Avrasyacılar Atlantikçilere karşı

Rus S400 karadan havaya füze savunma sistemi alımı hakkında tuhaf bir tartışma aylardır sürüyor. Güya iki taraf var, aslında tek ses: Silahlanalım…

Niçin?

Çünkü hava savunma sistemine sahip değiliz, diyorlar.

Bakın İsrail’in, İran’ın, Suriye’nin var, bizim yok; cıs çıplak ortadayız, diyorlar.

Türkiye’nin ciddi bir hava savunma sistemine sahip olmadığı doğru. 2007 yılında İsrail hava kuvvetlerinin F15 savaş uçakları 2 yakıt tankını Gaziantep’in Oğuzeli ve Hatay’ın Hassa ilçelerine bıraktığında bu gerçek basına da yansımıştı. Gerçek şuydu: NATO üyesi bir ülke kendi hava sahasından geçerek Suriye’ye saldırı düzenleyen İsrail savaş uçaklarının hava sahası ihlaline karşı bir şey yapamamıştı. Uçaklar yakıt tanklarını bırakarak iz bırakmasaydı durum bu kadar ayan beyan ortaya çıkmayabilirdi.

Türkiye’nin ciddi bir hava savunma sistemine sahip olmaması ciddi bir konuydu, silahlanalım fikri de önemli bir konu haline geldi.

Bazıları biz NATO üyesiyiz, bu düzen içinde silahlanalım fikrine sadık kaldı.

Başkaları NATO’ya bağımlılığımız çok arttı, eğer F35’ler gelirse hava savunma sisteminde ABD’ye bağımlılık tam olacak, bundan kurtulmak için savunma sistemimizi çeşitlendirelim, Rusya’dan hava savunma sistemi alalım fikrini gündeme getirdi.

Memleketin mühim silah uzmanları böylece ikiye bölündü: S400'cüler Patriotçulara karşı…

Ne yaman bir mücadele!

Taraflar iddialarını nasıl gerekçelendiriyorlar?

İki taraf da aynı noktadan hareket ediyor: Türkiye’nin yüksek irtifalı füze savunma sistemine sahip olmadığı ve genel anlamda hava savunma silahlarına ihtiyaç duyulduğuna dikkat çekiyorlar. Askerler de, diplomatlar da, silah uzmanları da aynı şeyi söylüyorlar. TSK’nın elinde böyle bir savunma aygıtı olmadığının altını çiziyorlar. Bu noktadan sonra aralarında ayrışma başlıyor.

Ayrışmanın siyasal konumlanma ile de ilgili olduğunu söylemek mümkün.

Atlantikçiler ile Avrasyacılar arasında bir mücadele.

Atlantikçiler THAAD (Yüksek İrtifa Bölge Hava Savunması) sisteminin Türkiye’nin NATO üyesi olması hasebiyle daha uygun olacağını; bu nedenle THAAD sistemine uygun, ABD yapımı Patriotların alınması gerektiğini ileri sürmekteler.

THAAD’ı Lockheed Martin, Patriot’u Raytheon adlı ABD silah tekelleri üretiyor. Bu iki tekel bazı projelerde ortaklar, bazen biri diğerinin alt yüklenicisi olabiliyor. Pentagon’un ihalelerinin çoğunluğu bu tekellere veriliyor. Bu tekeller ABD dış politika oluşum sürecinde oldukça etkili ve ‘Üç Sacayağı’/‘Demir Üçgen’ (Iron Triangle) olarak anılan üç sacayağının birisini oluşturan çıkar gruplarındandır. (Üç sacayağı: Pentagon, başkanlık ve siyasiler (kongrenin alt ve üst kanatlarındaki komiteler) ve silah-petrol tekellerinden oluşur.)

Buna karşın Avrasyacılar, Rus devlet şirketi silah tekeli Rostec’in ürettiği S400 hava savunma silah sisteminin daha etkin ve ucuz olduğunu, her şeyden öte bunun stratejik bir karar olacağını, basit bir savunma sistemi alımı olmadığını ve savunma sisteminin çeşitlendirilmesi doğrultusunda önemli bir stratejik karar olduğunu ileri sürüyorlar.

Atlantikçiler, NATO bağlamında Türkiye’ye yerleştirilen radar sisteminin THAAD ile ilişkili olduğunu, Patriotların bu sistem ile eşgüdüm içinde çalışacağını, hâlbuki S400 sisteminin THAAD ve NATO radarları ile bağdaşmasının teknik açıdan mümkün olmakla birlikte istihbarat sorunu yaratacağını, son tahlilde NATO üyelerinin çıkarlarına aykırı olacağını belirterek S400 alımına karşı çıkıyorlar.

