Vakıflar

Vakıflar ezelden beri sorun çözmek yerine, sorun üretiyor.  Osmanlı döneminde de böyle olmuş. Çok sayıda vakıf kurulmuş; savaşta kahramanlık gösterene, nefesi kuvvetli olan hocaya, şeyhe ve haremin imtiyazlı hatunlarına vakıf kurma hakkı bahşedilmiş.

Ayrıntıda değişmekle birlikte genel geçer uygulama şöyle olmuş: Vakıf kurucusunun ana geliri birkaç köyün gelirinin vakıf, tekke veya zaviyeye bahşedilmesiyle karşılanmış.

Vakıfların mülkiyeti babadan oğula geçemezmiş, çünkü toprakların hepsi devlete, devlet de Osmanlı hanedanına aitmiş.  Vakıf kurucuları ‘iyi niyetli’, ‘iyilik’ yapmak isterlermiş; fakat vakfın kime kalacağını da merak eder dururlarmış…

Bunların imdadına İslam hukukunun prensiplerinden “Şart-ı vâkıf, nass-ı şâri gibidir” (vakfın şartı amir hükümdür, değiştirilemez) kuralı yetişmiş.

Bu hükmü çok sevmişler…

Mülkiyet miras yoluyla devredilemez, fakat aynı soydan gelenler vakıfta ömür boyu idareci olabilirlermiş. Bunu bilen kurucular, vakfın şartına kendi soylarından gelenlerden yönetici tayin edileceği şartını ‘masumane’ eklemeyi hak saymışlar. 

Tekke, zaviye kurucuları da bu işten nimetlenmeyi ihmal etmemiş. Bu tekkede şu tarikatın kitabı okunacak, bu zaviyede şu fıkıh kitabı esas alınacak gibi şart koşmaları amir hüküm olarak kaydetmeyi ihmal etmemişler.

Gel zaman git zaman okunan kitaplar şarta bağlandığından tekdüze olmaya başlamış. Zaman içinde vakıflar, tekkeler ve zaviyeler adeta babadan oğula devredilir ve/veya tek tip ideolojiyi üretir hale gelmişler.

Vakıfların, tekke ve zaviyelerin sosyal adalete ve eğitime katkı sağladığı, böylece toplumsal kalkınmaya büyük katkısı olduğu İslamcı ve muhafazakârlar tarafından benimsenen bir görüştür. Geçmişe yönelik değerlendirme yapan liberaller de vakıflar, tekke ve zaviyelerin çok kültürlülüğe katkı yaptığını ileri sürerler.

Toplumsal ve kültürel gelişmeye katkıda bulunmak şöyle dursun, tekdüze eğitim verildiği için tekdüze ideoloji tekrarlanmıştır. Şeyhler kendi itikadına uygun müritler yetiştirmiş. Hatta rivayet edilen doğru ise talebeler bir yarışmada “üçgenin iç açıları toplamı kaçtır” sorusuna, “üçgenine göre değişir” cevabıyla bugünün post-modernistlerini şaşırtacak hızda göreceli çıkarsama yapabildiklerini göstermişler.

Gel zaman, git zaman vakıflar, tekkeler ve zaviyeler Osmanlı devletinin başına dert olmaya başlamış. Devletin vergi toplayamadığı, kaynakların çarçur edildiği ve devletin gelir kaybına yol açan bir hal ortaya çıkmış. Vakıflar, tekkeler ve zaviyeler bu duruma katkı sunuyormuş. Sultan III. Selim ve II. Mahmud bunların bir kısmını müsadere (zor yoluyla el koymak) etmiş. O günden beri İslamcılar III. Selim ve II. Mahmud’a düşmanlık beslerler. Liberaller de İslamcılara akıl kâhyalığı yapmaktan geri durmazlar. Neymiş efendim, vakıflar, tekkeler ve zaviyeler inanç özgürlüğü ve çok kültürlülüğün simgeleri ve sigortalarıymış…

Gerçek böyle değil tabi ki; vakıflar, tekkeler ve zaviyeler hiçbir zaman çok kültürlülüğe katkı sağlamamış, aksine tek düze eğitim ile ideolojik bakımdan kısırdöngüye yol açmış, mülkiyetin babadan oğula dolaylı aktarılmasına imkân sunmuştur. Osmanlı döneminde, müsadere ile vakıflara el konulmasını takiben, şeyhler ilk fırsatta mahallelerini yeniden ele geçirip, tekdüze eğitime devam etmişler.  

Bu döngüyü kırmak üzere en ciddi adım Mustafa Kemal tarafından atılmıştır. 1924-25’de eğitimi birleştiren kanun ile tekke ve zaviyeleri kapatan yasal düzenlemeler bu doğrultuda atılan önemli adımlardır. Tekke ve zaviyelerin kapatılışı ile yerel düzlemde hâkimiyetlerini sürdüren şeyhlerin elinden ideolojik aygıt alınmış, eşrafın iktisadi gücü zayıflatılmıştır.

Bilimsel bilginin önünü açmayı hedefleyen Atatürk’ün aydınlanmacı adımlarının önemi büyüktür.

Vakıflar bugün de sorun üretmektedirler. Basına yansıyan cinsel taciz vakaları karşısında bunları örtbas etmeye çalışan ve/veya hafifletmeye yönelik ifadelerin, en hafifinden arsızlık ve edep sınırlarını aşan girişimler olduğunu belirtmek gerekir. Aynı doğrultuda, basına yansıdığı kadarı ile vakıflara yönelik usulsüzlük iddiaları, kuralsızlık örnekleri ve vakıfların denetlenmiyor oluşu ciddi sorun birikimine işaret etmektedir.

Vakıflar vergi muafiyetinden yararlanmak ve tekdüze ideoloji üretmek için mükemmel bir yapıdır. Bu kadar cazibeli, fakat sorunlu bir yapıyı bazı anlık, geçici yöntemlerle düzeltmek imkânsızdır.

Lafı evirip çevirmenin gereği yok, tek çare vakıfların kamulaştırılmasıdır. Bugünkü iktidardan bunu beklemek tavuğu tilkiye teslim etmek anlamına gelir, saflık olur. Muhalefetin görevi bu gerçeği bütün çıplaklığı ile sergilemek ve köklü çözümü sahiplenmek ve savunmaktır.