40 yıl sonraya da kalır sesin

Evet, kalır.

Nasıl mı? Kendi insanlarını arar, bulur, bir araya getirir, emek verir ve de kendi insanların için didinirsen. Ama öyle rastgele değil. Nereden gelip nerelere gittiğini bilerek. Nereye gitmek istediğini bilerek. 

Bakmayın siz, uzunca bir süredir her koyun kendi bacağından asılır edebiyatı çoğunlukta dünyada ve de ülkede. Akademide, bilim dünyasında ise malum, “etliye sütlüye karışmama” hali baskın. 

Hatta artık sanal âlem çağındayız; sallamak, üfürmek de sınırsız, sorumsuz, alabildiğine özgür. Akademi de hariç değil! Alıyorsunuz twitterdan mivittırdan üç-dört bin takipçi, başlıyorsunuz “ben nasıl milliyim, ispatlamadan şuradan, şuraya gitmem” diye böğürmeye. Ama şükür, dünya sadece vitrinden ve şovbizinistan ibaret değil. Tüm kuru gürültüye karşın bazı seslerin tınısı 40 yıl da geçse halen yankılanıyor.

Dün İzmir’de, Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde toplandık. 40 yıl önce hain bir saldırı sonucu aramızdan alınan bilim insanı Necdet Bulut’u anmak için. Sevenleri, mücadele arkadaşları, bilime emek verdiği mesai arkadaşları, O'nu yeni tanıyan genç kuşaktan bilim emekçileri ve bilimin aydınlık geleceğine inananlar olarak. Ankara’dan Ali Rıza Aydın, Bilim ve Aydınlanma Akademisi’nin davetini kırmadı ve Necdet Bulut’u, tanıdığı, bildiği yol arkadaşını anlattı. Yazılama Yayınevi’nin yayımladığı “Karanlığın Katlettiği Bilim İnsanı: Necdet Bulut” kitabının hazırlanış sürecini paylaştı. Sağolsun.

Ve soLHD ekibi de sağolsun. Yazılama Yayınevi’nin de katkılarıyla dünkü anma için özel bir video-söyleşi hazırladılar. Necdet Bulut’un 26 Kasım 1978’de, Trabzon’da uğradığı saldırı sırasında yanında olan ve saldırıdan yaralı kurtulan eşi Neşe Erdilek Bulut da bir video söyleşi ile katıldı İzmir’deki anmaya. Bu sayede, birinci ağızdan, en yakınından biliminsanı ve net bir sınıf perspektifine sahip Necdet Bulut’u dinledik.

Peki, kimdir Necdet Bulut? 

Bir öğretim üyesidir. Ortadoğu Teknik Üniversitesi öğretim üyesidir. Türkiye’de bilgisayar bilimleri alanında doktora yapan ilk kişidir. Türkiye Bilişim Derneği başkanıdır, Türkiye’nin ilk bilgi-işlem merkezi olan ODTÜ Bilgisayar Merkezi'nin yöneticisidir. Tüm Öğretim Üyeleri Derneği'nde genel yazmandır ve ODTÜ'nün 70lerde en yüksek akademik organı olan Üniversite Konseyi'nde yardımcı profesörlerin temsilci üyesidir.

Tüm bunlar vardır. Ama tüm bunlar aslında başka bir nedenle bağlantılı olarak vardır: Sosyalisttir. Türkiye İşçi Partisi üyesidir. 1977 genel seçimlerinde Türkiye İşçi Partisi listesinden İzmir milletvekili adayıdır. Kendi sözleriyle bilim insanının “hangi sınıfların çıkarına hizmet ettiği” sorusuna çoktan yanıt vermiş birisidir.

Saldırıya uğrayacağı Trabzon’a akademik bir görevle gider ama şimdilerde akademide çok ama çok yaygın olan “ben işime bakarım, gerisine de karışmam” diyenlerden hiç olmamıştır. 1978 yılında Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde Elektronik Hesap Bilimleri Enstitüsü Başkanı olarak görev yaparken de örgütlü mücadeleden geri durmaz. Köy köy, mahalle mahalle gezmekte ve de çalışmaktadır. 06 plakalı, kırmızı Reno arabasıyla hem bu genç üniversitenin işlerine koşmaktadır hem de o zor coğrafyanın derlenip toparlanmasına. 

