Soçi ‘ittifakı’?

Bugün Soçi’de üçlü zirve toplantısı yapılıyor. Yeni bir ittifak mı doğuyor? Nasıl okuyacağız?

Soçi buluşmasını yeni bir ittifakın kilometre taşlarından biri, yani yeni bir kuruluşa giden buluşma olarak görmek isteyenler olduğu gibi, buradan Batı güvenlik sistemine alternatif bir ittifak sisteminin ortaya çıkmayacağını bilenler de var.

Soçi buluşmasının nasıl okunabileceğini ortaya koymaya çalışalım.

Çok sayıda araştırmacıya göre Batı güvenlik sistemi köhneleşmiştir. İktidar ise ABD ve AB’nin eski dostlarının çıkarlarını yeterince hesaba katmadıkları kanısındadır. Sonuçta, Batı ittifakının Türkiye kanadı, bu ortaklıktan bir kazanç elde edemediği görüşünde. Hatta bu ittifak sistemi Orta Doğu geneli ve Suriye ve Irak özelinde Türkiye’ye zarar vermektedir: İktidarın terörist dediği PYD/YPG ile ABD yönetimi gizli ve açık işbirliği yapmaktadır. Daha vahimi, ileriye yönelik politikasında ABD yönetimi, IŞİD bölgeden ayıklansa dahi, Suriye’de PYD/YPG güçlerine dayalı bir politika izleyeceğinin altını çizmekte ve bunları silahlandırmaktadır. Açık sözlülüğünü teslim etmek lazım: AKP yönetimi bütün bunları bildiğini itiraf etmektedir. Buradan yola çıkarak iktidar, Türkiye’nin Batı güvenlik sisteminin dışında yeni bir ittifak sistemi içinde yer alınmasının elzem olduğunu hayıflanarak vurgulamaktadır. AKP’ye yakın basın kuruluşları bu temayı yoğun olarak işlemektedir.

Batı ittifak sistemine alternatif olacağı ileri sürülen yapının Soçi buluşmasında netleşeceğini bekleyenler az değil, AKP yönetimiyle de sınırlı kalmadığının altını çizmekte fayda var.

Rusya, İran ve Türkiye’den oluşan üç devletin bir ittifak oluşturmaya çalıştıkları belli, fakat buradan uzun erimli, Batı güvenlik sistemine alternatif bir ittifak sistemi çıkar mı? Bunu tartışmak gerekir.

Bugün tarafları ittifak yapmaya sürükleyen jeopolitik çıkarlar kısa dönemde örtüşmekle birlikte, uzun dönemde, bunları bir arada tutacak diğer nedenler yeterince güçlü olmadığı gibi, ideolojik bakımdan ortak bir cephe oluşturamayacak kadar kendi aralarında farklılar ve çelişkilidirler. Üçü de kapitalizmin form bakımından değişik sürümlerini uyguluyorlar, öte yandan üçü de kapitalizm dışı bir sistem ürettiklerini varsayıyorlar. Üçü de Orta Doğu’da, Suriye ve Irak özelinde, iddialı olduklarını potansiyel ortaklarına hissettirmeye özen gösteriyorlar. Üçü de muhteris. Rusya ve İran ihtiraslarını önemli ölçüde tatmin ederken, Türkiye yönetimi tatminsiz durumda.

İktidar partisi, kendisinin ABD yönetimleri tarafından kandırıldığını düşünmekle kalmadı, defaten ikrar etti. Obama’dan başlayıp yakın zamana kadar Trump’ın kendilerini göreceğini, Türkiye’nin çıkarlarını hesaba katacağını uman AKP yönetimi sükût-ü hayale uğramış durumda. Hatta Kuzey Suriye’de ABD’yi hasım olarak görme noktasına geldiği kullanılan dilin tonlamasından anlaşılıyor. İktidar bunları dillendirmekten çekinmiyor, muhtemelen ABD’den umudu kestiği için. Hatta ABD’de yerleşik güçlerde olduğu gibi, çok umut ettiği fakat bir türlü bulamadığı Trump yönetiminden de beklediğini bulamadığı ortaya çıktı.  

Öte yandan Türkiye Batı güvenlik sistemine o kadar gömülmüş durumda ki, bugünkü iktidar velev ki bu ittifak sisteminden çıkmak istesin, çıkabilir mi? Her taraftan demir atılmış, perçinlenmiş bir ağ içinden çıkmak için lafla sataşmak yetmez, ötesine geçecek adım atmak için sağlam bir duruş gerekir. Böyle bir duruş ne iktidarda ne de düzen içi muhalefet partilerinde mevcut.