THAAD sistemi Pasifik bölgesinde 2013’te Guam’a ve 2017’de Kore Cumhuriyetine (Güney Kore) yerleştirilmiş; bu durum Pasifik’te güvenlik yaratmak şöyle dursun, gerginliğin artmasına katkı yapmıştır. Zira Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti (Kuzey Kore) ve Çin Halk Cumhuriyeti yönetimleri THAAD sisteminden büyük rahatsızlık duyduklarını defalarca dile getirdiler. ABD ile bu ülkeler arasında yaşanan gerginlikler halen devam ediyor.

Orta Doğu’da aynı ABD silah tekeli 2019 başında İsrail’e THAAD sistemini yerleştirmiş, Patriotlar da konuşlandırılmış ve sistem bugün çalışıyor. Aynı silah tekeli Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan yönetimleri ile de sözü edilen silahların satış sözleşmelerini imzalamış. Görünen tek sorun şu: Kaşıkçı cinayeti yaşanınca ABD Kongresi bu silahların Suudi Arabistan yönetimine satılmasına karşı bazı sınırlama kararı almıştı. Trump yönetimi Kongre’nin koyduğu sınırlamaları aşmak için basit bir numara çekti. İran ile gerginliği bu amaç için kullandı. Birkaç hafta önce Trump bu gerginliği olağanüstü durum sayarak Başkanlık kararı ile ABD Kongresi’nin Suudi Arabistan’a karşı aldığı silah-mühimmat satışının askıya alınması kararını yandan dolaşarak aştı.

ABD yönetimi, İsrail’den sonra, Suudi Arabistan ve BAE’ye hava savunma sisteminin satışını İran tehdidi ile meşrulaştırmaya çalışıyor.

Rusya yönetimi bir yandan Suriye konusunda İran ile yakın ilişkiyi sürdürüyor, öte yandan ABD ile karşı karşıya gelmekten çekiniyor. Nitekim Putin İran dışişleri bakanı Cevad Zarif’e İran’a S400 hava savunma silahını satmayacağını söylemiş, Körfez’de gerginliğe katkıda bulunmak istemiyormuş…

Putin İran’a satmak istemediği bir silahı Türkiye’ye satmak için niçin bu kadar uğraşıyor?

Aynı soruyu Türkiye yönetimi için de soralım. Türkiye yönetimi iki Amerikan ve bir Rus silah tekelinden söz konusu silahları niçin almak istiyor?

Unutmayalım, iktidar ikisini de satın almak istiyor.

Bu tekellerin Türkiye’ye bu silahları satmak istemesinin nedenleri ortada: Şirketler açısından bu bir ticari ilişki ve bu başka alışverişlere de yol açabilir, müşterinin başka tekellere yönelmesinin önüne geçmek istiyorlardır vs.. Şirketlerin mensubu olduğu aktörler tabii ki bunu basit bir ticari ilişki olarak görmezler. Bazısı (örneğin ABD) silah alanındaki üstün konumunu sürdürebilmek için rakibinin (örneğin Rusya) bu alana girmesini önlemek, müttefik-müşterisinin başkaları ile ilişki kurmasını sınırlamak için bazen onun rızasını alır, bazen ona karşı zor kullanır, çoğunlukla aynı anda ikisini de kullanarak müttefik-müşterilerin kendi yörüngesinde kalmasını sağlamak ister.

ABD yönetimi bugün tam da bunu yapıyor. ABD Savunma Bakanlığı Türkiye Savunma Bakanlığına mektup göndererek Türkiye’ye karşı diplomatik ve askeri yaptırımlar uygulayacağını, F35 üretimi ve satışı sürecinden Türkiye’nin tecrit edileceğini belirtiyor, yani zor kullanacağını ilan ediyor. 31 Temmuz’a kadar zaman tanıyor. ABD yönetimi S400 hava savunma silahlarını almayın, bizimkini alın diyor.

Öte yandan ABD hem Suriye özel temsilcisi aracılığı ile güvenli bölge üzerinden görüşmeler yaparak hem de ticari ilişkilerde demir çelik ithalatına uyguladığı gümrük vergisini %50’den %25’e düşürerek müzakereye açık olduğunu gösterip, Türkiye’nin rızasını alacağı mesajını veriyor.

Esas itibarıyla, ABD yönetimi Türkiye’nin ABD silahlarına bağımlılığını sürdürülebilir kılmak istiyor.

Bu hegemonik durumu, Türkiye’nin ABD silah tekellerine tam bağımlılığını sarsmak için rakip aktör, Rusya, ABD’nin yakın müttefiklerine cazip teklifler sunabiliyor. Putin’in 2012’den bugüne kadar yaptığı tam da böyle bir şey.

