Her yerde yas var!

“Dünyaya dair hüsran içindeyim!” Böyle bitiyor, Mevsim Yas. Son bir yıl içinde Kürt coğrafyasına dair okuduğum ikinci roman. İlki Yavuz Ekinci’nindi: Rüyası Bölünenler. Mevsim Yas ise ikincisi. Mehtap Ceyran’ın. Adı gibi bitimsiz ölümler, kayıplar, yasa benzemeyen yaslar içinde bir ilk kitap. İçten ve sıkı yazılmış. Yumruk gibi. Gelip böyle içinize oturuyor. Öyle kolayca da yakanızı bırakmıyor.

90'lar ve Batman. Her köşe başında bir kayıp. Her köşe başında vahim bir ölüm. Yağmur, soğuk, çamur ve Hizbullah. Kadın intiharları ve hayata benzemeyen hayatlar. Ya da hayat bazıları için, bazı coğrafyalar için, bazı evler ve bazı sokaklar için tam da böyle. İnsan düşünmeden edemiyor, tüm bunlara uzak olan bizler için hayat nasıl ki?

Vahameti göremediğimiz, görmezlikten geldiğimiz hayatlar değil mi bizimkisi! Koca bir aldanış. Görkemli ve zavallı.

Bazılarında, bazı hayatlarda, vahim olan apaçık, uluorta yaşanıyor. Mevsim Yas’ta olduğu gibi. Katıksız. Bazılarında ise vahamet kat kat pamuklara sarılmış, pudralanmış, huzurun içine gömülü, saten sabahlıklar içinde salınıyor. Haneke filmleri gibi. Vahim olan huzurun, rutinin, işleyişin içinde saklı. Görmek, duymak, hissetmek ve anlamak için başka bir şey gerekiyor.

Başka bir kafa. 

*

Garip bir sevinç vardı geçen hafta, Türk Tabipleri Birliği merkez yöneticileri adli kontrol şartıyla salındığı için. Sevindik. Sevindim. Ama bana soracak olursanız vahim bir sevinmeydi bizimkisi. "Buna da şükür" kavlinden. Olan biten fazla, yapıp ettiklerimiz ise eksikti. Yetersiz, kifayetsiz.

Sonra…

Sonra Elon Musk uzaya arabasını gönderdi. Tesadüf eseri canlı izledim. İnanılmazdı demeyeceğim. Gerçi ayılanı bayılanı çok oldu; en azından etkileyiciydi diyeyim. Ama bana soracak olursanız kitle temaşa istiyor, Elon da bunu iyi yapıyor. Amerika gibi... İnternette boy boy videolar dolanıyor, Elon Musk mucizesini anlatan. Amnezik kitle için birebir. Like tuşuna abanmalarını sağlayan mucizeler bunlar.

Kitle tarih bilgisi, varoluş bilinci falan değil, gaz istiyor, gaz. Damarlarında dolaşacak bir gaz. Çok okumuşu da az okumuşu da, herkes like tuşuna basılacak anlardan ibaret olsun istiyor hayatı. Öyle olunca Elon’a takayı uzaya göndermek kalıyor. Hani bir gece kulübünde bilmem kaç dolara Absolute açtırmak gibi. Ya da bileğine bilmem ne saatini geçirmek gibi. Parayı bastı ve gönderdi eski külüstürünü Mars’a.

Bize de bön bön bakmak kaldı.

Tarihe ve de ekrana.

*

Sputnik, Mir ve Laika. Sevdiğim isimler. Geçmişten. Geride kalanlardan.

Bugünleri ise sevmiyorum. Sevmekte çok zorlanıyorum günlerimizi.

Çirkinlik her yerde. Ve her çirkinliğin yanında da kaybolup gidenler, ihtimaller ve vahametler. Fark edilmeyen, fark edilmeyi de beklemeyen vahametler. Mevsim Yas’ta olduğu gibi.

Duymuşsunuzdur. Birçok insan söylüyor. “Homo sapiens’in homo sapiens olduğu şu bilmem kaç bin yıl içinde denk gele gele şu salak on yıllara denk geldik ya!” diye hayıflananları. Belki siz de en az bir kez söylemişsinizdir, aklınızdan geçirmişsinizdir. Günlerimizi sevmekte zorlananlar çoğunlukta.

İyi de dünya böyle miydi? Bu toplum, bu ülke böyle miydi? Tamam! Böyle olabileceğine dair çok emareler vardı, çok alametler vardı. Ama engellenebilirdi. Önüne geçilebilirdi.

Geçilmedi ve şimdi her yerde yas var.

*

Mevsim Yas’ın sonu gibi dünyaya dair hüsran içinde değilim. Ama bir arkadaşımın daha dün söylediği gibi, “Vasatın, çiğliğin prim yaptığı dönemlerde neyin daha değerli ve/veya anlamlı olduğunu hep zaman belirlemiyor mu?”. İnsanın çiğine, işlerin çürüğüne kalmış olsak da zamandan yana umut hep yok mu?

İnsanın azıcık başını kaldırıp bir bakması lazım. Azıcık.

Yüzyıllık sıkıntılar geliyor aklıma. Yüzyıllık aldanışlar, bönlükler ve hasretler.

En güzel kokulu çiçek, ancak çöplükte mi yetişirdi? Birisi bir zamanlar öyle bir şey mi demişti?

*

Kaldırın başınızı ve bakın etrafınıza. Mesela Konak Sineması’na bakın. Ayağa kalktığı zaman tüm bu coğrafyayı yerli yerine oturtabilecek insanlara bakın.

Evet, tam da çer çöpün içinden çıkana, çıkabilecek olana bakın.

Bakın ve aldanmayın. Bakın ve en başta kendinizi aldatmayın.  

Yoksa bunca yasın, vahametin ve çöpün sonunda fit olduğumuz ülke, “eh, buna da şükür” dediğimiz coğrafya demokrasi eblehliğiyle, ulus-millet kolaycılığıyla ve zengin hayranlığıyla malul olacaksa yazıklar olsun bize. Her şeyimize.