Yalnızlaşma, kuşatılma ve alternatif

AKP yönetiminin Irak, Suriye, Ukrayna, Kafkaslar, AB ve ABD politikalarının tıkandığını sağır sultan dahi duydu. Erdoğan-Davutoğlu yönetiminin izlediği dış politika bu yönetimi yalnızlaştırdı, şimdi ise Türkiye’nin kuşatılmasına yol açmaktadır.

İktidarın başarı hanesine yazılacak sonuç alıcı bir dış politika örneği bulunmadığını görmemek mümkün değil. Irak politikasında Bağdat ve Erbil yönetimleriyle ayrı ayrı görüşerek kısa vadeli ve bir kaç sermaye grubunu zengin etmeye dayanan petrolün dünya piyasasına taşınması politikası Erbil-Bağdat petrol uzlaşısı ile boşa çıktı. Suriye politikası “Halep Düştü” (halep zaten Suriye sınırları içindedir) gibi kelime oyunuyla kamufle edilemez durumda. Ukrayna konusunda ABD ile aynı taraftayız mesajını vermenin Rusya ile olan ilişkiyi gereceğini bilmemek olabilir mi? Ukrayna’da statükoyu bozan tarafın ABD ve AB olduğunu görmek için çok maharetli bir analizci olmaya gerek yok. Kafkaslar’da “Kafkas Paktı” önerisinin içinin boş olduğunu okuyan herkes anlayabilir. Azerbaycan’ın Socer şirketinin Akdeniz’de Münhasıran Ekonomik Bölgeler (MEB) meselesinde geri adım atabileceği senaryosunu hesaba katmamak kimin yanlışıdır? AB’nin MEB meselesinde bastıracağını öğrenmek için 2004’te olduğu gibi yeni bir Annan Planı referandumu yapılması mı gerekiyor? Uçakta bir açıklama yapıp, gelen telefon üzerine ağız değiştirmek sıkışma ve yalnızlaşmanın göstergelerinden değil midir? Yanlışlar saymakla bitmiyor. Saydığımız yanlışlar iktidarın kendi belirlediği, açıkladığı politikaların iç tutarlılık bakımından dahi başarısızlığını, yanlışlığını göstermektedir.

Sol’dan eleştiri yapıldığında söylenebilecekler çoktur, fakat uzatmamak için kısaca şu tespit ile yetinelim. AKP yönetimi alt bölgesel güç olmaya heveslendi, bunun bilimsel anlamı - alt emperyalizm - dir. AKP’yi alt emperyalizme teşvik eden sermaye grupları azımsanamayacak ölçüde sermaye biriktirmekle birlikte, iktidarın karşılaştığı yalnızlaşma durumu sermaye gruplarını iki yönde davranmaya sevk edebilir. İlki, sermaye grupları yeni arayışlara girebilir, bu durumda iktidar, bürokrasinin denetleme ve baskıcı gücünü devreye sokup sermayeyi yanında tutmaya çalışabilir. İkinci olasılıkta ise, sermaye, iktidarı daha sorumsuz ve savaş çığırtkanlığına dönüştürerek kendine kaynak aktarmak üzere teşvikler sunmaya zorlayabilir, hatta ikisini aynı anda dahi devreye sokmayı deneyebilir. Neoliberalizmin çıktılarından birisi olan iş kazaları ve işçi ölümlerindeki artış toplumsal muhalefeti dağınık da olsa daha sert tepki vermeye yönelttiğini gözlemek mümkündür. AKP’nin ise özelleştirmeye devam edeceğini, çevreyi tahrip eden sermayeye karşılıksız veya ucuz kiralama vb imkanları sunacağı Davutoğlu hümetinin açıkladığı yeni pakette açıkça görülmektedir. AKP’nin neoliberal yağmacı politikalara eskisinden daha çok sarılacağı açıktır. Bundan dolayı ortaya çıkacak problemler karşısında rıza almaya niyetlenmeyeceğini, daha baskıcı politikalara yöneleceği açıktır. AKP burada sermayeye sunacağı imkanlar ile baskı kuracağı toplumsal kesimler arasında ilişkilendirme yapacağına hiç kuşku yoktur. AKP sıkıştığı her noktada ya Alevi açılımı ya da Kürt meselesine çözüm diye sunduğu müzakereleri devreye sokarak, kimi zaman mülayim gözükmeye, fakat çoğu kez toplumu etnik ve dinsel kutuplaşma üzerinden karşı karşıya getirmeyi denemekten kaçınmayacağının örneklerini geçmişte verdi ve buna devam edeceğine kuşku yok. Bütün bunlar da yalnızlaşmaya işaret etmektedir.

Yukarda sözünü ettiğim Türkiye’nin kuşatılması olasılığı meselesine gelirsek; aşağıda sıraladığım noktalar meselenin nereye evrilebileceği olasılığına işaret etmektedir. Elbette AKP’nin izlediği politikaların yanlışlar toplamının ürünüdür, fakat sorun AKP ile sınırlı olmaktan öteye geçmektedir.

Henüz anlaşma noktasına ulaşmış olmamakla birlikte Mısır ile Suudi Arabistan arasında birleşik Arap cephesi ve ordusu oluşturulmasının tartışılmaya başlandığına dair haberler dolaşmaktadır. ABD’nin Kürt hareketleri liderlerine birleşik Kürdistan oluşturma konusunda yeşil ışık yaktığına dair haberler dolaşmaktadır. Rusya ile gerginlik yaşandığına dair haberler de göz ardı edilmemelidir. Akdeniz’de Mısır ile Yunanistan, Yunanistan ile İsrail arasında münhasıran ekonomik bölgelerin tanımlanması üzerine bazı uzlaşılara varıldığı, uzlaşılamayan noktalarda da müzakerelerin devam ettiği bilinmektedir. Bu haberlerin basit asparagas haber olduğu varsayımından hareket edip, bir kenara itilmesinin yanlış bir tutum olacağı kanısındayım. Elbette hangi haberin komplo teorilerinin ürünü olduğuna dikkat etmek gerekir.

