Kısa bir aradan sonra yeniden merhaba. Araya seçim psikolojisinden çıkış, kriz ve yaz rehaveti girdi. İlkini seçim döneminde yazmıştım. Sonuncusunu yaz ve rehavet bitince yazarım. Bu durumda, krizden ve krizin özgün bir görünümünden devam edebilirim sanırım: kriz, bilime nasıl yansıyor?
Krizi de bilimin kendisini de burada tartışmayacağım. Tabii ki bilim var, bilim var. Ama en kaba haliyle söyleyecek olursak bilim de eninde sonunda gelip paraya dayanıyor. Evet, bilmenin ve bilimin birçok kaynağı var ama modern bilim için son kertede para olmadan olmuyor.
Nasıl ki “kriz” denilen hâl, sadece ekonomik göstergelerle kendini belli etmiyorsa, iç siyasette, ülkeler arası siyasette, toplumsal olaylarda ve ideolojide sıradışı durumlar olarak ortaya çıkıyorsa, bilimde de benzer bir çok-hâllilik var.
Evet, bilimsel araştırmalara ayrılan fonlar kesiliyor, istihdam zorlaşıyor, paralar suyunu çekiyor. Bunlar var ve çok önemli. Ama kriz bir tek bilimin ekonomisinde kalmıyor; oralardan başlayıp kendisini bilim içi siyasette, kurumsal ilişkilerde ve insanlık hallerinde gösteriyor. Ve hiç beklenmedik, duyulmadık, görülmedik olaylar yaşanıyor. Kriz, bilimde de kendisini “Aaaa” ve “Ooooo” sesleri arasında sansasyonel olaylarla gösteriyor.
Elon Musk kısmı malum. Tıpkı hızla değer kaybeden ya da bir o yana bir bu yana salınan para birimleri gibi bilim ile Musk’ı bir arada düşünebilmek de düşüşe geçmiş durumda. Hatta arabası Mars yolunu yarılamadı ama Musk’ın girişimcilik maskesi ana roketten ayrılıp serbest düşüşe geçen yan roketler gibi çoktan geride kaldı. Ve Musk hızla spekülatörlüğe doğru yol alıyor. Bu öyle bir spekülasyon ki daha birkaç ay önce Mars’a arabasını gönderen özel sektör girişimcisinin kurtuluşu Suudi varlık fonuna geldi dayandı.
Ama herkes böyle düşünmüyor. Mesela günümüzün “en seçkin bilim cemaatleri” Musk’ta halen bir bilimci görüyor. İngiliz Kraliyet Bilim Cemiyeti (The Royal Society of London for the Improvement of Natural Knowledge) geçtiğimiz günlerde Musk’ı oldukça prestijli bir törende ağırladı. Tarihi 1600’lü yıllara dayanan ve kendisini “Dünya’nın bilimde mükemmelliği sağlamaya adamış en eski bağımsız bilim akademisi” olarak tanımlayan Cemiyet, Musk’a az da olsa “moral” verdi. Çünkü bu öyle bir tarih ki Newton’dan günümüze kadar kesintisiz uzanıyor, bağımsız bağımsız...
Cemiyet her yıl bir tür “onur listesi” açıklıyor. Bilime yapılan katkıları göz önünde bulundurularak seçilen isimler 350 yıllık bir deftere imza atıyorlar. Bu tarihi defterde imzası yer alan isimler arasında Charles Darwin, Alan Turing gibi isimler yer alıyor. Yani akademinin içinden ya da dışarıdan seçilen yeni isimler oldukça tarihsel bir listenin parçası haline geliyorlar. İşte Akademi Elon Musk’ı uzay, ulaşım ve enerji alanlarında yaptığı “devrimci” girişimleri için bu listeye layık gördü. Tam da işler sarpa sarmışken.
Listeye bu yıl eklenen isimlerden bir diğeri ise Demis Hassabis. Musk’a göre daha az bilinse de aslında oldukça dikkat çekici bir isim Hassabis. Çünkü kendisi go şampiyonlarını teker teker yenen yapay zekanın yaratıcısı, kurucusu ve sahibi. Üniversiteyi 20 yaşında bitirmiş ve hemen ardından da oyun yazılımcısı olmuş. Eski kariyerinde oldukça ses getiren dijital oyunlar var. Ama sonra oyun işinden sıkılmış ve nörobilim doktorasına başlamış. Özellikle de hafıza ve öğrenme ile ilgili araştırmalar yapmış. O dönemde yaptığı bazı yayınlar halen alanın en çok atıf alan makaleleri arasında yer alıyor.
Ama Hassabis akademide kalmamış. Doktora sürecinde beynin işleyişine dair öğrendiklerini hemen “devrimci” işlere yatırmak üzere bir yapay zeka şirketi kurmuş. Bu şirketi geçtiğimiz yıllarda Google satın aldı ve şirket şimdi en popüleri go yazılımı olmak üzere farklı yapay zeka “ürünleri” geliştirmekte. Hatta bunlardan bazıları kullanıma da girdi: Mesela İngiltere’de bir hastane retina hastalıklarını öngörebilecek bir yapay zeka sistemi kurdu.
