Üçlü bağımlılık

Türkiye’de iktidar, dış politikada gerginlik-sıkışma döngüsünden kurtulamıyor. Gerginlikler seçim sırasında işe yaramış olabilir, fakat çok yönlü bağımlılığa yol açtığı bilinmelidir. Her gerginlik-sıkışma döngüsü iktidarın dış politikada manevra alanını biraz daha daraltıyor. Bu kez de atlattım dediği gün, gerçekte yeni bir sıkışma döngüsünün başlangıcı oluyor.

Bu tespiti biraz açalım.

Kasım 2015’de Rus uçağının düşürülmesi emrini verdiğinde (bir ve zamanın iki numarası emri üstlenmişti) yeni bir gerginlik döngüsü başladı. Rusya Türkiye’ye karşı çok yönlü baskı uyguladı, köşeye sıkıştırdı. Konuşlandırdığı S 400’ler ile Türkiye’yi Suriye sınırına yaklaştırmadı. AKP iktidarı gerçekten sıkıştığını görüp özür dilemekle kalmadı, Suriye politikasını Rusya’nın belirlediği dış politika denklemi içinde kurgulamaya yöneldi. Yaptığı yanlışlar iktidarın elinden bütün kozlarını aldı. Normal koşullarda yapabileceği manalı bir davranış olan istifa mekanizmasını hiç kullanmadı, iki numarayı bertaraf edip, sorunu dönüştürerek zaman kazandı.

Hatırlayalım, Rusya bir taraftan İran, Irak ve Suriye’yi bir araya getirip Bağdat’ta istihbarat paylaşım merkezi oluşturdu; böylece imkan ve kabiliyetlerini koordine ettiler. Bu azımsanacak bir adım değildi. Diğer yandan Rusya ABD ile Suriye’nin hava sahasını çatışmadan, birlikte ve gerektiğinde ayrılabilir bir mekanizma ile yönetmek üzere anlaşmaya vardılar. Türkiye bu denklemin içinde değildi; o vakte kadar ABD’nin kendisini satmayacağını düşünmüş olmalı, satışa geldiğini anladığı noktada sorun çıkarabilme kapasitesini kullanabileceğini düşünmüş olmalı. İktidar hızla çark etti, Suriye politikasını Rusya’nın tanımladığı denklem içinde kurgulamaya yöneldi. Putin bu fırsatı kaçırmadı, istediğini yaptırmaya başladı. Üstelik karşılığında Türkiye’ye bir şey koklatmadı, çünkü AKP yönetimi dış politikada çok sıkışmıştı.

ABD’ye karşı sorun çıkarabilme kabiliyetini gösteremeyen AKP iktidarı, Obama yönetiminden beri, bugün ‘Kuzey Suriye Terör Koridoru’ diye adlandırdığı bölgenin inşa edilmesinin önüne geçemedi. İktidarda kalmak için ABD yönetimi ile karşı karşıya gelmekten çekinen AKP yönetimi, öte yandan Rusya’nın tanımladığı dış politika denklemi içinde hareket etti. İki tarafa da bağımlı kaldı. Bu süreçte ABD, Kuzey Suriye’de PYD/YPG güçlerini silahlandırma işini tereyağından kıl çeker gibi gerçekleştirdi. İktidar bunu fark etti, fakat yutkunup, umudunu ABD’de Trump’ın kazanmasına bağladı. Büyük umutlar bağladığı Trump yönetimi ise Obama’nın politikasını sürdürdü. Yanlış analiz, yanlış beklenti ... Ayrıca, ABD’de bulunan yerleşik güçler Trump’ın zeminini kaygan tutmayı başardılar; Trump’a bakan dayanmıyor. AKP kime yatırım yaptıysa boşa çıktı, yanlış ata oynadılar. Erdoğan yönetiminin umduğu dağlara kar yağdı.

Rus hegemonyasından kurtulmak için ABD hegemonyasına sığınmak, en iyi ihtimalle bunlar arasında denge kurmak istese de, bunu hayata geçirecek bir yönetim, muhatap bulamadı ABD’de. Evdeki hesap çarşıyı tutmadı.

Nerede o eski günler! Henüz başbakan değilken önüne kırmızı halıların serildiği zamanlar; çok geride kalmıştı. ABD, AB, büyük sermaye, orta ve küçük ölçekli sermaye, cemaatler, liberaller, sol liberaller ve her seferinde tekrar masaya dönmeyi uman Kürt siyaset sınıfı, AKP’nin liderliğini yaptığı kutsal ittifakta buluşmuşlardı, fakat bu ittifak dağıldı. Erdoğan bu çöküşten kurtulmak için ABD ve AB ile nikâh tazelemeye çalıştı, denedi defalarca, fakat eski saadet yinelenemeyecekti. Çıkar örtüşmesi devam etse de gerginlikler güven bunalımına yol açtı.

