Güncel sorunlar, geçmişten dersler

Dünyada, Türkiye ve etrafında yaşanan olayların hızı göz kamaştırıcı.

Şöyle bir göz atalım, neler oluyor?

2015 yılında Obama yönetiminin İran ile vardığı nükleer enerjinin silaha dönüştürülmesini önlemeye yönelik uzlaşıyı Trump yönetiminin tamamen bozması beklenmemektedir. Öte yandan Trump yönetiminin bazı gösterilerde bulunacağı, İsrail’e daha yakın duran görüntüler vereceği beklenmektedir.

Peki başka konularda İran ile ilişkisi nasıl seyredebilir? ABD öncelikle İran Körfezinde bulunan, gelirlerinin büyük çoğunluğu fosil enerji yataklarına bağlı olup, bol harcama yapmayı alışkanlık haline getirmiş bulunan irili ufaklı düşman ikiz kardeşlere (emirlikler ve Suudi Arabistan) de mesaj vermek adına İran körfezinde gösteriler yapabilir. Bölgede bulunan Emirliklerin kendilerine ait savunma sistemi olmadığı ve fakat ABD’nin savunma ağı içinde bulunduklarını unutmayalım. Tabii ki masrafları ABD değil, Emirlikler karşılıyor. Her ne kadar ikiz kardeşler arasında düşmanlık gösterileri olsa da bölge Emirlikleri ABD emperyalizminin söylediğinin dışına bu güne kadar çıkmadılar. Katar ile Suudi Arabistan ve diğer Emirlikler arasında bazı sürtüşmeler yaşansa da bu sürtüşmelere yol açan nedenlerin hiç biri bunları büyük çatışmalara sevk edecek çapta değil.

Daha açık söylemek gerekirse, Körfez bölgesinde bulunan Emirlikler arasında bir savaş beklentisi yok. İran ile ilişkiler ise eskisi gibi gerginliklerle devam edeceğe benziyor.

Putin bu Emirlikler ve Suudi Arabistan Krallığı ile sıcak ilişki kurmaya çalışsa da bunun sınırlılıklarının farkında. Yani bu bölgeyi ABD’nin elinden almaya kalkacağını beklemek yanlış olur. Öte yandan Suudi ailesine füze savunma silahları satmak istediği ve Suudi ailesinin de almak istediği biliniyor. ABD’nin bölgeye yerleştirdiği savunma sistemine uyumlu olmayan Rus yapımı füze savunma sistemleri kimi kime karşı koruyacak? İlginç bir durum ortaya çıkıyor. Rus yapımı füze savunma sistemleriyle emirlikler, krallıklar, yani gerici hanedanlıklar kendilerini koruma altına alma gayreti içine girdikleri anlaşılıyor. Burada altı çizilmesi gereken nokta şu; hanedanlıklar her şeyden tedirgin olmuş durumda. ABD yönetimlerinin bu bölgede gerektiğinde at değiştirmek isteyebileceklerini biliyorlar. Bu nedenle Rus yapımı savunma sistemi alarak hanedanlıkların bekasını sağlayacaklarını zannediyorlar. Mesele ülkenin savunması değil, hanedanlıkların varlığını sürdürebilmesi. Elbette hiçbir şeyin garantisi yok. Tek gerçeklik, yeraltı kaynaklarını halka dağıtmak yerine kendi bekasını önceleyen iktidarların işbirlikçiliği.

Kısaca söylemek gerekirse; İran körfezinde büyük bir değişim beklentisi mevcut değil, asalak iktidarlar gölgelerinden dahi endişe eder durumdalar.

Irak konusunda durum şu: ABD dışişleri bakanı Tillerson, Irak’ta bulunan yabancı güçlerin Irak’ı terk etmesi gereğini dile getirdi. Tillerson, İran’ın patronajındaki Haşdi Şabi adlı Şii milis güçlerinin Irak’tan çıkarılması gerektiğini Irak başbakanına iletti. Irak merkezi yönetimi ise Haşdi Şabi güçlerinin Irak ordusu mensubu olduğunu söyleyerek durumu idare etmeye çalışıyor. Bu durumun bugün Ankara’da gerçekleşecek İbadi-Yıldırım görüşmesinde gündeme nasıl geleceği ilginç olabilir. Erdoğan’ın gönlünde yatanın Şii milis güçlerinin Irak’tan çıkarılması olduğu biliniyor. Öte yandan Barzani meselesinden dolayı Irak merkezi yönetimi ile hızlı bir ahbaplık kurmak istiyor. İbadi’ye karşı bir pozisyon almaları beklenmez. Hatta bugünkü görüşmede Kerkük-Ceyhan boru hattını Barzani’yi bypass ederek yeniden çalıştırır hale getirirlerse iki taraf için de başarı hikayesi üretilmiş olacaklar. Gerçekte ise 2014 öncesine dönüşten başka bir şey değil.

Bu durumdan memnun olmayan İsrail’in ABD yönetimini risk almaya, böylece Kürt kartını daha netleştirmeye yöneleceğini beklemek mümkün, ancak Trump ekibinin kriz yönetiminde çok başarılı olduğu söylenemez. Diğer bir ifade ile, Irak’taki karmaşık durumdan kimin nasıl besleneceği zamanla ortaya çıkacak.

