Söylenceler

Obama-Erdoğan görüşmesine ilişkin söylenceler çok…

Sahi, ne konuştular?

Kafama takılan bir soru var. Hiç bir büyük emperyalist güç bedava ve boşuna görüşme yapmaz. Ne isteyeceğini bilerek görüşür. Görüşmeye giden de çapına göre hazırlığını yapar. Uluslararası hukuk ve normlar bunların eşit aktör olduğunu söylese de, gerçekte aralarında hiyerarşik bir ilişki var.

ABD başkan yardımcısı Biden’ın Erdoğan ile karşılaşmasında ortaya çıkan vücut dili de bunu kısmen yansıttı: Biden, ‘herkes sana karşı sert davranıyor, bize lazımsın’ der gibi sarıldı Erdoğan’a ve sırtını sıvazladı. Başkan’ın ve başkalarının sert sözleri ve tutumuna aldırma; birlikte yapacak işlerimiz var mesajı veriyordu adeta.

Obama ile görüşme yalnız görüntü bakımından değil, ileriye yönelik hesaplar bakımından da önemli. Ön çalışmayı dışişleri bakanlıklarının yaptığını, Kerry-Çavuşoğlu görüşmesine önemli bürokratların da katıldığını, AKP yönetiminin bu görüşmede PYD konusunu çok büyütmeyeceği mesajı verdiği basın aracılığı ile yansıtıldı. Muhtemeldir ki ABD tarafı da Kürt koridoru meselesini öteleyecekleri mesajını verdi.

Obama sadece AKP yönetimini PYD konusunda geri adım attırmak için görüşmeyi kabul etmiş olamaz. Hiç bir hegemon bunu yapmaz. Diğer bir ifade ile PYD meselesi tek başına yeterli neden olamaz.

Peki, Obama Erdoğan ile 50 dakika ne görüştü. Bu ciddi bir soru. Elbette elimizde net bir kanıt yok, görüşmenin tutanaklarının yayımlanması için 25 sene bekleyecek vaktimiz yok. CIA görüşmenin içeriğini cemaatçiler üzerinden servis yapar mı bilemeyiz (belki ilerde AKP içinde yeni kopmalar olursa onlar üzerinden yapabilir). Kısacası görüşmenin içeriğini net olarak bilemeyiz, fakat tahmin yürütmek mümkündür.

İhtimaller arasında şunlar olabilir. Değilse, değil desinler.

Topal ördek Obama, Erdoğan’a demokrasi söylencelerinden söz etmiş olabilir. Erdoğan Obama’nın söylediklerini muhtemelen kendi demokrasi anlayışı içinde algıladığı için uyarı olarak algılamadığı ve bunun böyle olduğunu gördüğü için emperyalist hegemon, üst akıl temsilcisi Obama, ertesi gün Erdoğan’a gazeteciler ve basın özgürlüğü konusunda daha net ve sert açıklama yaptı. Erdoğan’da ‘arkamdan dedikodu etme, yüzüme söyleseydin, bunların gazetecilik yapmadığını, casusluk olduğunu’ belgeleriyle gösterirdim türünden bir açıklama yaptı.

Casusluk ilginç bir iddia! Yasak konduğu için bu olay özelinde konuşmayalım. Hayali bir olay üzerinden düşünelim: Eğer A olayının ifşası casusluk ise, gerçekte A olayının kendisi suç unsuru içeriyor demektir. Suç unsuru içermiyorsa casusluk da olamaz. Durum böyle ise üst akıl bunu not eder, ilerde önüne koyar ve ister; şunu yap, bunu yap diye. Üst akıl bu konuda çok deneyimlidir, kimi nasıl köşeye sıkıştıracağını, ne zaman vurucu darbe indireceğini çok iyi bilir.

Bakın geçmişte Miloseviç’in yaşadıklarına. Miloseviç üst akıl ile müzakere etti, olmaz der gibi gözüküp olur dedi. Sosyalizmin yıkımına katkı sunup, emperyalizm ile dans etti. Bill Clinton’ın has adamı Holbrooke bir elinde bomba, öbür elinde anlaşma metni, seç birini dediğinde Miloseviç için çok geç olmuştu. Miloseviç Sırp milliyetçiliği ile emperyalizme karşı mücadele edeceğini sandı. Sosyalizmi tasfiye edip, Yugoslavya’nın dağılışına hız verdi. Emperyalizm tam da bunu istiyordu. İyi, kötü, eksik fazla meselesi değil, kapitalizmin önünde engel teşkil edebilecek her şeyi yapısızlaştırarak sistemi sürdürülebilir kılmaya çalışmakta emperyalizm.

