Yine Ukrayna

Ukrayna’da yaşanan krize ilişkin NATO’dan yapılan açıklamaları nasıl okuyacağız? Önce NATO’nun niteliği üzerine bir saptama yapalım. İlk kuruluşundan itibaren NATO IMF, Dünya Bankası ve diğer Batılı finansal kuruluşların Soğuk Savaş döneminde öncelikle alan içi (Batı Avrupa ve Atlantik’in öteki yakası), 1990’lardan itibaren de genişleyen - alan dışı - kapitalizme eklemlenen bölgelerde, Batı sermayesinin çıkarlarını korumak ve sermaye sahiplerine yapacakları yatırımların güvence altında olduğunu göstermek üzere kurulmuştu. NATO’nun hangi sınıfların çıkarına hizmet ettiğini hatırda tutarak Ukrayna’daki krizde takındığı tutumu irdelemek anlamlı olur.

İkinci saptama ABD’nin izlediği stratejiye ilişkindir: ABD, bütün Batılı kurumları (IMF, DB, G8, AGIT, OECD, NATO) ve AB’yi, Rusya’ya karşı hareketlendirmeye çalışmaktadır. Bu doğrultuda ABD Dışişleri Bakanı Kerry’yi Kiev meydanına ve Paris’te toplanan BMGK daimi üyeleri Dışişleri Bakanları toplantısında Batı’nın ortak tutum takındığını görünür kılmak üzere Paris’e gönderip burada Rusya’yı Ukrayna’da oluşturulan Batı-destekli yeni hükümeti tanımaya zorladı. Rusya ise yeterince benimsemediği Yanukoviç’in meşru yönetimi temsil ettiğini, yeni Ukrayna hükümetinin meclis darbesi sonucu oluşturulduğunu ve bu nedenle onu tanımadığını savunmakta. ABD, ikinci adım olarak, yeni Ukrayna yönetimine IMF ve başka Batılı finansal kuruluşlardanborç alması konusunda yardım edeceğini söylemekte. Ayrıca Ukrayna’yı Rusya’ya olan enerji bağımlılığından çıkarmak üzere ABD petrolü ve gazını (hatırlayalım ABD kaya gazı üretimi ile enerji ihraç eden konuma geldi) satabileceği mesajını açık bir dille ifade etmektedir. Ukrayna’da oluşturulan yeni hükümet bütün bunların üzerine bedava mezar bulmuşcasına atlamaktadır. ABD’nin atabileceği bir başka adım şudur: 2009 yılında geri adım attığı Polonya’ya füze savunma radarları yerleştirme taktiksel girişimini yeniden gündeme getirmek isteyebilir. Bu doğrultuda Polonya’yı daha çok silahlandıramak isteyebilir (Venezüella’ya karşı Kolombiya’yı araçsal kullanma stratejisini burada Polonya üzerinden deneyebilir). Bunlara paralel ABD, Ukrayna’nın NATO üyesi olması için AB’yi zorlayabilir (bu arada Ukrayna parlamentoso NATO üyeliğinin gündeme alınması için girişimde bulunduğunu hatırlayalım), fakat unutmayalım ki, 2008 yılında ABD bunu denedi ve özellikle Almanya ve bazı AB üyeleri bunu desteklemediği için Bush yönetimi geri adım atmış ve 2009’da Obama yönetimi füze savunma radarını Polonya’ya yerleştirme stratejisinden geri adım atmıştı. Eski politikaya dönül olabilir mi? Aradaki fark şu: 2008’de Yanukoviç yönetimdeydi, şimdi Batı yanlısı bir hükümet var Ukrayna’da. ABD bu konuda hızlı adım atmak isteyebilir, fakat AB’nin bunu destekleyeceği şüphelidir. Orta vadede bu politikanın çalışması kolay değildir.

AB ise ABD ile birlikte hareket ettiği görüntüsü vermekle birlikte, ABD’nin Karadeniz bölgesine bodoslama girmek isteyişine temkinli bakmaktadır. AB’nin istediği, daha önce de yazdığım gibi, Ukrayna’yı “Entegre Avrupa İktisadi Alanı”, yani AB’nin çevresini AB’ye üye yapmaksızın, Serbest Ticaret Antlaşması ile bağlamaktır. Bunun ötesine geçen bir politikaya AB henüz hazır değildir, çünkü bunun ötesine geçen bir politikanın AB ile Rusya’yı karşı karşıya getireceği açıktır. AB’nin böylesi bir sürtüşmede kazançlı çıkacağı meçhuldür.

Rusya ise Ukrayna ile yaptığı ve 2042 yılına kadar geçerli olan donanma-üs antlaşmasını (Rus donanmasının Azak denizinde kalmaya devam etmesi antlaşması) tartışmalı hale getirecek bir duruma müsade etmek istememektedir. Rusya, Kırım’a yönelik izlediği taktiksel çıkışı ile AB’ye ve özellikle Almanya’ya “eğer daha ileri giderseniz büyük çaplı çatışmaya yol açarsınız ve bölgesel istikrar bozulur, bu da sermaye birikimi sürecinize zarar verir” türünden mesaj vermektedir. Rusya’nın bu taktiksel çıkışı Ukrayna’nın bölünmesine razı olurum anlamına gelmez. Rusya’nın minimalist bir tutum takınacağını varsaymak için bir gösterge mevcut değil. Ukrayna’nın doğusu Rus sermayesi ile entegre olmuş durumdadır, ayrıca uzay araştırmaları ve bunun için gerekli askeri teknolojinin üretildiği bir bölgeden Rusya’nın kolayca vazgeçeceğini varsaymak doğru bir analiz olmaz.

Gelinen noktada durum şudur: ABD ve Avrupa sermayesi Karadeniz bölgesinde bulunan bölgesel istikrarı bozacak girişimlerde bulunmaktadır. ABD maksimalist bir strateji izlerken, AB sınırlılıklarının farkında ve bölgesel çatışmanın yaratacağı yeni durumların daha karmaşık durumlara yol açacağı ve bu nedenle minimalist bir strateji ile yetinip, Ukrayna’nın ve Rusya’nın içinde bulunduğu müzakerelerle “Entegre Avrupa İktisadi Alanı” oluşturup, bunu perçinlemek istemektedir. Rusya ise ABD’nin doğrudan yönlendirici olmadığı bir müzakere stratejisine hayır demeyeceği izlenimi vermektedir. Karadeniz bölgesinde NATO’nun atacağı adım, göreceli de olsa Karadeniz bölgesinde bulunan bölgesel güvenliği provoke etmenin ötesinde bir sonuç vermez, bu da Türkiye’nin 1936’dan beri savunduğu Montrö sözleşmesini tehlikeye atmak anlamına gelir.