Sası bir yılın ardından mutlu yıllar!

Gerçi insanın yeni yılı kutlayası gelmiyor ama madem 18’den 19’a geçiyoruz en azından geride kalanı nasıl hatırlayacağımızı düşünebiliriz. Hatta “Hatırlayacak mıyız?” diye de sorabiliriz. Çünkü serbest çağrışımla düşünürken 2018 için aklıma “sası” kelimesi geliyor: Tatsız, renksiz, ruhsuz anlamında. Öyle bir yıldı sanki 2018. “Hatırlayacak mıyız!” sorusu oradan geliyor.

Hâlbuki bazı çok önemli yıldönümleri vardı geride bıraktığımız şu yılda. Mesela Mayıs 68’in 50. yılıydı 2018. Tüm o şamatalı tarihe rağmen ne kadar da sönük geçti anmalar, kutlamalar. Sanki tedavülden kalkmış bir 68 vardı 2018’de. Tüm o laforizmalardan geriye kala kala Macron kaldı ya!

Ve Mayıs 68 ile bağlantılı bir diğer yıldönümü de psikiyatri tarihindeydi: 2018, Avrupa’da akıl hastanelerinin kapatılmasını simgeleyen ya da başlatan Basaglia Yasası’nın 40. yılıydı. Başını psikiyatrist Franco Basaglia’nın çektiği bir hareket, on yıla varan mücadelenin sonunda, İtalya’da çıkan yasa ile akıl hastanelerinin kapatılmasını ve kronik psikiyatri hastalarının toplum içinde, yaşamdan kopmadan tedavi olmasını sağlamıştı. Tüm bu yasa serüveninin arkasında ise eklektik yapısıyla İtalyan solu vardı. İçinde demokratından Maoistine, katoliğinden İtalyan Komünist Partisi’ne herkesin yer aldığı bir hikâyedir Basaglia Yasası. On yıllar sonra sonu birçok hizmet kaleminin özelleştirilmesiyle biten demokratik bir hikâye!

Mayıs 68 ve Basaglia tarihin salınımı içinde bir kutbu simgeliyorsa tam karşısında da bir başka kutup vardı. İzleri Marx’ın hayatına kadar sürülebilen bir kutup. İşte bu kutbu 2018’de 100 yılını geride bırakan Yunanistan Komünist Partisi tarihinde de bulmak mümkün. Militan ve inanmış bir partinin, bir çizginin 100 yılı geride kaldı. KKE’nin mücadele tarihinde uzlaşı, çok renklilik, işbirliği karşısında sabır, ısrar ve netlik arayışını bulabiliyorsunuz. Sası olmayan bir şeyleri. Tıpkı Marx’ın hayatı gibi.

2018’de Marx’ın 200. yaşını geride bıraktık. Birçok kutlama yapıldı bu özel yaş için. Ama iki tanesini yeniden hatırlatmak isterim: Wilhelm Liebknecht’in “Karl Marx: Biyografik Anılar” kitabının yayımlanmasını ve Madde, Diyalektik ve Toplum dergisinde hazırladığımız Karl Marx dosyasını.

Liebknecht’in anıları mutlaka okunmalı ve bir yılbaşı hediyesi gerekiyorsa da mutlaka en başa yazılmalı derim. Neredeyse 200 yıl geride kalan bir hayatın içinden anekdotlar, hatıralar okumak için değil. Tam tersine, 2018’i anlamak için.

Yazılama Yayınevi’nin ve çeviriyi üstlenen Alper Birdal’ın emeklerine sağlık. İnsan, “Bu kitaba neden daha önce denk gelmedim ki?” diye sormadan edemiyor. Kitap derinden ve içten bir insani yalınlıkla anlatıyor Marx’ı. Siyasi ve düşünsel mücadelesini, kitleler konusundaki mesafesini, kestirimcilikten, ütopik, kuru gürültüden uzaklığını ve ısrarlı arayışını anlatıyor.

Birçok yerin altını çizdim kitapta. Mesela “Devrimler el çabukluğuyla yapılamıyor. Yalnızca siyasette duygusal gösterilere, mucizelere bel bağlayan taşralı inancı tarafından devrim diye adlandırılıyor.” Ya da “[Marx’a] göre kitleler, düşünceleri ve duyguları egemen sınıf tarafından belirlenen beyinsiz bir kalabalıktı. Ve sosyalizm manevi [bilişsel] olarak kitlelerin iliklerine işlemediği sürece kalabalıklar, herhangi bir partiyle bağı olmayan insanlara veya sosyalizm karşıtlarına alkış tutabilirdi.”

