Revizyonizm

Ukrayna meselesi, uluslararası politika üzerine çalışan akademik çevrelerde olduğu gibi politika yapıcılarının da gündemini meşgul etmeye devam ediyor ve uzun süre daha devam edecek.

Akademisyenler ve politika yapıcıların bir kısmı, Putin’in Kırım’ı referandum yoluyla özerk bölge olarak ilhak etmesini “egemen eşitlik”, “toprak bütünlüğünün korunması” ve “iç işlerine müdahale edilmemesi” prensiplerine dayalı var olduğu iddia edilen uluslararası sistemi çöküşe götüreceğini ileri sürmekteler. Bu çevreler en hafifinden hafızalarını yitirmiş olmalılar. Şimdi mi hatırladınız uluslararası sistemin prensiplerini? 1990 ve 2003 yıllarında Irak’a karşı yürütülen savaşlar ve 1999 yılında NATO’nun uluslararası hukuku çiğneyerek Yugoslavya’ya karşı yürüttüğü savaş esnasında bu çevrelerin çoğu 1990 savaşını uluslararası hukuka göre Kuveyt’in “toprak bütünlüğünün korunması” prensibi, Yugoslavya’ya karşı savaşın (1999) ise insan haklarını korumak adına, 2003’de Irak yönetiminin elinde kitle imha silahı bulunduğu yalanına demokrasi inşası sosu ekleyerek, uluslararası hukuka göre yasak olan “savaş”ı meşrulaştırmak için ellerinden gelen desteği vermişlerdi, bugün prensiplerden söz edenler.

Irak’a (1990) karşı yapılan askeri müdahale Irak’ı fiilen üçe böldü. Yugoslavya’ya karşı yapılan NATO (1999) askeri müdahalesi uluslararası hukuka aykırı olarak Kosova’yı fiilen Yugoslavya’dan kopardı ve 2008’de Kosova’nın bağımsızlığını resmi olarak tanımaya başladılar. 2003 yılında ABD ve İngiltere’nin BMGK kararı olmaksızın tek taraflı olarak yaptığı askeri müdahale Irak’ı “toprak bütünlüğünü” muhafaza edemez duruma soktu. 2011’de Libya’ya karşı yürütülen savaş, bir kabile konfederasonunu yıkıp, yerine başka bir kabile konfederasyonunu iktidara taşıdı, fakat istikrarsızlık halen devam ediyor, “iç işlerine müdahale etmeme” prensibi hak getire.

Bütün bu savaşları ve uluslararası hukuka yakırı politikaları savunan akademik çevreler ve politika yapıcıları insan hakları, demokrasi ihracı gibi içi boşaltılmış söylemleri gerekçe göstererek savundular. Suriye bahsinde ise 2011 Mart ayından beri muhalefeti silahlandırırken henüz kodifikasyonu yapılmamış “koruma sorumluluğu” tekerlemesi ile meşrulaştırmaya çalışmaktadırlar.

Şimdi bu çevreler, Ukrayna konusunda uluslararası sistemin yukarıda sözü edilen prensiplerinin çökmekte olduğunu hatırladılar. Bazıları daha da ileri gidip, ABD’nin Reagancı politikaya dönerek Rusya’yı silah teknolojisi üzerinden köşeye sıkıştırması gerektiği görüşünü savunmaktalar. Bunlara eleştirel bakmak gerekiyor.

Ukrayna’da yaşananların ana çerçevesi şudur: ABD ve AB, Ukrayna’da etki alanı oluşturmak istemekteler ve bu doğrultuda Ukrayna’da sivil darbeyi destekleyerek, Yatsenyuk’u iktidara taşıdılar. Durumu sağlama bağlamak için Yatsenyuk hükümeti IMF ile anlaşma imzaladı, borçlandı. Şimdi Ukrayna’da iki iktidar var: Yanukoviç ve Yatsenyuk. Putin yönetimi ise buna karşı kendi etki alanını kaybetmemek için doğu Ukrayna’da şehirler üzerinden etki alanını konsolide etmek istiyor. Bu doğrultuda Kırım’ın Rusya Federasyonuna ilhak edilmesini sağlayan (Adalet Divanı’nın Kosova’nın bağımsızlığı hakkındaki kararını hatırlayın) fiili durumu yarattı ve bu politikanın devamı niteliğinde doğu Ukrayna kentlerinde benzer girişimler, özellikle 25 Mayıs seçimlerinden önce, gündeme gelirse şaşırtıcı olmayacaktır. Putin, Batı’nın başka bölgelerde benimsediği yöntemleri uygulamaya koymaktadır. Akademik dille söylemek gerekirse Rusya ve Batı, Ukrayna’da anarşik hiyerarşi kurma yarışındalar. Diğer bir ifade ile söylemek gerekirse, Batı’nın nüfuz alanı oluşturma politikasına karşı, Rusya’nın nüfuz alanını konsolide etme politikasıdır.

Türkiye açısından olaya bakınca, altı kalın çizgilerle çizilmesi gereken nokta şudur: Karadeniz bölgesinde 1936’dan beri süregelen savaşsızlık ortamı riskli bir kavşağa girmektedir. Karadeniz bölgesinde uzun süredir devam eden istikrarlı güvenlik durumunu değiştirmek isteyen Rusya değil, ABD ve AB’dir. Rusya, statükonun ABD ve AB lehine dönüşmesine karşı bölgesel düzlemde sert tepki vereceğini açıkça göstermektedir. Batı ile Rusya arasında yaşanan etki alanı rekabeti hangisinin lehine dönüşürse dönüşsün, ortaya çıkacak yeni durum Türkiye açısından yeni riskler içermektedir.

Rekabetin nereye evrildiğini iki göstergeye bakarak anlamak mümkündür. İlki, eğer Ukrayna NATO üyesi yapılırsa (şimdilik Almanya karşı çıkıyor) statükonun Batı lehine dönüşeceği anlamına gelir, aynı doğrultuda eğer Ukrayna’ya ABD askeri üssü yerleştirilirse rekabetin şiddetleneceği anlamına gelecektir. İki durumda da Ukrayna’nın toprak bütünlüğünün korunması mümkün olmaktan çıkacaktır ve Karadeniz güvenliği istikrarlı olmaktan çıkar, çünkü Rusya büyük tepki verecektir. Rusya etki alanını konsolide ederse kısa ve orta dönemde statükoya dönecektir. Bu durumda devletler sisteminin prensiplerini bölgesel düzlemde çökerten iddia edildiği gibi Rusya değil, Batı’nın revizyonist politikasıdır. NATO, Türkiye’nin başını belaya sokacak girişimde bulunursa şaşırtıcı olmayacaktır.