Asya-Pasifik düzlemindeki gelişmeler de dikkate alınmalıdır. ABD’nin Çin karşıtı cepheyi konsolide etmek istediği açıktır. ABD askeri teknoloji üstünlüğünü korumakla birlikte Çin’in nano teknoloji üzerinden ciddi bir sıçrama kaydedebileceği, sanayi üretiminde IT teknolojisinin birincil öneminin yerini nano teknolojisine bırakacağı doğrultusunda yapılan değerlendirmeler de hesaba katıldığında Asya-Pasifik bölgesinde gerginliğin tırmanacağını heasba katmak gerekir. AKP yönetimi Çin ile de köprüleri attığı anlaşılmaktadır. Füze-Kalkanı ihalesinde önce Çin’li firmaya ihale ettiği projeyi ABD ve Avrupa sermayesinin baskısı sonucu masadan kenara itmiştir. Çin-Rusya yakınlaşması karşısında AKP yönetimi yalnızlaşmaya devam etmektedir.

Bütün bunlar topluca hesaba katıldığında AKP yönetimindeki Türkiye’nin sistem içinde kuşatılmaya başlandığını görmek mümkündür. Bu kuşatma karşısında AKP yönetiminin daha radikal islamcı çizgiye çekilmesi olasılık dışında değildir, içerde destek noktalarını koruyabilmek için daha radikal-muhafazakar İslamcı çizgiyi ön plana çıkartması olasıdır. Kürt meselesinde masadan kalmak için elinden geleni yapacağı anlaşılmakta fakat asıl girdi değişikliği ABD’nin birleşik Kürdistan oluşturulmasına yeşil ışık yakıp, bu doğrultuda Eylül başında Barzani’nin bağımsızlığı ilan etme söylemini daha geniş kapsamlı yeniden tartışmaya açılması olasılığıdır. Bu değişken karşısında AKP milliyetçi tonu daha da yükseltebilir. Sürtüşme Türk ve Kürt milliyetçiliklerinin rekabetine dönüştürüldüğü noktada kavganın nereye evrileceğini kestirmek kolay olmayacaktır. Yalnızlaşan AKP yönetimi, kendi izlediği yanlış politikalar toplamının ürünü olan Türkiye’nin kuşatılması karşısında iktidarını korumak için her yola başvurabileceğini hesaba katmak gerekir. İç savaş dahil bütün olasılıklar analize dahil edilmelidir.

Artık Türkiye’de rejimin değiştiği ve temel siyasal hatların kimlikler üzerinden oluşturulmaya çalışıldığı bir gerçekliktir. AKP Türkiye toplumunu bir farklı etnik ve dinsel kimlikler toplamı olarak görmekte ve siyasetini bu yönde kurguluyarak hem yeni siyasal sistemin abc’sini belirlemeye hem de kendi iktidarını Türkiye’deki en kalabalık kimlik olan sünni İslamcı hatta yaslayarak sürdürmeye çalışıyor. Bu yeni kurguya CHP’nin de adapte olmaya başladığını görüyoruz. HDP’nin ise yeni siyasal sisteme içeriden muhalefet etmek istediği söylenebilir. Radikal demokrasi söylemi altında sol muhalefeti kimlik politikasına kanalize eden Kürt siyasal hareketinin, Türkiye solunu kendi programına angaje etmeye çalıştığı görülüyor. Türkiye siyasetine kimliklerin temel siyasal hatları oluşturduğu bir zeminde siyasal islamcı iktidarı ve onun sağdan ve soldan muhalefet/alternatifleriyle yeni bir format atılmaya çalışıldığı açıktır. Ancak, Türkiye’nin etnik ve dini kimlikler üzerinden özgürleştirilmesinin mümkün olamayacağı, aksine böl yönet politikasının değirmenine su taşımaktan öteye geçemeyeceğini görmek gerekir. Dünyevi olmayan dinsel bilgilere dayalı ve kimliklere yaslanan siyaset projelerinin bırakın özgürlükçü olmayı toplumu ayrıştırmaktan, kutuplaştırmaktan ve muhafazakarlığın derinleşmesine hizmet etmekten başka bir işe yaramayacağı Ortadoğu ve Balkanlardaki örneklerin açıkça gösterdiği bir gerçekliktir.. Bu karamsar tablo karşısında tek umut verici gelişme ise Birleşik Haziran Hareketi’nin gündeme gelmiş olmasıdır. Etnik, dini kimlikler üzerinden geleceği kurma arayışından hızla kurtulup, aydınlanmacı, dünyevi bilgi üretimine dayalı laik, kamucu, temel hakların kabulünü tartışma konusu yapmaktan çıkartacak, dış çerçevesi kapitalizme dayanmayan, sosyalist sistemin ciddi bir alternatif olduğu gerçeğini gündemin merkezine taşıması bakımından Birleşik Haziran Hareketi’nin umut verici olduğu açıktır. Burada herkesin şapkasını önüne koyup, bu hareketin bireysel destekle ciddi bir hamle yapamayacağını görmesi ve partiler ve kitle örgütlerinin kendi duruşlarının özerkliğini korumakla birlikte kurumsal destek vererek bu hareketin güçlenebileceğini görmek gerekir. Bu süreç varlığını hissettirdiği durumda Türkiye’nin içerde ve dışarda kuşatılmışlığı aşılabilir.