NATO’nun bir sistem meselesi olduğunun altını çizmek şart oldu. NATO II. Dünya Savaşı Sonrası kapitalist sistemi korumak için icat edilmişti. Atlantik ve Avrupa kapitalizmlerini bir arada tutmak ve sistem içi hiyerarşik yapıyı muhafaza etmek asli görevi oldu. ABD ve Avrupa (Batı) kapitalizmini sürdürülebilir kılmak bugün için de NATO’nun asli görevidir.  

Bu durumu esastan eleştiren ve karşı duruş sergileyen iktidar veya muhalefet partilerinden söz etmek mümkün mü? (Yeri gelmişken İyi Parti’nin de NATO konusundaki duruşunu açıklayan parti programına bakılmasını salık veririm. Trajikomik, belki de yakışanı bu.)

AKP yönetimi NATO’ya esastan karşı çıkabilir mi? Bir iktidar sonunun geldiğini gördüğü noktaya kadar bunu yapamaz, çünkü göbeğinden bağımlıdır. Hatta bu yapıya katkı sunmak durumundadır, nitekim iktidar zevahiri kurtarmak için hem Rusya’dan hem de ABD, Almanya ve Fransa-İtalya ortaklığından benzer silah ve savunma donanımları almaya çalışmaktadır. Böyle bir yöntemle teknoloji transferi gerçekleştirilebileceği laftan ibarettir, gerçekte karşılığı yoktur.

İdeolojik duruşları ne? Son günlerde iktidarın “milli mücadele”, “emperyalizme karşı” olmak vb. söz yumaklarını, kendilerini dahi şaşırtacak boyutta (bazılarının kendilerini fazla kaptırıp İzmir marşı okumaları gibi), bol keseden kullanması ideolojik bakımdan emperyalizme karşı olduğuna işaret etmez. İslamcı siyasal gelenekte emperyalizme karşıtlık yok denecek kadar azdır, hatta emperyalizm ile ittifak içinde olmak İslamcı geleneğe aykırı olmadığı bilinmektedir. İşte bu nedenledir ki, İslamcı yazarların bazıları Sevr anlaşmasını tercih edebileceklerini, orada İslam’ı rahatça yaşayabileceklerini dile getirmekten çekinmediler.

Peki, iktidarın anti-emperyalizm ve Atatürkçülüğe gönderme yapması nasıl okunacak? Bu durum, AKP iktidarının yurtseverliğe evirildiğine değil, ideoloji boşluğuna düştüğünün delaletidir. AKP yönetiminin, ‘yenileniyoruz, yeniden yapılanıyoruz’ dedikleri şey, yeni bir ideoloji arayışıdır. İslamcılık ters tepmeye başladı, milliyetçiliğin ortakçıları çok, komünizmi biz inşa ederiz diyemeyecek kadar anti-komünistler, liberalizmi liberalleri dahi illet ettirecek kadar laçkalaştırdılar, kullanıp keçi postu gibi bir kenara attılar. Şimdi otoriteryanizmin çeşitlemelerini yapmaktan başka seçenekleri kalmadı.

Zevahiri kurtarmak adına Atatürkçülüğü içini biraz daha boşaltarak ortaya sürmekten çekinmeyeceklerini kanıtladılar. Bazıları bunu ‘bizimle aynı noktaya geliyorlar’ diye sundu, bu söylemi dillendirenler yalnızca iç politika aktörleri ile de sınırlı kalmayacaktır. Putin de öyle yapacaktır; Dugin buna çalışmıyor mu zaten. İran yönetiminin bütün tartışmayı İsrail ve ABD karşıtlığı üzerinden okuyarak daha berrak bir duruş sergileyeceğini tahmin etmek mümkün.

AKP yönetimi nereye yönelecek? Son 15 yılda nereye yönelse içi boş ideolojik duruşla, gösterişli fakat boşa çıkan hamlelerle sınırlı dış politika çıktısı üretmenin ötesine geçebildiğine inandırabilmek için iki yalancı şahit bulmak gerekir. Medyanın algı üretimi fabrikası gibi çalışma potansiyeli de tüketilmek üzere.

Göründüğü kadarı ile ABD, AKP yönetiminin biraz daha sıkışmasını bekliyor. ABD yönetimi mesajını NATO üzerinden verdi: ‘Türkiye S 400 savunma füzelerini alırsa NATO sisteminden yararlanamaz’ dedi. Yapısal olarak savunma sanayi üzerinden sermaye birikimi gerçekleştiren sermaye grupları ABD ile ortaklığını Rusya sermayesi ile ikame ettiğini gösteren veriler henüz ortada yok. Bu yapısal durumu AKP iktidarının yakın gelecekte hızlı aşması kolay gözükmüyor. Teknoloji transferi yapmak istiyoruz söyleminin ise karşılığı yok: ne ABD ne Rusya teknoloji transferine müsaade eder. İki tarafın da buna yanaşmadığına dair bilgiler basında yeterince yer aldı.

