Doğu Akdeniz’de yeni bir gerginlik konusu

Bugünlerde Doğu Akdeniz’de gerginlik artıyor. Niçin ve kime hizmet edecek? 

Neler oluyor? Bunu bilmek kadar, yaşananları doğru bağlam içinde okumak da önemlidir.

Büyük enerji tekelleri Doğu Akdeniz’e çöktüler. Doğu Akdeniz parsellendi, taraflar pozisyon almaya başladı.

Son haftalarda tarafların yaptığı hamleler gerginliğin tırmanacağına işaret ediyor. 

Endişem odur ki, Yunanistan ile Türkiye arasında bulunan çok sayıdaki sorunlar yumağına yeni bir tanesi daha ekleniyor. İki tarafta da hamasi söylemler boy verdi.

Türkiye yönetimi, Libya’nın BM nezdinde muhatap olarak kabul gören ama alanda rakibi karşısında zayıf olan Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti ile 27 Kasım 2019’da iki Mutabakat Muhtırası (‘Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile Libya Devleti Ulusal Mutabakat Hükûmeti Arasında Akdeniz’de Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası ve Güvenlik ve Askeri İşbirliği Mutabakat Muhtırası’) imzaladı. 

Yunanistan yönetimi ise Doğu Akdeniz’i Münhasıran Ekonomik Bölgelere (MEB) ayırma antlaşmalarını Türkiye yönetiminin ilişkisinin iyi olmadığı bölge aktörleri ile son yıllarda ardı ardına imzaladı. Böylece Türkiye bu denklemin dışına itildi. 

Türkiye yönetimi bu süreci tersine çevirmek için hızlı bir hamle yaptı: Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti ile 27 Kasım 2019’da iki Mutabakat Zaptı imzaladı, böylece Doğu Akdeniz’de enerji ve askeri denklem içinde hesaba katılması gereken bir aktör olduğunu ilan etti. 

Mutabakat Zabıtlarından ilki ‘Akdeniz’de Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası’, 5 Aralık’ta TBMM’de onaylandı, Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti Konsey başkanı Sarraç da bunu hızla onayladı. 

Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti ile Türkiye yönetiminin aynı tarihte imzaladığı ikinci Mutabakat Muhtırası, 'Güvenlik ve Askeri İşbirliği Mutabakat Muhtırası’ 21 Aralık günü TBMM’de görüşüldü, kabul edildi ve 23 Aralık günlü onay kanunu Resmi Gazete'de yayımlandı, yürürlüğe girdi. Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti Konsey başkanı Sarraç bunu ilki ile birlikte onaylamıştı.

22 Aralık günü Yunanistan Dışişleri Bakanı, Libya’da Ulusal Mutabakat Hükümeti’yle iç savaşta bulunan Hafter’in başında bulunduğu Libya Ulusal Ordusu temsilcileri ile Bingazi’de görüştü. Gelecek Ocak ayı başında ise Yunanistan, Kıbrıs Rum Yönetimi ve İsrail birlikte İsrail’in Münhasıran Ekonomik Bölge (MEB) olarak tanımladığı alanda keşfedilen gazın Avrupa piyasasına taşınması için yaklaşık 2000 km mesafeli boru hattı döşenmesi anlaşmasını Ocak ayının ilk haftası imzalayacaklarını 23 Aralık günü ilan ettiler.

Yunanistan yönetimi Türkiye yönetiminin hamlesine karşı yeni bir hamle yapmış oldu.

Böylece Türkiye ve Yunanistan yönetimleri Libya’da yaşanan iç savaşta karşıt tarafları destekleyecekleri mesajını verip, duruşlarını açıkladılar.

Bundan sonra neler olabilir? Büyük ihtimalle taraflar birbirini BM’nin ilgili organlarına şikâyet edip, meseleyi uluslararası mahkemelere taşımaya çalışacaklar.

Bu konuda Yunanistan ile Mısır’ın pozisyonlarının benzer olduğunu tespit etmek mümkün. Nitekim Mısır hükümeti, BM Güvenlik Konseyi Başkanına hitaben sunduğu 16 Aralık tarihli mektupta, Türkiye ile Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti Konsey başkanı arasında imzalanan Mutabakat Muhtıralarını tanımayacağını iki nedene bağlayarak ilan etti. İlki, Sarraç’ın Konsey başkanı olarak imzaladığı antlaşmanın Libya Temsilciler Meclisi tarafından onaylanmaması olarak sunulmaktadır. Mısır yönetimi bunu prosedürel eksiklik olarak tanımlıyor. Mısır’ın iddiasına göre ‘Başkanlık Konseyi Başkanlığı'nın, tek başına hareket eden Başkanlık Konseyi Başkanı’nın aksine, Temsilciler Meclisi tarafından onaylanması şartıyla, uluslararası anlaşmaların ve sözleşmelerin sonuçlandırılmasını içermektedir’. 27 Kasım tarihli Mutabakat Muhtıralarının ‘17 Aralık 2015 tarihli Skhirat'ta imzalanan anlaşmanın 8 inci maddesiyle çeliştiğini’ ve ‘23 Aralık 2015 tarihli 2259 sayılı Güvenlik Konseyi kararına uygun olmadığını, böylece hukuki geçerliliği bulunmadığını ileri sürmektedir. İkinci konu ise, ‘Askeri ve Güvenlik İşbirliği Mutabakat Muhtırasında silah ve mühimmat aktarımına izin verildiği’, bunun ‘Güvenlik Konseyi'nin Libya ile ilgili kararlarını ve özellikle Güvenlik Konseyi'nin 1970 (2011) kararının 9. paragrafını açıkça ihlal ettiğini’ ileri sürmekte ve Mısır’ın iki Mutabakat Muhtırasını da geçersiz saydığını duyurdu.