Hassabis yaptığı “derin öğrenme” işi gibi dipten ve derinden giden bir isim. Kimileri kendisini 21. yüzyılı değiştirecek, hatta şimdiden değiştirmiş bir zeka olarak görüyor. Öyle mi olacak yoksa Muskgillerden bir girişimci mi olacak, göreceğiz. Ama kendisini izlemekte fayda var.
Sansasyonlara devam edelim. Günümüz biliminin prestijli ödüllerine ve kurumlarına evsahipliği yapan İsveç bu sansasyonlardan en çok payını alan ülkelerden: son beş yıldır ülkenin tüm bilim kurumları çeşitli sansasyonel olaylarla sarsıldı. Meşhur Karolinska Enstitüsü’nden Nobel komitesine kadar herkes etkilendi bu sansasyonlardan. Sansasyon derken milyonlarca Euro’nun ardında olup biten yarı-mafyöz ilişkilerden, araştırma sonuçlarının uydurulmasından, kurum çalışanlarına yönelik psikolojik ve cinsel tacizlerden, sümenaltı edilen soruşturmalardan bahsediyoruz. Yani epey bir sansasyondan bahsediyoruz.
İlk skandal prestijli Karolinska Enstitüsü’ne İtalyan bir cerrahın transfer edilmesiyle başladı. Beş yıl önce. Adını, yaptığı sentetik soluk borusu nakilleri ile duyuran Paolo Macchiarini’nin organ naklinde bir çığır açması ve Enstitü’ye (ve tabii ki transferi yapan yönetici ekibe) güncel bir popüler başarı sağlaması bekleniyordu. Plastik ile canlı doku uyum sağlayacaktı. Ama şaşaalı milyon kronluk transferden iki yıl sonra Macchiarini’nin yaptığı nakillerin sonuçlarını tahrif ettiği ve illegal ameliyatlar yürüttüğü ortaya çıktı. Hem de öyle soruşturma ile falan değil; devlet televizyonunda yayınlanan bir belgeselde.
Bunun üzerine kurum hızlıca bir soruşturma yürüttü ve cerrah ile yollarını apar topar ayırdı. Gelin görün ki skandalın boyutunun Enstitü’nün en tepesine kadar ulaştığı ortaya çıktı. Enstitü genel müdürü, araştırma sorumlusu dekan ve Nobel Tıp Komitesi başkanı istifa ettiler. Tüm bunlar 2012’den itibaren adım adım yaşandı ve geçtiğimiz günlerde ise Paolo Macchiarini’nin yayımladığı araştırma sonuçları da sahte bulunarak literatürden “silindi”.
Ve bilimle doğrudan ilgili değil belki ama Nobel Komitesi bu yıl, bir de taciz, keyfi kullanılan mali kaynaklar ve yetkiler skandalı ile uğraşmak zorunda kaldı. Komite üyelerini, yakınlarını da içeren skandal nedeniyle 1949 yılından bu yana her yıl verilen Nobel Edebiyat Ödülü bu yıl verilemedi. Komitenin neredeyse tüm üyeleri istifa etmek zorunda kaldı.
Taciz denince bir tek cinsel saldırılar söz konusu olmuyor bilim dünyasında da. Taciz, araştırma merkezi sahiplerinin ya da yetkililerinin daha alt pozisyonlardaki akademisyenlere, çalışanlara, doktora öğrencilerine uyguladığı psikolojik şiddeti, aşağılamayı ve baskıyı da içeriyor. Ki geçtiğimiz günlerde İngiltere’de bu tür uygulamalar nedeniyle ilk kez bir araştırma fonu iptal edildi.
Çok önemli bir kanser genetiği uzmanı olan Nazneen Rahman’a verilen 3,5 milyon pound (28 milyon TL) tutarındaki destek geri çekildi. Geri çekildi ancak bilim dünyasında ilk kez uygulanan bu sıradışı karar Batılı bilim camiasını yatıştırmaya yetmedi. Çünkü profesörün bu tür davranışları uzun yıllardır bilinmekle birlikte “başarıları” nedeniyle hep görmezden gelinmiş. Ve iptal edilen büyük ödül kendisine verildiğinde de itiraz edilmiş.
Son olarak ise birkaç gün önce Avrupa’nın en önemli araştırmasının, 2013 yılında büyük umutlarla yola çıkan İnsan Beyni Projesi’nin (Human Brain Project) başındaki isim ikinci kez değişmek zorunda kaldı. Proje, Obama tarafından başlatılan Beyin Girişimi isimli büyük bütçeli ABD projesine Avrupa’nın yanıtı gibiydi. Onlarca kurumun içinde yer aldığı ve bütçesi 1 milyar Euro’yu aşan (yaklaşık 10 milyar TL) proje daha ilk günlerden itibaren kötü yönetildiğine dair eleştiriler almaya başladı. Özellikle projenin başında bulunan ekibin şeffaf olmadığı ve bilimsel temeli olmayan keyfi kararlar verdiği sık sık dile getirildi. Hatta 800 nörobilimci 2014’te imza topladı.
Sonuçta projenin fikir babası olan nörobilimci Henry Markram gitti ve yerine gelen Christoph Ebell de bu hafta projeden ayrıldı. Proje şimdilik bulguları ve sonuçlarından ziyade yarattığı sansasyonlarla yoluna devam ediyor. Tüm bilim dünyası gibi...