Rusya ile zoraki birliktelik AKP iktidarına geniş bir manevra alanı sunmadı. ABD, AKP yöneticilerinin gözlerinin önünde, hiçbir şeyi gizlemeden, AKP’nin terörist olarak nitelediği YPG/PYD güçlerine askeri malzeme sevkiyatı yaptı, onları eğitti, donattı. Bu durumu iki taraf ta defalarca doğruladılar; tek anlaşmazlık silah miktarı üzerineydi. PYD/YPG’ye verilen silah miktarı 60 mı 1300 tır mı? Buydu anlaşmazlık konusu!

İktidar bunları sineye çekti, ne de olsa eski dost; bir gün lazım olabilirdi.

Trump’a umut bağladığını göstermek üzere uçak alım anlaşması dahi imzaladılar, fakat Trump çok umursamış gözükmedi, zira Trump’ın iştahını açacak rakam Suudi Arabistan’ın ortaya saçtığı 100 milyar dolar civarıydı. AKP yönetiminde bu kadar bolu yok. Olanı Ruslara kaparo olarak verdiler; teknoloji transferi olacak mı olmayacak mı? Henüz bilinmiyor. Her şey bıçak sırtında.

AKP yönetimi ABD ile ilişkisini düzeltme arayışı içinde iken, umudunu diri tutmak istediği bir sırada, ABD’nin Türkiye büyükelçiliği konsolosluklarında vize işlemleri yapılmasına belirsiz bir süreliğine son verildiğini açıkladı. Böylece yeni bir gerginlik-sıkışma döngüsü başladı.

ABD konsolosluğunda çalışan bir Türkiye yurttaşının FETÖ soruşturmasıyla irtibatlı sorguya alınması, bu sürecin basına servis edilmesi vb nedenler gerekçe olarak sunuldu. Şüphesiz bir çok faktör bu süreçte etkili oldu. Bu tür gerekçeler, işin polisiye tarafı bir tarafa, gerginliği yansıtması bakımından önemli. ABD’nin bu konuyu önemsediği anlaşılmakta, gerginliği artırmayı göze aldığı da açık. Erdoğan da aynı tonda karşılık verdi, emri kendisinin verdiğinin altını çizmeyi ihmal etmedi. 9 Ekim günü Ukrayna’ya yaptığı ziyaret esnasında Kırım konusunda verdiği mesajla ABD’ye göz kırpmıştı, fakat bunu görmek isteyen muhatap bulamadı. 10 Ekim’de Sırbistan’da bulunduğu esnada Erdoğan tepki tonunu artırdı. Gerginliğin sorumluluğunu görev süresi dolan ABD büyükelçisi J. Bass’a yükleme hamlesi yapsa da ABD yönetimi Bass’ın tek başına karar almadığı mesajını net olarak açıklayınca Erdoğan’ın hamlesi boşa düştü. Bir hariciye bürokratının kolayca sorabileceği soruyu bir devlet başkanının sorması abesle iştigaldir.

Öte taraftan, gerginliği artırmak isteyenin Erdoğan olabileceğini ileri sürenler de yok değil. Her hâlükârda sonuç aynı: Gerginlik sıkışmaya yol açtı.

Peki şimdi ne olacak?

Sıkışmışlık böyle devam ederse, Rusya ile yürütülen zoraki birliktelik ABD ile de yaşanabilir. Putin’den kaçmak için Trump’a sarılmak misali! Acaba bunu dahi yapabilecek alan kaldı mı? Üçüncü seçenek var mı? Almanya ile yakınlaşma mümkün olabilir mi? AKP iktidarı bütün bunları denemek isteyebilir, hatta denediğine dair haberler de dolaşıyor, fakat potansiyelin tükenmeye başladığını söylemek mümkün. Her deneme iktidarın manevra alanını daraltıyor. Gelinen nokta bu.

Emperyalistler arası rekabetten faydalanabilmek için öncelikle emperyalizme karşı sağlam bir duruşa sahip olmak gerekir. İslamcılarda tarihsel olarak böyle bir duruş mevcut olmadı, bundan sonra olacağını beklemenin de iler tutar bir tarafı yok.  

Sıkışmışlık döngüsü AKP iktidarını fiilen üçlü bağımlılığa zorluyor. ABD, Rusya ve Almanya’ya bağımlılık, üstelik aynı anda. Bu zor durum iktidarı daha vahim, fevri bir hamleye sevk edebilir mi? Bu, maalesef olasılık dışında değil. İktidar bu sıkışmışlıktan çıkabilmek için her yolu deneyebilir. 

Emperyalizm böyle bir şeydir, diri iken pestilini çıkarıncaya kadar kullanır, halsiz düşünce bir kenara iter. Asıl mesele bu döngü girdabına hiç girmemeyi başarabilmektir. Kapitalist-emperyalist yapılar içinden üretilecek yeni bir politika, sorunu dönüştürmekten öteye geçemez; sıkışmışlığın yeniden üretimine yol açar. Bir seferinde ABD’ye, diğerinde Rusya’ya, ötekisinde Almanya’ya bağımlı kalmak ... Bu denklemde iyi bir seçenek yok, daha vahimi şimdi olduğu gibi üçüne birden bağımlı kalmak da mümkün. Karşılıklı bağımlılıktan üçlü bağımlılığa geçiş bir alternatif olamaz. Marifet, bu sistemin dışında alternatif üretebilmektir.