Limbik kapitalizmden dümbük kapitalizme geçişin sancıları!

Bence meseleyi Sovyetler’in çözülüşünden başlatmakta fayda var. Yani tüm bu geçiş sancılarını. Araya Körfez savaşlarını, İkiz Kuleleri, Afganistan işgalini, Çin’in devasa bir fabrikaya dönüşümünü ve Trumpgillerin iktidara gelişini yerleştirebiliriz. Salgın da bu sürecin şimdilik son halkası gibi. Koca bir tarihin parçası. Şok üstüne şok tarihinin!

Kapitalizmin orada, yani toplumları “şoke” eden olaylarda kalıp kalmayacağı ise nereye gideceğini bilen bir öznenin güç ve onay kazanıp kazanamamasına bağlı. Bu kadar yalın ve net.

Yoksa yaşanabileceklerin çapı çoktan açığa çıkmış durumda. “Şoklardan şok beğenin!” diyorlar. Daha ne desinler! Ama belli ki kapitalizm, 50 yıllık dönemini bu salgın şokuyla kapatıyor. Bir anlamda limbikten dümbüke geçerek...

Nedir limbik kapitalizm? Cevap bir beyin bölgesi ile ilgili: Limbik sistemle.

Bu bölgeye, insanı insan yapan bir beyin bölgesi de denebilir. Gerçi tüm memelilerde var ama insanda önemli ve farklı bu sistem. Oldukça hayati bir öneme sahip, evrimsel bir yanı var ve daha çok “canlılıkla, yaşıyor olmakla” ilgili. Yani bir tür “hayatta kalma” bölgesi. Canlılığın sınırı. Zaten limbik de “limbus” ile ilişkili. Yani kelime olarak sınırla, sınır olmayla ilişkili. İnsanın ve canlılığın sınırıyla.

Mesela ödül, haz orada. Doyum, başarı ve keyif de orada. Vaatler, hayaller, serüvenler de orada. Kırılmalar, vazgeçişler ve kabullenişler de...

İşte kapitalizm, hep bu bölgeye seslendi, hep bu bölgeyi aktive etti: “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler!” mesela tam da limbik bir seslenmedir. Hem de çok!

Kapitalizm haz, heyecan ve doyumu hep besledi, hep vaat etti. Ve vaat şunu da içerdi: “İstediğini yapacaksın ve sana bir şey olmayacak.” Özellikle Avrupa’da temel seslenme 70’lerden itibaren bu oldu. Kemiksiz bir kapitalizm! Şurup gibi tatlı.

Çeşitli delilikler mesela, bu sayede sevildi, sineye çekildi! Ve komünizm, bu rahatlık sayesinde “köhnemiş” bir düzen olarak görülebildi.

Düşünsenize bir tarafta, fantezi olarak bile olsa “sınırsızlık” var, öbür tarafta ise baskı, denetim ve beceriksizlik! Kapitalizm bu karşıtlık sayesinde limbik limbik yol aldı.

Sonra ne oldu?

Sonrasına geçiyoruz işte!

Sosyalizm gitti, hayatlar atomize oldu! Vaatler büyüdü, varılabilecek yerler küçüldü! Kimi eski dertler geride kaldı, yeni teknolojik gelişmeler oldu ve zenginlik, çok küçük, ama çok küçük bir azınlığın elinde toplandı. Öyle ki tüm hayatlar, neredeyse tek bir hayat için gözden çıkarılabilir hale geldi. Her şey hızlandıkça hızlandı.

Hız demek, kapitalizm demek. Hız demek, sermaye demek. Kapital! Başlama ederi. Kapitalin karşılığı da bu değil mi? Ser-maye: Başlama ederi.

Ama şimdi hız demek “salgın”’demek! Başlama ederi ise kaygı, ölüm ve hayatın sona ermesi demek: “Ne olacağım? Bana ne olacak? Hayatım nereye gidecek? Başarabilecek miyim? Hayatta kalabilecek miyim? Beni de bulur mu? Yırtabilecek miyim?” gibi, gibi.

Beyin anatomisinden girdik, oradan devam edelim.

Amigdala!

Kendisi sadece bir bilim-kurgu prensesi değil; aynı zamanda bir beyin bölgesi! Canlılığın sürekliliği için elzem bir bölge! Bir tür erken uyarı sistemi gibi.

Mesela yılanı gördüğümüzün farkına varmadan çok önce (ki bu “önce” milisaniyeden de kısa) devreye giriyor ve tüm sinirsel sistemi devreye sokuyor. Tabii ki etkin değil, ilkel bir biçimde. Yılanı görünce donup kalmak gibi mesela.

Şimdi de bu salgınla birlikte aktive olan amigdalalarımızdır. Kaygı, endişe ve korku günlerinin nörolojik karşılığı burası. Hayatta kalmaya odaklandık. Ama donup kalıyoruz. Top yekün!

Yunan tragedyalarının koroları gibiyiz: Gece yarısına doğru açıklanınca sayılar, yükseliyor ağzımızdan “Beni de bulur mu, bu yılanlar?” Yılan olmuş bir virüs! Ama biz halen Antik Yunan’dayız. Tüm o tarih boyunca geldiğimiz yer bir “gıdım”. Bir...

Hayatta kalacak mıyız?

Tabii ki. Böyle saçma soru mu olur?

Ölenler ölür ve hayat devam eder.

Ama böyle saçma soru da olur!

Limbik kapitalizm, komünizmi defnederken yaşamın daha gelişkin her formatını (buna nöronal olanlar da dahil) da defnetti. Defnettiğini düşündü, düşündürttü.

Yaşamın daha gelişkin nöronal formatı derken şunu kastediyorum: Limbik olana hapsolmayacak, hayatta kalmak için amigdalanın fazla fazla aktive olmasına gerek duymayacak. Sürekli haz aramayacak ama kaygıyı da sürekli yaşamayacak.

Bu mümkün müdür?

Mümkündür.

Hem de çok!

Ve bir adı da vardır. Sevseniz de sevmeseniz de!

Adı...