Dün akşamki etkinlikte bir yoldaşının, bir dostunun söylediği gibi, tercihini çoktan yapmıştır. Hem de daha tüm “kariyerinin” en başında yapmıştır. Nasıl mı? IBM’de dahi örgütlenerek. 

Bugün mesela, üniversiteden yeni mezun bir mühendis ne yapar? Kafasında ya otuz tilki vardır ya da otuz itki. “Oraya mı gitsem, buraya mı gitsem?” soruları arasında geçer gider günleri. Necdet Bulut ise mezun olduktan sonra IBM’de çalışmaya başlar. 1963’te. Hem de ne çalışma! Uluslararası kapitalizmin tam da göbeğinde duran, duracak olan bu şirketin Türkiye’deki beş mühendisinden birisidir. “Şunu yaparsam müdür yaparlar, şuraya oynarsam hissedar yaparlar” demez. Başka bir şarkı söyler: IBM’de sendikal örgütlenme sürecini başlatır. TİPli beş yoldaşıyla. Ve…

Ve IBM kendi tarihinde ilk kez toplu sözleşmeye oturmak zorunda kalır. Kapitalizmin tam da merkezindeki bir şirket. Sermayeye karşı bir örgütlenmeyi tam da sermayenin merkezinde yapar Necdet Bulut. Tercihi net ve bellidir. Sermayenin kilit öneme sahip bir çalışanı, belki de parçası olabilecekken hayatı, dünyayı (farklı falan değil) olduğu gibi, gerçekliğiyle, işleyişiyle kavrar. 

O dönem dünya komünist hareketini, özellikle de Avrupa komünist ve sosyalist hareketini bambaşka yerlere savuracak olan “bilimsel teknolojik devrimin” tam da göbeğinde çalışırken işçi sınıfı sosyalizminde ısrar eder. Boşuna değil!

Düşünelim şimdi: Bugün liseden başlayarak dünyayla entegre olan ve kalburüstü zekâ sahibi bir genç (ki Necdet Bulut’un yurtdışına gidiş gelişleri daha lisede okurken, 1960ların başında başlamış) ne tercihlerde bulunur? Dünyada olan bitenleri takip eden, ülke ve dünyayla birlikte yaşayan bir insan mı olur? Yoksa… Yoksa aklı bin bir meseleyle kötürümleşmiş “Arkadaş, etliye sütlüye karışmayacaksın, evrensel olacaksın” ya da “kanser taraması için gidip tetkik yaptırdığında kanser saptanan aslında kanser değildir” diyenleri aval aval izleyen birisi mi? 

Diyeceksiniz ki 60larda tabii ki sosyalist olmak kolaydı. Öyle miysi? Necdet Bulut ve o dönem kalburüstü eğitim alan herkes dönemin ruhuyla da mücadele etmişler. Şimdi ise dönemin ruhuyla mücadele etmeyenler çoğunlukta. Şimdi kafa karışıklığı çoğunlukta.

Ve dün akşam bir başka özel an daha vardı etkinlikte: Necdet Bulut’un yeğeni de salondaydı. Konuşmalardan sonra söz aldı. Canlı, neşeli, 8 yaşındaki çocukla çocuk olmayı da bilen bir insanı anlattı bize. “Diz çöker, gözlerimin hizasına, benim boyuma iner ve öyle konuşurdu” dedi. İnsan olmak böyle bir şey. Necdet Bulut’un çok erken yaştan itibaren ailede sevilen ve takdir gören aklını, zihnini, içini anlattı. Mesela Amerika’dan yeğeni için getirdiği uzunçaları anlattı. İçinde Rachmaninof olan. Şöyle demiş yeğenine: “Güzel müziklerin olsun hayatın boyunca.” Ne güzel.

Hâlâ öyle güzel müzikleri arayan, bulan, derleyen insanların var Necdet Bulut. Keşke daha uzun yaşasaydın ama şarkılarımızı duyuyorsan, rahat uyu. 

40 yıl sonraya da kaldı sesin, sıcacık gülüşün.