Soçi ittifakından askeri alanda ticari ilişki çıkar mı? Kesinlikle evet. Nitekim iktidar S 400’lerden alım yapacağız mesajını vermekle bunu netleştirdi, fakat iktidar benzer ticari ilişkiyi Fransa-İtalya ortaklığı ve ayrıca ABD ile de kurmak durumunda hissediyor, aksi halde içinde bulunduğu sistemden tek taraflı olarak çıkma kararı aldığı görüntüsü ortaya çıkacaktır. İktidar mensupları ABD yönetimine sert laflar etse de, sistemden çıkışı öngören fiile dönüşmesi şaşırtıcı olacaktır.

Aynı ölçüde vahim olan, katılmak istenen ittifak sistemi (Soçi’de bugün ete kemiğe bürüneceği umulan) kapitalist-emperyalist sistemin dışında bir sistem değildir. Sistem içi rekabeti yansıtacaktır.

Net olarak altını çizmek için tekrar etmek gerekirse; Rusya ile ABD arasında yaşanan gerginliklerin karşıt sistemler arasında olduğu söylemi bir tevatürdür. Soğuk Savaş bakiyesi NATO’cu söylemler Rusya’nın Sovyetler Birliği’nin politikasını sürdürdüğü temasını işlemeleri bilinçli saptırmadır. Bugün yaşanan gerçeklik, kapitalist-emperyalist sistem-içi rekabettir. ABD ve Avrupa’da kapitalizm olduğunu, fakat Rusya ve İran’da kapitalizm olmadığını söylemek yanıltıcıdır, elbette bunların farklı kapitalizmler olduğu bir gerçektir.

AKP iktidarı bu rekabetten yararlanmak istedi, alt yapısı, bunu destekleyecek sanayisi, ihraç edeceği sermayesi, sıkabileceği yüksek teknoloji silahı ve mühimmatı olmadığı için izlediği dış politikada çok yönlü başarısızlık ortaya çıktı. Tatminsizlik söz konusu. Bunun yarattığı bir anomaliden söz etmek mümkün. İç politikada düştüğü ideoloji boşluğunun benzer yansıması dış politikada da görülmektedir. AKP yönetimi bu anomaliyi Rusya ve İran’a yaslanarak aşmak istiyor.

Soçi’de bunu aşamaz, çünkü Soçi ittifakı bağımlılığı çeşitlendirmekten başka bir şey değildir.

Soçi’de üç aktör, ayrı ayrı tanımladığı çıkarlarını Suriye ve Irak’ta örtüştürmek istiyorlar. Bu ittifakın kurucusu Rusya, iticisi İran, çekingeni Türkiye olduğu ortada. YPG/PYD terör örgütü masada olursa o masaya oturmam söylemi kendi başına anlamlı olabilir, fakat hepsi bu kadar. Ötesi yok. Bu ittifakın temelleri daha önce Rusya, İran ve Irak arasında atıldı, AKP yönetimi buna dâhil olmaya çalışıyor.

İktidar izlediği dış politika ile Türkiye’yi çoklu bağımlılığa sürükledi, bu sıkışıklıktan kurtulmak için Soçi buluşmasını bir fırsat olarak görmek istiyor. İktidar böyle okuyor olabilir, fakat ABD ve Avrupalı müttefikleri AKP’ye bunu kullandırmak istemiyorlar. ‘S 400 alırsan NATO sisteminden yararlanamazsın’, vb. söylemleri bunu yansıtıyor. Hamasi söylemlerle bunu aşmak mümkün mü? Bahçeli’nin bu söylemlere prim vereceği açık, hatta AKP bize yanaştı diyenler de bu söylemi destekleyebilir, fakat dış politikada bunların etkisi yok denecek kadar azdır.

Sonuç olarak bugün gerçekleşmekte olan Soçi buluşmasında yeni, alternatif bir ittifak sistemi çıkacağını beklemek yersizdir. Soçi’de taraflar birbirlerine karşı pozisyonlarını netleştirip, anlaşamadıkları noktaları sıralayacaklardır. Soçi de sorunları çözen alternatif bir ittifak sistemi çıkacağını ileri sürmek yersiz, fakat sorunları dönüştüren bir ittifakı kurmak mümkündür. ABD’nin yerine Rusya’yı koyun (üstelik aynı çapta hegemon olmadıkları halde), sorunun dönüştüğünü fakat çözülmediğini göreceksiniz. İnsan aklı bu sorunların üstesinden gelebilecek kadar gelişkindir, marifet onu alternatif sistem içinde doğru yönde kullanabilmektir.