Küçük diktatörler

Balkanlar’da yaşananlar, sorun birikimi ve dönüşümünü net yansıtıyor.

1990’lı yılların başında Balkan ülkelerinin hepsine komünist/sosyalist partilerin yerine çok partili rejimleri yerleştirmeleri, merkeziyetçi planlamadan uzak durup ekonomilerini serbest piyasa kurallarına göre yapılandırmaları, özelleştirmeleri hızla gerçekleştirmeleri, anayasalarını yeni düzene uygun hale getirmeleri, temsili demokrasiyi benimsemeleri önerilmekle kalmadı, bunları yerine getirmeleri şart koşuldu.

Bu izden yürümeleri öğütlendi, başka seçenek yok dendi. Bazıları şok tedavi, bazıları zamana yayarak, fakat istisnasız hepsi bu önerileri benimsedi, uyguladı.  

Bütün bunları umutla yaptılar, beklediler; her şey eskisinden daha iyi olacak diye!

Olmadı.

Tersine, durum daha da kötüleşti. Gençler yaşadıklarının dışında başka seçenek pratiğini yaşayarak göremediler. Bugün 40 yaş üzeri insanlar ise eski yönetimleri özler durumda. Geçmişte eğitim, sağlık ve barınma sorunları bugünkü kadar kötü olmamıştı, daha iyi örnekleri mevcuttu.

Liberal dünyanın söylediği ve beklediği hemen hemen her şeyi yaptılar. Yine de suçlandılar; ‘siz zaten şahsına münhasır’ toplumlarsınız, ‘barut fıçısı’ bir bölgesiniz dediler.  ‘Medeniyet çatışması’ olması gereken bölge olarak sunuldu Balkanlar; ABD’nin organik eliti Huntington böyle buyurmuştu zira.

Açıkça söylemekten kaçınsalar da İslamcılar medeniyet çatışmasını ‘medeniyet buluşması’ adı altında içten içe pek sevdiler. Dini kimlik üzerinden toplumu çatıştırma işlerine gelecekti. Dini kimlikler çatışmalıydı ki İslami mirasın varlığı tescil edilsin. Bazıları İslami kimliği canlandırmak adına çok gayret etti. Bu uğurda İslamcılar yarışa girdiler; sonuç kapkara. Balkanlarda IŞİD cirit atıyor.

Sosyolojik olarak Balkanlı toplumlara suç sizde, kapitalizmde değil, dediler. Kısacası yerel aktörleri suçladılar. Öte yandan suçladıkları aktörlerin, uluslararası finansal kuruluşların öngördükleri politikaları yerine getirecek kadar güçlü-zalim olmasını beklediler. Böylece güçlü liderleri desteklediler, böyleleri yoksa yenilerini ürettiler.

Güçlü liderler hızla yolsuzluğa bulaştı; iktidarlarına destek bulmak için nepotizme başvurdular; muktedirliği sürdürebilir kılmak için hızla despot haline geldiler. Bugün baş belası olarak damgalanıyorlar.

Kim bunlar?

Bunlar Küçük Diktatörler.

Küçük diktatörler ulusal yapılar ile uluslararası yapıların ortak üretimidir. Bunlar A,B,C kimliğiyle anılır, fakat esasen kapitalist sistemin becerikli çocuklarıdır.

Bakın Makedonya’ya, Bosna-Hersek’in iki idari birimine, Arnavutluk’a, Karadağ’a, Sırbistan’a, Bulgaristan’a, Romanya’ya, Hırvatistan’a, Polonya’ya. Buralarda küçük diktatörler ulusal ile uluslararası yapıların ortak ürünü olarak ortaya çıktılar. Siyasi iktidarı eline geçiren küçük diktatör, kendisine yönelik potansiyel muhalefeti ya illegal mekanizmalar üzerinden dinletiyor veya izletiyor; eline geçirdiği yarım yanlış bilgiler üzerinden hapse attırıyor; kısacası toplumu baskı altında tutuyor. ABD’nin Almanya’yı, Almanya’nın Balkanları dinlettiği yakın geçmişte ortaya çıkmıştı. Küçük diktatörler onlara öykünmüş olmalılar.

Polonya’da bulunan küçük diktatör anayasa mahkemesinin kararlarını salt çoğunluk ile değil, üçte iki çoğunluk ile alması gerektiğini ileri sürerek, bu doğrultuda yasal düzenleme arayışında.  Muhalefete tahammülü yok. Macaristan’da kimin haddine düşmüş Orban’ı eleştirmek!

Balkanlarda Üniversiteler abluka altına alınmış, eleştiriye karşı şiddet normal bir uygulama haline getirilmek isteniyor. İktidarı eleştirenlerin en hafifinden araştırma fonları kesiliyor. Eleştirenler dışlanıyor. Korku yaygınlaştırılmak isteniyor.

