Nefes nefese açıkta kalanlar

Bu yazı, açıkta kalanlara dairdir. Kendisini, ülkesini tehdit altında hissedip içi içini yiyenlere dairdir. Hani barıştan yana olup ama nasıl olacağını bilemeyip izlediği görüntüler sonrasında “Böyle de olmaz ki!” diyenlere dairdir.

Bu yazı birçok gurursuzluğa göz yumup şimdi gururunun ayaklar altına alındığını düşünenlere dairdir. Bu yazı Nefes filmine muhtaç olanlara ve gişe rekoruna koşturduğu filmin çıkışında, kendisinin ya da bir yakınının karikatür halini izledikten sonra bile “-mış gibi” yapanlara dairdir. Bu yazı ilkel yanına seslenilmesinden memnun olanlara dairdir.

Bu yazı 25 yıllık savaşta ölülerinin arkasından doğru düzgün bir türkü bile yakamamış olanlara dairdir.

Mutlaka bir kategoriye sokmak gerekiyorsa eğer, onlar örneğin “faşist” değillerdir. Hatta uzaktan, yakından alakaları yoktur bu tür kategorilerle. Mazlumdan yanadır onlar. Çünkü bizzat en mazlum ve en mağdur halkın evlatlarıdır onlar. Mazlumluğu bildikleri için örneğin dünya kupasında Afrika takımlarını destekleyenlerdir onlar. Ama maçı İngiltere, Almanya kazanınca da “Teknik de var, para da var adamlarda tabii ki!” diyenlerdir. Diğer yandan “Bize Ermenileri katlettiniz diyorlar ama kendileri Kızılderililerin kökünü kazımışlar!” diyenlerdir.

Köken aramaya çok meraklı değillerdir. “Kaç kuşak gelmiş geçmiş buralardan kim kime karışmış bilinmez ama Türküzdür herhalde.” diyenlerdir onlar. Ama hainlerin kökünün mutlaka ve mutlaka dışarıda olduğunu söyleyenler yine onlardır. Ve onlar, dışarıda bir kök görmeyi büyük bir icat sayanlardır. Her şeyi o kökle açıklarlar ve rahat ederler.

Bu yazı, bu aralar kendisini açıkta bırakılmış hissedenlere dairdir.

Onlar, olağan zamanlarda “Bu iş böyle gelmiş, böyle gider!” diyenlerdir. Dar zamanlarda ise “Oyunu kurallarına göre oynamak gerekir!” diyenlerdir. Kötü niyetli değillerdir. Art niyetli hiç değillerdir. Hatta gerçekçidir onlar. Bu nedenle maceracılığı pek sevmezler.

Sağlamcıdırlar. Bu nedenle şimdi derdine düştükleri ülkeyi Reagan, Bush, Clinton, Obama vb. övdüğünde kıllanmışlardır ama büyük başkanın ağzından övgü dolu sözler döküldükçe de gururlanmışlardır. O gün, o günler boyunca aferin almış çocuklar gibi sevinmişlerdir. Aferinin bedelini sümen altı yaparak. Bilip de bilmezden gelerek. Ama tedbirlidirler ve bu nedenle “Tamam, AB kötü olabilir ama İran gibi olmamak için mutlaka AB’ye kapağı atmalıyız!” diyenler yine onlardır.

Bu yazı ülkede olup bitenler hayra alamet değil diye içi sıkılanlara dairdir.

Ama bu yazı aslında, bir zamanlar klişelerle, şablonlarla mutlu olmuş gibi yapanlara dairdir. Örneğin onlar, geride kalan 25 yılda artık sadece "Mavi boncuk takışına, ölürüm Türkiye" diyen ve bir de "Biz burdayız gitmeyiz ülkemizi bekleriz karşı çıkan olursa an..." diye sözleri olan iki şarkı bulabilecek olanlardır. Ve yazıktır. Çünkü onlar “Ne uydurma şarkılar bunlar böyle?” bile dememişlerdir. Mavi boncuğun ona buna satıldığını unutmuş gibi yaparak belki de el çırpmıştır onlar. Düğünlerde, uğurlama konvoylarında, otogarlarda…

Onlar birçok ilçesinde, kasabasında, köyünde, mezarların bir köşesinde küçük bir alanda yatan ölülerine bile insanca ölmeyi çok görmüş olanlardır. Yas tutmamışlar ve tutturmamışlardır. Öyle bir hakkı bile çok görmüşlerdir kendilerine. Bu nedenle, örneğin 25 yılın içinde ölen insanlarının hikâyelerini abartmadan, uydurmadan, gerçeği yamultmadan, yani insanı insan olarak anlatan bir roman yazan bile çıkmamıştır aralarından. Ve ne yazık ki şimdi geleceğe devredilecek olan bir gaz filmidir. İnsansız, karaktersiz… Cansız, yaşamayan, nefessiz…

Bu yazı, dağa popçu kaldıran, küfürler dolu satırlar yazan köşe yazarlarına o köşeleri dar etmeyenlere dairdir. Çünkü A gazetesinde olduğunda A patronunun, B gazetesinde olduğunda B patronunun sesi olan bütün bu kalemler onların hizmetindedir şimdi. Yatıştırmak için en ilkel ihtiyaçlarına seslenir o kalemler. “Sen güçlüsün! Sen güçlüsün!” diye seslenen o kalemlerin yazdıklarını silemeyecek olanlardır onlar.

Ve bu yazı, kalemler “Güçlüsün sen!” dedikçe kendinden yerinmeyenlere dairdir.

Bu yazı, mazlumdan yana olsa da isyan edenden pek hoşlanmayanlara dairdir. Huzursuzluk çıkarıyorlar diye harçları protesto eden öğrencilere, işini kaybeden işçiye, fabrikaları sattırmamak için direnenlere, iş bulamayan öğretmene öfkelenenlere dairdir.

Bu yazı, Nefes filminin yüzbaşısının daha filmin başında kameranın ortasına bakarak “Uyursan ölürsün!” diye bağırdığı izleyicilere dairdir. O böğürtünün yalan olduğunu bilen ama yalan değilmiş gibi yapanlara dairdir. Çünkü onlar da uyudular ve ölmediler. Çünkü yeri geldi, bir yolunu buldular ve uydurdular. Duruma uydular. Çünkü sevdikleri öldü onların ve onlara bir şey olmadı. Çünkü uyudular ve işler tıkır tıkır işledi.

Şimdi bir yanları ayazda kalmış üşüyorlar.

İşte bu nedenle bu yazı, şu aralar açıkta kalanlara dairdir.