Dünyevîleşme zamanı

İktidarın, uluslararası ve bölgesel krizleri, kendi Faşizan-İslamcı rejimini tahkim etmek için kullandığı herkesin malumu. Suriye ve Rusya ile ilişkilerimizin geldiği düzey bunu yeterince net yansıtıyor.

Mülteci sorunu içler acısı hale geldi. İnsanî bir mesele, büyük bir güvenlik sorununa dönüştürüldü. İktidar bunu araç olarak kullanıyor.

İktidar yurtiçi siyasal krizleri de kendi amacına uygun tahkim etmek için kullanıyor. Daha da vahimi, yurtiçi krizleri kendisi çıkartıp, bunlar üzerinden yeni rejimi tahkim etmeye gayret ediyor. İktidar dinsel bilgi üretimi ile yeni rejim arasında doğrusal bağ kuruyor.

Laiklik karşıtı söylem ve fiilleri yeni rejimi tahkim etmek için kullanıyor.

Bu ilişkiyi kavramak için öncelikle "laiklik nedir" sorusuna cevap bulmakta yarar var.

Laiklik ile sekülerlik arasında fark var mı? İkisi aynı, biri Fransızca, diğeri İngilizce [1]. Farklı imiş gibi sunmak laf kalabalığıdır.

Peki, laiklik/sekülerlik nedir?

Devlet ile din işlerinin ayrılması.
Devletin din işlerine karışmaması.
Dinin/dinsel olanın devlet/toplum işlerine karışmaması.

Türkiye tarihinde bunların ilk ikisi üzerine tartışmalar çokça yapıldı. Bir dönem ilki üzerinde uzlaşı da oluştu, daha sonra İslamcılar ve liberaller ikinciyi öne çıkardılar. Üçüncüsü, pek tartışılamadı, fakat kendini laik/seküler olarak tanımlayanların büyük çoğunluğunun özlemi bu idi.

Türkiye şimdi başka bir noktada: yeni bir rejim oluşturuluyor.

Yaşananları çok dikkatli tahlil etmek durumundayız.

Kavramları doğru, açık ve anlaşılır kılmak gerekir.

Laiklik kavramı bunların başında geleni. Laiklik/sekülerlik kavramının Türkçe karşılığını Gümeç Karamuk hocam ‘dünyevîleşmek/dünyasallaşmak’ olarak veriyor [2]. Gümeç Hoca ilahî bilgiler dışındaki gerçekliğin keşfi ile dünyevîleşmenin hız kazandığını, dini yapılar arasında yaşanan müzakere ve mücadelelerin de siyasetin dünyevîleşmesine ivme kazandırabildiğini vurguluyor [3]. Bu tespitler çok önemli.

Aydınlanma, genel olarak dinî/ilahî fenomenin mistik olmaktan çıkartılması, ilahî bilgilerin dünya tarihi içine yerleştirilmesi ve daha önemlisi bilgi üretiminin dünyevîleşmesi, böylece toplumun, siyasetin, hukukun ve ekonominin dünyevîleşmesinin çok önemli bir uğrağıdır. Bu anlamda aydınlanma, toplumun ağırlıklı olarak ilahî bilgilerle sınırlı belirlenimlerden çıkarılması sürecidir.

Dünyevîleşme ile ‘yeni rejim’ arasındaki ilişki tam da bu noktada önemli hale geliyor.

İktidar,“Müslüman nesil yetiştirerek” dünyevîleşme karşıtı süreci tahkim ediyor. Bunu hayatın her alanında faşizan yöntemle yapıyor. Kimi zaman yasakçı, kimi zaman zor kullanarak… Bi-taraf olma seçeneğini dahi yok sayıyor. Ya benim yanımdasın ya da etkisiz kılarım diyor.

Bu mesele çok iyi tahlil edilmeli, bu gidişe dur diyebilecek çözüm ivedilikle bulunmalı. Geç kalma lüksü yok.

Yanlış beklenti içinde bulunup, iktidarın değirmenine su taşımak yapılabilecek yanlışların en büyüğüdür.

Neo-liberalizm yerel, etnik ve dinî kimlikleri öne çıkardı, temel muhafazakâr değerlere dönüşü öngördü. Kilise, cami, dinî, cemaat örgütleri; kan bağı, aşiret, etnik köken vb. kimlikler öne çıkarıldı, beslendi. İşçi sınıfı ve küçük ve orta ölçekli üreticiler her kriz sonrası dinsel kurum ve kuruluşlara daha çok sığınmak, daha çok bağımlı hale gelmek durumunda bırakıldılar. Sosyal hakları ellerinden alındı, dayanışma ve mücadele zemini olan örgütleri kayganlaştırıldı, zayıflatıldı, böylece örgütsüz kitleler ortaya çıktı. Örgütsüz kitleler muhafazakârlığı besler hale geldi.

Bugün gelinen durum bundan da öte; Türkiye örneğinde, temel burjuva hakları aranır durumda.

Yeni rejim eleştiriye tamamen kapalı, bütün burjuva değerleri, temel hakları bir kenara iterek,kişiye sadakati öngörüyor. Devlet-toplum sözleşmesinden söz edilmesine dahi tahammülü yok. Yeni rejim kendi varlığını tahkim etmek için yurtiçi siyasi krizleri açık çatışmaya götürmekten çekinmeyeceğinin işaretini çoktan verdi.

Sol’un büyük çoğunluğunun bunu gördüğünü söylemek mümkün. Sosyal demokratlar daha geriden takip ediyorlar. Ulusalcılar ise yanlış beklenti içinde.

İktidarın yurtiçi siyasi krizleri kendi faşizan-İslamcı emelini tahkim etmek için kullanmasına karşı durmak elzem hale gelmiştir. Bu doğrultuda, dünyevîleşme, ortak-hedefi belli mücadele için anlamlı kavramsal bir zemin sunabilir. Zaman dünyevîleşme zamanıdır.


[1] Gümeç Karamuk, “Dağılmış Roma İmparatorluğu’nun Alanında Roma Zihniyetinin İzleri”, Belleten, LXVIII/253, Aralık 2004, ss. (621-630).

[2] Aynı eser.

[3] Aynı eser.