Doğu Avrupalı eski bir öğrencim şimdi meslektaşım, ‘üniversitede yerimi bulamıyorum, bizi ne hale getirdiler diyor’ …

1990’lı yıllarda neo-liberalizmi eleştirenler neredeyse vatan haini derecesinde suçlanırdı Doğu Avrupa ülkelerinde;  bugünlerde Margaret Thatcher’ın alternatifsizlik olarak sunduğu neo-liberalizm eleştirilir oldu, hayat dayattıkça.

Artık liberaller dahi eleştirmek istiyor neo-liberalizmi, fakat dayanak noktaları kalmadı. Küçük diktatörler üretilirken karşı çıkmayan, hatta onlara meşruiyet kazandırmak üzere üretilen ‘güçlü iktidar gerekli’ söylemini savunanların ayakları yere basamaz…

Merkel ve AB liderleri sığınmacı tüccarı haline geldiler. Sığınmacı tüccarlar ile küçük diktatörlerin ilişkisi ne? Sığınmacıların Almanya’ya gitmelerini önleyen küçük diktatörlerin yolsuzluklarına göz yumuluyor. Açık örnek mi? İşte Makedonya. Avrupa Birliği Makedonya yönetiminin yolsuzluklarına göz yumuyor, yeter ki küçük diktatörler sığınmacıların Avrupa içlerine gitmelerini engellesin.

Karadağ yönetimi ve muhalefeti kavgasız gürültüsüz keselerini şişirmekle meşguller; çok medeni bir tutum!

650 bin nüfuslu bir ülkede 10-15 milyon dolarlık kişisel hesaplardan söz ediliyor. 15-20 yılda 15-20 milyon dolar sermaye birikimi, hem de kişisel hesapta …. Bizdeki sermaye eminim hayıflanıyordur; ne kadar hızlı birikim diye.

Kosova’da mecliste gaz bombası atanlar Haşim’in eski arkadaşları; dış yardımlarda azalma olduğu için birbirinin ayaklarına basıyorlar. Muhalefet iktidarı, iktidar muhalefeti aynı nedenle vatana ihanetten suçluyor. Kosova’yı satıyorsunuz diyorlar. AB’nin akilleri ikisine de bunu böyle yapmazsanız sümen altında tuttuğum dosyalarınızı ortaya sererim diyor. Ne kadar değerli bir değer. Normatif oluşu da cabası…

Kimse işsizliğe çözüm bulabilmiş durumda değil; Kosova’da genç işsizlik oranı (18-24 yaş arası) çok yüksek, %60 civarı. Piyasa böyle istiyorsa yapacak bir şey var mı? Kosova’da sorunu dönüştürmek bile mümkün olmaktan çıktı, bırakın çözüm üretmeyi.

2013’den itibaren Kosova’dan Almanya’ya büyük çaplı mülteci akını vardı; fırsat bulsalar halen olacak; öte taraftan Kosova yönetiminden Suriye, Afgan, Pakistanlı, Iraklı göçmenlerin geçişlerini önlemesi bekleniyor. Nasıl olacak?  Kendisi göç veren bir ülke, sığınmacıların kendi üzerinden geçişini önlemesi bekleniyor!

AB’ye üyelik bütün sorunları çözecek dediler; Bulgaristan ve Romanya örneklerinde olduğu gibi, üye olanlar sorunlarının çözülmediğini gördü. Yolsuzluk diz boyu; AB Komisyonu bu ülkeleri sürekli bir mekanizma üzerinden düzenli olarak denetliyor. Üye yapılmayanlar ise ötekileştirildi. Ötekileştirilenler gibi üyeleştirilenler de küçük diktatörlüklerle yönetiliyorlar. İki durum da iç açıcı değil.

Baltık ülkeleri NATO üyesi olmayı çok istediler; erkenden oldular. Şimdi çatışma alanı haline gelmekten korkuyorlar. ABD Baltık ülkelerini militerleştirmeye gayret ederken, Putin buna izin verirseniz İskender füzelerini size çeviririm diyor. İki ucu temiz olmayan değnek. AB ve NATO barış ve istikrarı getirecekti; beklediler, katıldılar ve gördüler ki çifte bağımlılık: Hem ABD’ye hem AB’ye. Bir de İskender füzeleri kendilerine bakıyor.

NATO, Avrupa-Atlantik alanında kapitalizmi korumak üzere icat edilen bir örgüttü, kapitalist-emperyalist sistemi korumaktı amacı. Bu rolü halen devam ediyor; yeni üye ülkeleri cephe-çatışma alanı haline getirilerek.

Doğu Avrupa’da küçük diktatörler, ülkelerini Avrupa ve ABD kapitalizmlerine uyumlu hale getirmek için çok çalıştılar. Rollerini yerine getirmekte hiç şaşırmadılar, eğer sığınmacılar meselesinde de başarılı olurlarsa ödül hak ediyorlar, tabi miatları da dolmuş olacak. Ya yeni işbirliği konuları üretilecek, ya da yenileri ile ikame edilecekler. Kapitalizmde sorunlar böyle dönüştürülür; asla çözülmez.

Türkiye nereye düşer usta? Bizde küçük diktatörlük asla olmaz! Böyle biline …