Hukuki bakımdan kim haklı kim değil, buna BM’nin organları karar verecektir. Karar ne olursa olsun, muhtemelen taraflar kendi pozisyonunu sürdürecekler. Taraflar dil oyunu yapmaktalar. Mutabakat Muhtırası ile Antlaşma arasındaki farkı işlerine geldiği gibi yorumlama eğilimindeler. Bu noktayı şimdilik bir kenara bırakalım. Burada dikkate alınması gereken nokta, Doğu Akdeniz’de gerginliğin artmakta olduğudur.

Mısır’dan başka Doğu Akdeniz’de Yunanistan’ın tutumu da dikkat çekicidir. Yunanistan yönetimi de konuyu uluslararası mahkemelere taşıyacağını dile getirmektedir. Türkiye yönetimi de Yunanistan’ın tutumuna karşı söylem üretmeye çalışmaktadır. 

Örneğin, Türkiye, Yunanistan hükümetini BM’nin resmi muhatap olarak görmediği Libya Ulusal Ordusu lideri Hafter yönetimi ile Bingazi’de Dışişleri Bakanı sıfatı ile 22 Aralık’ta yaptığı görüşmeyi uluslararası terörizme destek olarak tanımlayıp, Yunanistan hükümetini BM’ye şikâyet edecek. Yunanistan hükümeti, Türkiye’nin imzaladığı iki Mutabakat Muhtırasını Hafter üzerinden geçersiz kılmak için siyasi mekanizmaları hareketlendirecek. Türkiye’nin BM’nin daha önce aldığı BMGK kararı hilafında Libya’ya silah gönderdiğini, bunun uluslararası hukuka aykırı olduğunu ileri sürecek veya kendi adına ilk Mutabakat Muhtırasını Uluslararası Adalet Divanı’na taşıyacak, ikincisinde Hafter’i açıktan destekleyerek Türkiye’nin desteklediği Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni zayıflatmaya çalışacak.

Bu gidişle, Türkiye ve Yunanistan yönetimleri, ikili ilişkilerini Libya’da iç savaşın karşıt taraflarını destekleyerek daha da karmaşık hale getirecekler. Ne yazık ki sivil savaşın tarafları haline geliyorlar.

Ayrıca, iç politikada yayılmacı milliyetçi tezleri yeniden üretmek için oldukça verimli yeni bir konu icat edildi. 

‘Libya’da Sevr Anlaşmasını tersine çevirdik’ söylemi, Lozan’ın yetersiz olduğu anlamını taşır. Montrö Boğazlar sözleşmesinin bir kazanım olmadığını dile getiren duruş da aynı bağlam içinden üretilen söylemdir. Özal’dan beri temcit pilavı gibi tekrar gündeme taşınan yayılmacı hevesleri barındıran bu söylemin milliyetçi muhafazakâr kitleleri heyecanlandıracağına kuşku yok, ancak böyle bir maceranın tam karşılığının ‘evdeki pilavdan olmak’ anlamına geleceğinin de akılda tutulması lazım.

Uluslararası düzen buna fırsat sunsa dahi, günümüz koşullarında iktidarın yayılmacı bir politikayı fiilen hayata geçirmesi kolay gözükmüyor. Mali zorluklar, inandırıcı olamama, çoğu dış politika konularında başarısızlıklar vb. gibi çok sayıda nedenler var… Öte yandan, bu söylem, iktidara, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de içine düştüğü vahim durumu örtebilmesi için geçici bir malzeme sunabilir. Önümüzdeki aylarda daha milliyetçi ve muhafazakâr söylemlerin gündemi meşgul edeceğinden emin olabilirsiniz. 

Durum Yunanistan yönetimi açısından da vahimdir. Doğu Akdeniz’de bu kadar açgözlü, en hafifinden hiçbir durumda hakkaniyete dahi dayanmayan MEB tanımlama politikasını tek başına hayata geçirmesi mümkün olmadığı için, büyük enerji tekellerini bölgeye çekerek Doğu Akdeniz’in yeraltı kaynaklarını büyük enerji tekellerine peşkeş çekmektedir. 

Son tahlilde, yaşanan gerginlik, bölge ülkelerinin emekçilerine değil, büyük sermaye gruplarının ve onlarla işbirliği içinde bulunanların çıkarlarına hizmet etmektedir. Bu durumdan çıkmak mümkündür, kapitalist-emperyalist düzenin emekçileri nasıl karşı karşıya getirdiğini kavramak ve buna karşı anlamlı duruş sergilemek elzemdir.