Kerkük’te ortaya çıkan durum ise tipik sorun dönüştürme vakasıdır. 2014’de IŞİD saldırısı karşısında alanı hızla terk eden Irak merkezi yönetimi Kerkük’ün el değiştirmesine göz yumdu. ABD ve Türkiye desteği ile (ve Almanya’nın ayrıca sağladığı silah ve eğitimle) eğitilip donatılan Peşmergeler Kerkük’ü IŞİD’tan alınca IKBY’nin özerklik sınırları içinde bulunmamasına rağmen burada bir oldu bitti yaratıp Kerkük’e el koymaya kalktı ve bunu konsolide etmeyi umarak bağımsızlık referandumu gerçekleştirmesi sorunu çözmedi; dönüştürdü. Irak, İran ve Türkiye bu duruma doğrudan karşı çıktılar ve bir araya gelip, birlikte yaptırımlar uygulamayı planlıyorlar.

Bugün yapılacak Yıldırım-İbadi görüşmesi izlenecek politikanın neleri içerdiğini daha net gösterecek. Kerkük konusunda sorunun dönüştürülmesinin ötesinde bir durum ortaya çıkacağını beklemek için anlamlı bir veri bulunmamaktadır.

Bütün taraflar yerel devlet-dışı-örgütler üzerinden oyun oynamaya çalıştıkları için hepsi aynı yanlışı yapıyor. Bu konuda deneyimli olan emperyalistler ise hem devlet-dışı-örgütleri hem de devletleri bu doğrultuda kullanabiliyor.

Sonuçta emperyalizm nimetleniyor.

Kısaca hatırlayalım; Saddam Hüseyin 1979-1988 yılları arasında ABD’nin İran’a karşı adamı idi, İran’ı zayıf tutmak için onu kullandılar, silah sattılar ve borçlandırdılar. Borcu ödemekte zorlanan Saddam yönetimi Kuveyt’e saldırınca uluslararası normlar ve hukuk devreye sokuldu. Sınırların zora dayanan yöntemlerle değiştirilemeyeceği ilkesine istinaden 1991’de Irak’a karşı askeri müdahalede bulundular. 2003’te ise aynı ilke yok sayılıp tek taraflı, BMGK kararı olmaksızın Irak’a karşı askeri müdahalede bulunup Saddam yönetimini devirdiler. Bütün bu süreçlerde devlet-dışı-örgütler ve komşu devletler (Türkiye dahil) kullanıldı. Irak fiilen üçe bölündü, yeraltı kaynaklarını uluslararası karteller dünya piyasasına sokuyor; elde edilen gelir büyük olmasına rağmen, Barzani, bürokratlarının maaşını ödeyemiyor; Irak merkezi yönetimi İran’a dayanmak durumunda kalıyor; IŞİD tozu dumana katıyor; IŞİD’a karşı Peşmergeler eğitilip donatılıyor; Barzani Kerkük’te daha fazlasını istiyor. Referandumla bunu pekiştireceğini umuyor fakat tekrar başa dönüş yaşanıyor. Fazla söze lüzum yok, resmin tekrar edip durduğunu ancak aptallar görmez.

Ortadoğu ile ilişkili fakat bu bölgenin dışında iki bölgede daha ilerde ciddi sonuçları olacak gelişmeler yaşanıyor. Japonya başbakanı erken seçime gitti ve büyük bir zafer ilan etti. Yapmak istediği şey; anayasada değişiklik. Kolay olmasa da, başbakan Abe, bunun üzerinden politika üretmek istiyor. Savunma sanayiine yatırım yapabilmek için ABD’nin Japonya için II. Dünya savaşı sonunda yazdığı anayasada değişiklik yapmayı istiyor.

Keza seçimlerden yeni çıkan Almanya’da tartışma konularından en yakıcı olanı, kurulacak koalisyonun gündemine oturan konu da savunma sanayii meselesi. Almanya savunma konusunda daha cevval olmak istiyor. Britanya’nın AB’den ayrılması, AB’nin güvenlik ve savunma mimarisi tartışmasını alevlendireceğe benziyor. Almanya, Fransa ile ortak bir pozisyon üretmeyi deneyecek, Trump Avrupalı devletlere savunma harcamalarını artırma doğrultusunda daha kışkırtıcı olacak. Kapitalist emperyalist yapılar ve aktörler içine düştükleri açmazlarını savunma sanayiine daha çok kaynak aktararak aşmak istiyorlar. Bunun sonucu bölgesel savaşların artacağı açıktır. Kapitalist-emperyalist yapılar çözüm üretmezler, sorunu dönüştürerek sömürüyü devam ettirirler.

Bu durum bir zorunluluk değildir. Alternatif sistem mevcut ...

Çok uzağa gitmeye gerek yok; yüzüncü yılını idrak ettiğimiz Bolşevik devrimi, kapitalist-emperyalist yapıların yerine alternatif sistemin kurulabileceğini gösterdi. Türkiye’de, iki yıl sonra, bağımsızlık mücadelesi başlatılabildi; aydınlanmacı cumhuriyet kurulabildi. Bütün bunlardan dersler çıkarmak mümkündür.