liderlerin söylediklerinin, yaptıklarının, düşünce ve davranışlarının belirleyici olduğu bir dönemden. Bu öyle bir dönemdi ki sanki siyaset dâhil tüm sosyal ilişkiler liderin çıkışlarına ve de inişlerine daralmıştı. Ve bu daralma da öyle bir hava yaratmıştı ki en sıradan insan bile zihninde o liderle yaşar hale gelmişti.

Sanki sürekli “o” hakkında konuşulan küçük bir mahallenin içindeydik: nasıl yürüdüğü, ötekilere gününü nasıl gösterdiği ya da gözlerimizin içine baka baka nasıl da yalan söylediği! Sanki bu lider bir yakınımız, bir ahbabımız ya da hasmımızdı da hepimiz bir üçüncü tekil şahıs havasında takılıp kalmıştık. Herkesi konuşturan, herkesi olumlu ya da olumsuz bir özdeşim kurmak zorunda bırakan bir şahıs havasında. Kimileri bu tutulma haline bir zamir bile buldu: dördüncü tekil şahıs.

Bu dönemin teorisyenleri de vardı, her şeyi psikolojinin, psikanalizin diliyle açıklayan teorisyenleri. Vamık Volkan’dan Slavoj Zizek’e uzanan bir toplamdı bu. Kimisi liderlere, toplumsal travmaya ve grup psikolojisine değiniyordu, kimisi ise post-Sovyetik dünyaya Lacan ile seslenmeye çalışıyordu.

Şimdi, sanki hepsi yavaş yavaş geride kalıyor. Siyaseti psikoloji ile açıklama devri sanki bitiyor. Tabii ki siyasette psikoloji tamamen geride kalmaz, kalamaz. Ama olaylar olayları kovalıyor ve herkes nefesini tutmuş, “bu kadarı da olmaz” gözüyle bakılan şeylerin olmasını, tümgüçlü liderlerin çaresizleşmesini izliyor.

Dünya on yıl öncesine göre başka bir yöne gidiyor: Zaten gitmekte olduğu ama geniş yığınların siyaset ve örgütsüzlük hovardalığı yapabildiği günlerde tam zıttı yöne gidiyor havası yaratabildiği yöne.

İşte bu hovardalık günlerinde bu tümgüçlü, narsisistik liderler eğlenceli bile olabiliyordu. Yani mıymıntı ya da kaçıngan liderlerin yerine herkesle dalaşan, herkese ve her şeye dair bir sözü olan bu liderler “tabuları yıkan kişi” görüntüsü bile verebiliyordu. Tüm dünya kendi etraflarında dönüyor sanıyorlardı ama bir yandan da dünya hakikaten etraflarında dönüyordu. Her şeye ve herkese gücü yeten, kodu mu oturtan, düştüğü yerden bir avuç altınla kalkan “adamlar” zamanıydı bunlar. Bir türlü sırtları yere gelmiyordu.

Şimdi sanki bu dönem geride kalıyor ama bir yandan da bir türlü gitmiyor bu liderler. Bakmayın siz, karşıtları cephesinin çok sesliliğine. Örneğin Trump’ın kendisi gitse belli programı kalacak. Hem de her alanda. Ortalık Trump karşıtı olan Trumplarla dolu. Tamam, karşıtlarında vitrin farklı. Ama o kadar. Öte yandan Brezilya’ya, Avrupa’ya da bakın. Dünya’nın batısı, doğusu, kuzeyi ve de güney’i Trumplarla dolu. Bir Trump gitse bin Trump gelecek. Belli.

Tam da bu nedenle örneğin yaklaşan ve çok önemsenen Amerikan ara seçimlerini Trump’ın kazanacağını ve Arabistan’dan New York’a kadar yedi düvelde harekete geçen Trump karşıtı koalisyonun sarsılacağını öngörebiliriz. Çünkü mekanizma böyle. Washington’dan Moskova’ya, Ankara’dan Sao Paulo’ya da aynı makine işliyor. X kişisinden ve onun temsil ettiği siyasi çizgiden kurtulmak istiyorsunuz ama o lideri üreten makine ile bir sorununuz olmuyor! O lideri üreten bir düzen ile barışık her karşıtlık o lidere yarıyor.

Ve “muhalefet” denen toplam burayı görmemekte ısrar ediyor, Washington’dan Moskova’ya, Ankara’dan Sao Paulo’ya kadar. Bilerek ve de isteyerek. “Düzen değişmez ama yüklenelim, çünkü Trump değişebilir” düşüncesinin farklı versiyonları her coğrafyada bulunuyor. Ancak sonuç öyle olmuyor işte.

Hem de herkes daha sert ve daha açık oynamak zorunda kalıyor artık. Örneğin Obama simgelerin adamıydı: Beysbol sopasıyla poz vererek anlatırdı derdini. İşte psikolojiye alan açan da simgelerle yürüyen bu dönemdi. Şimdilerde ise sopa simgesi yetmiyor, doğrudan inmesi gerekiyor. Ve iniyor da: Gerçeğin fazla kaldığı cinayetlerle, bombalı paketlerle, tuhaf işlerle. 

Başka türlü olamaz. Olamaz çünkü belki görmüşsünüzdür, dünyanın zenginleri geçen yıl servetlerini tarihte hiç olmadığı kadar arttırdılar: %25 kadarcık. Servet dedikleri öyle güzellikle, tatlılıkla, demokrasiyle falan büyümüyor. Büyümesi için yağma ve talan iklimi gerekiyor. Gerçeğin fazla kaldığı cinayetler, bombalı paketler, göçler, savaşlar falan gerekiyor.

İşte geçtiğimiz on yıllara damgasını vuran söylem analizlerinin, psikanalitik çözümlemelerin yavaş yavaş geride kalmasının nedeni de burada. Olup bitenler fazla çıplak, fazla gerçek. Daha doğrusu gerçek, kendisini oluşturan öznelerden birisinin eksikliğini daha fazla belli eder hale geldi. Aracılara da pek gerek kalmadı.