Bosna-Hersek’te 
iki seçenek

Bosna-Hersek’te yaşanan gösteriler Türkiye ve dünya basınına epeyce yansıdı, Sol Portal da olayı ilk haberleştirenlerdendi. Bu gösterileri nasıl okuyacağız, Bosna-Hersek’te ne oldu da böylesi bir ayaklanma yaşandı? Kısa bir arka plan vermekte yarar var: 1992-1995 yılları arasında Bosna-Hersek savaş içindeydi. Savaş kamu varlıklarını tahrip etti, ulaşım ağını çalışmaz hale getirdi, üretimi durdu. Savaş yıllarında halk uluslararası yardımlarla yaşamını sürdürebildi, savaş sonrasında ise yardım bağımlılığı devam etti. Yerlerinden edilmiş insanlar büyük kentlere sığındı, işsiz kaldılar ve bölgesel (kanton) ve yerel yönetimler aracılığı ile dağıtılan yardımlarla hayatlarını idame ettirebildiler. Durum hala böyledir ve Kanton başkanlarının istifasını isteyen göstericiler asıl olarak yardımların dağıtımı sürecinde yaşanan nepotizm, usulsüzlük, yolsuzluk vb durumları protesto etmektedir.

Gösteriye katılanların tepki gösterdikleri ikinci konu ise özelleştirme sürecinde ortaya çıkan işten çıkarmalar ve yoksulluk. Eski Yugoslavya bütününde olduğu gibi Bosna-Hersek’te de elde kalan fabrikalar, atölyeler özelleştirme yoluyla yeniden dağıtım sürecine sokuldu. Savaş yıllarında askeri karargahlara ve idari birimlere ev sahipliği yapan sanayi kuruluşları bir süredir özelleştirilmekte veya kapatılmaktadır. Daha açık bir ifade ile Bosna-Hersek sanayisizleştirilmektedir. Sanayisizleştirme süreci halkı işsizliğe itmekte, yardıma bağımlı, örgütsüz lümpen proletaryaya dönüştürmektedir. Göstericilerin attıkları sloganlar bunu yansıtmaktadır. Sanayisizleştirme sürecinde yapılan yolsuzluklara karşı kalk tepkisini koymakta, polis ise buna karşı zor kullanmaktadır. Buraya kadar vurguladığım noktalar bilindiği üzere neoliberalizmin ürünüdür. Gösterilerin ardında yatan bir başka neden ise ideoloji boşluğudur. Bosna-Hersek halkları Tito Yugoslavya’sının kazanımlarını hoyratça heba ettiler. Halkların kardeşliği ideolojisi paramparça edilirken ya sustu ya da bu sürece katkıda bulundular. Clinton yönetiminin Bosna-Hersek için özel yetkiyle atadığı Richard Holbrooke’un diplomatik baskısı sonucu 1995’te imzalanan Dayton Antlaşması ve ona ekli Anayasa Bosna-Hersek’te halkların kardeşliğini yeniden üretmeyi imkansız hale soktu. Bugün Bosna-Hersek’te Boşnaklar, Sırplar ve Hırvatlar’ın ortak karar alabilmesi imkansızdır. Dayton ve ona ekli Anayasa üç toplumun ayrıksı yaşamasına yol açtı ve uzun dönemde de ayrıksı kalmasını hedefledi. Şimdi yaşanan gösterilerle bunun ilgisi şurada: Bosna-Hersek’te iki yönlü tartışma yapılmaktadır. İlki, gösterilerin sınıfsal boyutuna ve neoliberalizmin yarattığı sorunlara vurgu yaparken, ikinci tartışmada gösterilerin daha çok Boşnak-Hırvat Federasyonu içinde bulunan kentlerde olduğu Bosna Sırp Cumhuriyeti entitesinde gösterilerin daha az olduğuna işaret edilerek Federasyon içinde yeni bir bölünme sürecine dikkat çekiliyor. İlk tespitin doğruluğu kesindir, fakat altını çizmekte yarar var, neoliberalizme örgütlü bir karşı koyuş gerçekleşmediği durumda, süreç, işçi sınıfının lümpen proletaryaya dönüşmesiyle de sonuçlanabilir. İkinci tespiti abartı olarak değerlendirmek yanlış olur, çünkü gösterilerin çoğunluğu Federasyon içinde Müslüman Boşnakların çoğunlukta olduğu kentlerde yaşanmakta ve Hırvat işçi sınıfı yaşananları seyretmektedir. Hırvatların üçüncü entite olma talepleri uzun süredir bilinmektedir ve karşılaştırmalı olarak bakıldığında Hırvatların Boşnaklara göre dış yardımdan daha çok yararlanması Hırvatların seyirci konumunda kalmasına yol açmaktadır. Sırpların büyük çoğunluğu oluşturduğu Bosna Sırp Cumhuriyeti entitesinde yapılan gösteriler Boşnak göstericilere destek anlamı da taşıyor, fakat oldukça sınırlı.

Eğer gösteriler Boşnak, Sırp ve Hırvat işçi sınıfı arasında anlamlı bir dayanışma oluşumuna yol açarsa Bosna-Hersek halkı yeni bir umuda yelken açabilir, hatta alternatif bir gelişme stratejisi ile Tito dönemi halkların kardeşliği ideolojisinin kazanımlarından faydalanabilir. Fakat bu gerçekleştirilemez ise Bosna-Hersek’te yerel kimliklere dayalı çatışmacı, rekabetçi milliyetçilikler, AB’nin umarsız politikaları ile perçinlenebilir. Neoliberalizmin kötülüklerinden korunmak için ideolojik duruş, işçi sınıfının örgütlülüğü ve halklar arasında dayanışma şarttır, aksi durumlar kan, gözyaşı ve zulüm olacaktır.