ABD Kongresi Türkiye’ye karşı yaptırım uygulayacağını dile getirirken rakip silah tekeli adına Putin yönetimi hava savunma sistemi ve ek olarak saldırı uçaklarını, üstelik yaptırımsız, satabileceğini duyurdu. Hatta ortak üretim yapabileceklerinin müjdesini de verdi!

Avrasyacılar Putin’in izlediği bu politikayı ABD emperyalizmine karşı bir dayanak noktası olarak görmek istiyorlar ve böyle sunuyorlar.

Gerçek ise şu: ister ABD ister Rusya kapitalizmleri olsun ikisi de kendilerine bağımlılığı garanti altına almak isterler.

Durum gerginleştikçe Türkiye yönetimi üçüncü bir yol söylemine sarıldı. ABD ve Rus yapımı söz konusu silahların ikisine de ihtiyaç olduğu görüşü ortaya atıldı. Bunlara göre bu iki sistem birbirini tamamlayabilir: THAAD sistemine uyumlu Patriotlar kısa ve orta menzilli balistik füzelere karşı güvenli koruma sağlayabilir; S400 sistemi ise kruz (cruise) füzeleri, uçak ve insansız hava araçlarıyla yapılan saldırılara karşı daha etkin koruma sağlayabilir.

Bu iki sistem arasında teknik, kapsadığı alan ve mesafe bakımlarından farklılıkların bulunduğunu, işlevlerinin farklı olduğunu vurgulayanlar iki hava savunma sisteminin de alınması gerektiğini savunuyorlar.

Bu gerekçelerin hepsi doğru ve makul olabilir veya geçersiz, yanlış bilgilere dayalı basit propaganda malzemesi, hatta kişisel hesaplar üzerinden üretilen söylemler de olabilir. Esas itibarıyla hava savunma sistemlerinden hangisi olursa olsun hiçbiri her derde deva, bir kez alınca, Türkiye’nin savunma ihtiyacını karşılayacak sistemler değiller. Bunlardan birini almak Türkiye’yi teknoloji bakımından emperyalizme olan bağımlılığından kurtarmaz. ABD yönetimi teknolojiyi vermeyeceğini açıkça söyledi. Rusya yönetimi ikircikli mesaj verse de yeni teknolojiyi (S500) vermeyeceğini açıkladı.

Kimse kimseyi yanıltmasın; ikisi de yeni teknolojiyi Türkiye’ye vermez.

Türkiye NATO üyesi olduğu, ordularının (biri hariç) hepsinin NATO kuralları, prosedürü içinde hareket ettiği sürece ve elinde bulunan silahların NATO standardizasyonuna uygun olduğu ve bu nedenle NATO dışında hareket etme imkân ve kabiliyetinin çok sınırlı olduğu durumda hangi sistemi alırsa alsın bağımsız hareket etmesi mümkün gözükmüyor.

Kısacası, ABD ve Rusya’dan silah teknolojisi transferi gerçekleştirilebileceği gerçekçi bir beklenti değildir.

Bu durumda Atlantikçi ve Avrasyacı duruşlar neyin peşindeler?

İki duruş da, bilerek veya bilmeyerek, bazıları bilerek bazıları bilmeyerek, küresel düzlemde silah üreticisi tekellerin değirmenine su taşıyorlar. Ne THAAD, NATO radar, Patriotlar, ne de S400’ler Türkiye’ye karşı bir saldırıyı bütünüyle önleyebilirler. İkisi de tanımlanan ölçekte sınırlı bir alanı koruyabilirler. İkisinde de egemenliğin kullanımı hak getire…

THAAD, NATO radarları ve Patriot üçlüsü ile S400 hava savunma sistemi birbirinin alternatifi sistemlerdir ve teknolojik açıdan rekabet halindeler; gerginlikler rekabeti besler. Bugün Türkiye özelinde yaşananlar bu rekabeti beslemektedir.

Silah sanayiinde yeni silah teknolojisi eskisini çürümeye iter. Silahlar aşağı yukarı her 10 yılda bir yenilenmek durumundadırlar. Silah tekelleri büyük çoğunlukla eski teknoloji silahlarını müşterilerine (büyük çoğunluğunda müttefiklerine) satarlar; yoldan çıkanları cezalandırmak isterler. Bkz. Libya. Kaddafi Fransa’dan savaş uçakları almıştı, onları Fransızlar yeni teknolojiye sahip savaş uçakları ile imha ettiler. Kapitalist-emperyalist sistem ile uzlaşının sonu hiç iyi olmuyor, biline…

Silaha yatırım yerine, insana yatırım yapacak yeni bir sisteme ihtiyaç var... Kapitalist-emperyalist sistemde bağımlılık ortadan kalkmaz, bir yerden başka yere kayar, bağımlılık dönüşür, fakat sorunlar asla çözülmez.