İç politikada geri kayış

İktidarın dış politikada ciddi bir geri kayış sürecine girdiğini daha önceki yazılarımda belirtmiştim. Benzer sürecin iç politika alanında da gerçekleştiği görülmektedir. Sarayiçi çekişmede bir taraf diğerini bakan çocukları üzerinden rüşvet ve yolsuzlukla suçlarken, iktidar karşı tarafı çete/cunta oluşturmakla suçluyor. Rüşvet ve yolsuzluk iddialarına zemin oluşturan görüntüler ve iktidarın operasyondan son dakikaya kadar haberdar olmaması karşılıklı ileri sürülen suçlamaların temelsiz olmadığına işaret ediyor. Sarayiçi çekişmelerin devam edeceğini gösteren veriler de mevcut: iktidar karşı hamle yapmaya hazırlanıyor, iktidarın eski ortağı da benzer türden ön alıcı ve can alıcı yeni iddialarını gündeme taşırsa şaşırtıcı olmayacak.

Bütün bunları nasıl okuyacağız? Sarayiçi çekişme kapitalist toplumlarda içseldir. Elbette bu normal bir süreç olarak tanımlanamaz, fakat mücadelenin ana eksenini sarayiçi çekişmelere oturtarak yola çıkmak büyük bir eksiklik olur. Çünkü kapitalizm bu tür sarayiçi çekişmeleri yen oluşumlarla ikame ederek sömürünün devamını sürdürülebilir kılmayı başarabilmektedir. Kapitalizmde sorunlar çözülmez, sorunlar dönüştürülür. Elbette yolsuzlukları araştırmak için çalışılmalıdır. Sözü edilen rakamlar emeğiyle geçinen bizler için büyük rakamlardır, fakat üretilen toplamın yasal mekanizmalar üzerinden dağıtımı göz önüne alındığında medyaya yansıyan son rüşvet ve yolsuzluk rakamlarının çok küçük olduğu bilinmelidir. Rüşvet, yolsuzluk vb illegal mekanizmaların ortaya çıkarılmasını ve suçluların cezalandırılmasını istemek gereklidir, fakat yeterli değildir.

AKP’yi neoliberal politikaları uygulatmak için iktidara taşıyan uluslararası ve ulusal sermaye, ABD, AB, liberaller, Gülen Cemaati ve bunların argumanlarına retorik desteği veren “yetmez ama evetçiler”den oluşan kutsal ittifak başta kurdukları koalisyonu artık sürdürememektedir. Neoliberal politikalar olanca hızıyla gerçekleştirildi. Uluslararası sermaye istediğini ele geçirdi, ulusal sermaye istediğini aldı fakat AKP iktidarının koruması altında palazlanan İslamcı sermayenin ortakçılığa soyunması, AKP’nin bu süreçte kendine yakın sermaye gruplarını açıktan desteklemesi ve eskiler üzerinde denetim baskısını artırması ulusal sermayenin bir kesimini kaygılandırmaya başladı. ABD’nin artık AKP’nin rol modelliğine ve arabulucu rolüne ihtiyacı kalmadı, daha da önemlisi AKP’nin kendi isteği dışında hareket edebileceğinin farkına vardı. AKP iktidarı AB için bulunmaz bir fırsattı: AKP iktidarı sayesinde Türkiye’yi hem kol mesafesinde tutabildi hem de istediklerini zahmetsizce alabildi. AKP, AB ile simbiyotik bir ilişki kurmayı umdu, fakat besleme tek taraflı çalıştı. Liberaller İslamcılarla Gülen Cemaati üzerinden ilişki kurdu, liberaller cemaatçileşti. Gülen Cemaati ise devlet içinde, özellikle polis ve eğitim sektöründe var olan örgütlenmesini siyasi güce tahvil ederek kutsal ittifakın bel kemiği olduğunu iddia etti ve bunu AKP yönetimine sıkça hissettirdi. Polis ve yargı içinde AKP’nin yetişmiş eleman ihtiyacını Gülen Cemaati karşıladı, böylece gücünü pekiştirdi. Yetmez ama evetçiler bütün bu süreçlerde “devlet merkezli” analizlere karşı çıkmak adına, kutsal ittifakın ana gövdesini oluşturanlara retorik desteği sundu. Rolleri araçsaldı.

Kutsal ittifak dış politikada yaşanan uyumsuzluklarla yıpranmaya başladı, sermayenin kaygıları ile gün yüzüne çıktı, Gülen Cemaati’nin taleplerinin artması ve liberaller ve “yetmez ama evetçiler”in hayal kırıklıkları kutsal ittifak içinde huzursuzluğu artırdı. Fakat iktidarı asıl yıpratan Gezi Direnişi oldu. Gezi Direnişi, Erdoğan’ın diktacı tutumu karşısında durulabileceğini kanıtladı. Kutsal ittifak böylece sürdürülebilir olmaktan çıktı. Geri kayış bütün hızıyla devam ediyor.