Miloseviç emperyalizme karşı durmak yerine, onunla karşılıklı bağımlılık içine girebileceğini sanarak müzakere etti; hızla bir kasap haline geldi. Sonunda emperyalizm Sırbistan anayasa mahkemesinin bir gün sonra vereceği kararını dahi beklemeden Miloseviç’i Belgrad’dan alıp La Hey’de savaş suçlusu olarak yargılamaya götürdü. Buna izin veren dönemin başbakanı Zoran Cinciç daha sonra Sırp derin devleti tarafından öldürüldü. Sırbistan uzun süredir sarsıntılar içinde cebelleşip duruyor. Yalnızca Sırbistan mı? Sosyalist Yugoslavya’dan ayrılan bütün cumhuriyetler benzer durumda. Eski günlerini arıyorlar. Sırbistan’da 2016 yılı takvimine Tito’yu yerleştirmeleri anlamlı bir gösterge olsa gerek.

ABD yönetimleri uzun süredir AKP yönetimine açık destek verdi, kutsal ittifakın ortaklardan biriydi. Kutsal ittifakın dağıldığı açık, tasfiyenin nasıl yapılacağı ise tartışmalı. Umalım ki Türkiye, Yugoslavya’da yaşananlara maruz kalmasın.

Obama Türkiye’nin içinde bulunduğu çok yönlü sıkışmışlığın farkında; bunu Erdoğan’a hissettirdi mi? Obama’nın rasyonel hesap yaptığını varsayabiliriz. Şöyle ki; emperyalizm kısa süreli bölgesel çatışmaları sever; sistemi beslediği için. Uzun süreli, büyük çatışmalardan korkar; sermaye birikiminin kendi isteği dışında oluşmasına yol açabileceği için. Bu nedenle emperyalizm Orta Doğu’ da küçük çaplı çatışmaların devamını öngören bir strateji izlemeye devam edecektir.

Bu noktada Türkiye’nin çifte önemi var. Çatışmanın genişlemesi için olduğu gibi, çatışmaların çevrelenip kontrol edilebilir bir alana sıkıştırılabilmesi için de önemli roller yüklenebilir. ABD bu nedenle Türkiye’ye ihtiyaç duyar. Bugünkü iktidar buna uygun düşmekte, tek kusuru, çok ihtiraslı oldu.

Obama bu görüşmesinde, muhtemeldir ki, Erdoğan’a ihtiraslarını sınırlaması doğrultusunda telkinde bulunmuş olabilir. Erdoğan da bunu görmüş olmalı ki, Obama’ya karşı ses tonunu yükseltmedi.  Akademisyenlere ağız dolusu laf sayan Erdoğan, Obama’ya gelince sessizliği tercih etti. Şaşırtıcı değil.

Görüşme sırasında iki aktörün IŞİD konusunda uzun bir hasbihalde bulunmuş olması olasıdır. ABD IŞİD konusunda ciddi bir adım atmazsa Rusya ABD’nin pabucunu dama atacak konuma yükseliyor. Son dört yılda ABD ve müttefikleri IŞİD karşısında seslerini yükseltti, fakat elle tutulur bir icraatta bulunmadılar.

Obama ve AKP yönetimlerini bir araya getiren nedensellik Rusya’nın Suriye’de başarılı oluşu mudur? İhtimal dışında olduğunu söyleyemeyiz. Son altı ay içinde Rusya, öncelikle Esad yönetiminin önünü açacak askeri müdahalelerde bulundu, Esad’ın IŞİD’a karşı harekât yapabilmesine zemin hazırladı, böylece dünya kamuoyu önünde Esad’ın meşruiyetini tescil etti. Obama ve AKP yönetimleri bu durumdan hoşnutlar mı? Kuşkulu.

Erdoğan-Davutoğlu dış politika çizgisi Esad’ın iktidardan düşürülmesini önceleyen politikasını daha fazla gündemde tutamayabilir. Muhtemeldir ki Obama bu gerçeği Erdoğan’a izah etmiş olabilir. Burada söz konusu olan esas mesele, ABD için hegemonya meselesidir. Bölgede uluslararası ölçekte liderlik paylaşılır duruma gelmiş gözüküyor. Bu bir yönüyle anlamlı, öteki yönüyle tehlikeli bir duruma işaret eder. ABD bölgedeki liderliğini Rusya ile paylaşmaya kısa dönemde razı olabilir, uzun dönemde ise çatışmayı göze alabilir.