Kitabın, geçen yıl gösterilen Genç Karl Marx filmi ile de güzel bir çift oluşturduğunu söylemeliyim. Her ikisi de aynı yerden bakıyor Marx’a. Daha doğrusu ve sosyalizm mücadelesine Marx’ın baktığı yeri bize ulaştırabiliyorlar.

Liebknecht’in anıları neredeyse 150 yıl öncesinden. Zaten çok önemli dönemeçlerde yan yanalar. Filmin yönetmeni Raoul Reck ise günümüz Avrupası’ndan. Gerçi Haitili ve bir dönem Haiti Kültür Bakanlığı da yapmış. Ama bu bol ödüllü yönetmenin Fransız yapımı bir filmde Marx’ın düşüncelerinin gelişimini bulandırmadan verebilmesine çok şaşırdığımı belirtmeliyim. Hani neredeyse Togliatti’nin “Bilimsel Sosyalimin Doğuşu” kitabı gibiydi film.

Bence hem Liebknecht’in anılarında hem de filmde görünen kişiler, değinilen tartışmalar ve altı çizilen ilişkiler günümüze, 2018 Türkiye’sine, dünyasına anlam vermek açısından çok çarpıcıydı. Pek bir sosyalist Proudhon’un etrafındaki “adamlarla” saraylı hali; Marx’ın yeniden ve de yeniden karşısına çıkan şair, hatip, aksiyon adamı Weitling; kitlelerin büyülenmesi ve duygu seli, histeri içinde boğulup gitmesi. Hepsini günümüzde yeniden ve de yeniden bulmak gerçekten ilginç! Tarih sanırım gerçekten tekerrürden ibaret!

Tüm bunlar aslında Marx’ın ne kadar da az bilindiğini yeniden ve de yeniden hatırlatıyor insana. Sanırım Marx şu dünyada en çok çekiştirilen insanlardan. Her şeyiyle çekiştiriliyor. Bir tek düşünceleriyle değil. Örneğin Engels’le olan dostluğu, yoldaşlığı da çekiştirilmiyor mu? Hatta bir şablon gibi değil mi bu “iki adam” arasındaki dostluk, arkadaşlık ve mücadele yoldaşlığı: “Marx ölünce Engels Marksizmi saptırdı” cümlesini alın ve “Che gidince Castro kendi kafasına göre takıldı” cümlesine çevirin! Bir de tabii ki bunun Bolşevik versiyonu var: “Lenin ölünce meydan Stalin’e kaldı” diye!

Böylesi bir kalıp bu. Bin kere anlatılsa da değişmeyecek büyülü bir düşünce. İlginç gelebilir ama anılarını Engels’in ölümünden hemen sonra yazan Liebknecht bile o dönemde bu büyülü düşünceden yakınıyor. Sanki o zamanlardan bu yana hep varmış Marx’ı çekiştirmek. Ne garip!

Ve 2018’de Marx için bizim yaptığımız mütevazı kutlama: Madde, Diyalektik ve Toplum dergisinde Marx’ın 200. yaşı için hazırlanan dosya. Derginin ikinci sayısında yer alan dosyada Marx’ın doktora tezi üzerine önemli bir inceleme de yer alıyordu. Liebknecht’in anılarından öğreniyoruz ki Marx’ın “akademisyen” olma hayalleri günümüze çok benzeyen bir atmosferle, Prusya gericiliğinin üniversiteleri boşaltması ile çok erken tarihte bitiyor.

Bazen gericilik insanlığa faydalı da olabiliyor demek ki! Çünkü günümüzün akademik Marksizm’ini düşününce insanın “Çok yaşa Prusya gericiliği; Marx iyi ki akademisyen olmamış!” diyesi geliyor. Derginin dördüncü sayısında ise Marx’ın Matematik El Yazmaları üzerine kapsamlı bir makale olduğunu da belirteyim.

Ve yine Liebknecht’ten bir alıntıyla bitirelim: “Sahte ve bayağı olan her şeye olduğu gibi, yapay büyüklüğe, yeteneksizlik ver kabalıkla şişirilmiş yapay şöhrete muazzam bir nefretle yaklaşırdı… O, her zaman, gözlerini dosdoğru ileriye, şanlı hedefine dikerek kendi yolunda yürümüştür.”

Tatsız, renksiz, ruhsuz yıllarda bile kendi yolunuzda yürüyeceğiniz güzel günleriniz olması dileğiyle. Mutlu yıllar.