ABD açısından Rusya’nın frenlenmesi önceliklidir. Rusya’nın Suriye’de elde ettiği diplomatik ve askeri başarı Rusya’nın silah pazarına hızlı girişine yol açabilir. Unutmayalım, patriotlar eskisi kadar revaçta değil, güvenlik açıklarının ortaya çıktığı dedikoduları dolaşıyor. Buna karşın,  Rus yapımı saldırı silahları ve füze savunma sistemleri Suriye’de görücüye çıkartıldı, beğeni toplarsa rekabet kızışır. Bütün bunlar ABD dış politika yapımında etkin olan Başkanlık, Pentagon ve silah ve petrol sanayicileri ile ilişkili Senatörlerden oluşan üçlü saç ayağını harekete geçirmiş olabilir.

Obama Erdoğan’a asıl meselenin Esad sorunu olmadığını, ABD’nin küresel düzlemde liderliğine halel getiren bir durumun söz konusu olabileceğini, uzun erimde Rusya’nın daha fazla güçlenmesinin önüne geçecek adımların atılması gereğini diplomatik bir dille anlatmış olabilir.

ABD bir taraftan Erdoğan’ı bulunmaz nimet olarak görüyor, öte taraftan kontrol dışına çıkıp, kendi kişisel çıkarlarını önceleyen politikayı her şeyin önüne koyabilme ihtimali bulunduğu için güvenilir bir aktör olmadığı, gerekirse darbe ile iktidardan uzaklaştırılabileceği mesajını ABD kökenli darbe söylenceleri üzerinden verdirtiyor. Verilen mesaj çok açık: bizim çizdiğimiz sınırlar içinde davranırsan iktidarını tolere ederiz, aksi halde hibrid yöntemleri kullanmaktan geri durmayız mesajı verilmektedir.

ABD kökenli düşünce kuruluşlarının gündeme taşıdığı darbe söylencelerinin Erdoğan-Obama görüşmesinde gündeme gelmiş olabileceğini düşündüren bir başka veri TSK’nın yaptığı açıklamanın zamanlaması ile ilgili olduğu söylenebilir. Bu kez Erdoğan Obama’ya mesaj göndermiş olabilir. TSK’nın biz darbe hazırlığı içinde değiliz mesajı vermesi, cumhurbaşkanının bu metnin altına imza atarım demesi ise ABD’li düşünce kuruluşlarına karşı Erdoğan’ın verdiği bir mesajdır.

Kısacası Erdoğan ve Obama birbirini sınıyorlar. Bunlar eşit sıklette güçler değil elbette, fakat Erdoğan’ın sorun çıkarabilme kapasite ve yeteneğinin hafife alınmaması gereğini ABD yönetimi idrak ediyordur. İki taraf ta birbirine güvenmediğinin farkında.

İktidar çok şeyin aynı zaman diliminde kilitlendiği bir noktaya doğru koşar adım ilerliyor; bundan çıkışın ABD ve Avrupa ile iyi geçinerek mümkün olacağını varsayan AKP iktidarı ABD ile nikâh tazelemeye çalışıyor. Avrupa ile mülteciler üzerinden yapmaya çalıştığı gibi … Yürüyecek mi? Göreceğiz.

Emperyalizm herkesi ve her şeyi amacına ulaşmak için keçi postu gibi kullanır; işi bitince bir köşeye atar, yenisini üretir. Darbeler bu döngüye hizmet eder. Tarihsel olarak İslamcılar ne emperyalizme, ne de darbelere karşı çıkmışlardır. İkisi ile de işbirliğini benimsemekte ustalaştıkları açıktır. Emperyalizmin demokrasiye katkı sunacağını ileri sürecek liberallerin olabileceğini tahmin ediyorum, fakat soldan yapılan analizlerin böyle bir beklenti içinde olabileceğini düşünmek abes ile iştigal etmek anlamına gelir. Herhangi bir darbe girişimi Türkiye’yi Yugoslavya’nın durumuna sokar.

İslamcılık ve liberalizm potansiyelini tüketmiştir. Bütün bunlar sosyalizmin çok daha elzem olduğuna işaret etmektedir. Üretimi, tüketimi, kısacası yaşamı, geleceği planlayabilmek mümkündür.