90. yılında Lozan ve Cumhuriyet

Lozan’ın uluslararası düzlemdeki konumu nedir? Cumhuriyet neyi değiştirdi? Sosyalistler için hangi miras önemlidir? Lozan Antlaşması’nın uluslararası konumunu belirlemek için, öncelikle savaş sonunda yeni dünya düzenini inşa etmek için önerilen üç yaklaşıma bakalım.

i) Lenin önderliğinde Bolşeviklerin savunduğu sosyalist dünya düzeni önerisi, emperyalizm ve kapitalizmin eşitsiz gelişme ve sömürü düzenine karşı alternatif sosyalist sistemi öngörmüştür. Bolşevikler Çarlık Rusya’sının ve Avrupalı devletlerin kendi aralarında imzaladığı emperyalist paylaşım gizli antlaşmalarını dünya kamuoyuna açıklayarak emperyalizmin karanlık yüzünü ifşa etttiler. Eylül 1920’de Bakü’de Doğu Halkları Konferansı’nda sosyalist ve yurtseverleri emperyalizme karşı ortak bir zeminde buluşturmaları da kayda değerdir. Bolşeviklerin yaklaşımı ve pratiği, ders çıkarılabilecek önemli bir deneyimdir.

ii) ABD Başkanı Wilson’ın, uluslararası düzlemde serbest ticareti, deniz yolları ve kanalların giderek büyüyen ABD’li ticaret burjuvazisinin kullanımına açılmasını sağlamak, ABD dışında kaldığı için gizli antlaşmaların yasaklanması ve andlaşmaları kayıt altına almak üzere ortak bir uluslararası örgüt -Milletler Cemiyeti- kurulmasını, kendi etki alanını inşa edebilmek için küçük yönetim birimlerine ayrılışı öngören self-determinasyon ilkesini savunan 14 maddeden oluşan liberal-kurumsalcı yaklaşıma dayanan yeni dünya düzeni önerisini tartışmaya açtı. Uluslararası ilişkiler yazınında idealizm olarak sunulan bu yaklaşım, ABD’nin çıkarlarını savunmanın ötesine geçmeyen, emperyalizmin şirin yüzüdür.

iii) Paris Barış Antlaşmaları adıyla bilinen, 1919-1923 yılları arasında imzalanan Versay, Neuilly, St. Germain, Trianon, Sevr antlaşmaları, İngitere ile Fransa’nın önderliğinde, ABD’nin Haziran 1920’ye kadar içinde bulunduğu, Avrupa hegemonya projesidir. Bu andlaşmalarla Avrupa ve Ortadoğu’nun sınırları büyük ölçüde yeniden düzenlenmiştir. Avrupa hegemonya projesi eklektiktir. Wilson’un prensiplerinden bazılarını, örneğin Milletler Cemiyeti’ni içselleştirmiştir.

Bu projeler karşısında Lozan Antlaşması nasıl konumlandırılabilir? Lozan Antlaşması Birinci Dünya Savaşı galipleri ile Ulusal Kurtuluş Savaşı galibi Türkiye arasında müzekareler sonucu üretilen uluslararası bir antlaşmadır. Avrupa hegemonya projesinin Osmanlı devleti yönetimine dayattığı ve onun da imzaladığı Sevr projesine karşı, Türkiye’de yurtseverlerin verdiği ulusal bir cevaptır.

Biçim ve esas bakımlarından Lozan Antlaşması diğer Paris Barış Antlaşmaları’ndan farklıdır. Diğer antlaşmaların hepsi hiyerarşiktir ve tek taraflı empozedir. Sevr ile Lozan’ın giriş kısmları karşılaştırıldığında, aradaki fark daha net görülür. İlkinde Osmanlı devletine karşı dayatma açıkça görülür. Ayrıca, büyük güçler ile onların müttefikleri arasında dahi hiyerarşik konumlandırma vardır. Lozan Antlaşması’nda bu hiyerarşik konumlandırma bulunmaz, nisbi de olsa eşit egemen aktörler arasında imzalanan bir antlaşma olduğu fark edilir.

Esas bakımından ise Lozan Antlaşması Türkiye’nin uluslararası düzlemde bağımsız ve egemen bir aktör olduğunun kabul edildiğinin kanıtıdır. Müzakere yapıldığı da açıktır. Nitekim uzlaşmaya varılamayan iki konu -azınlık tanımı ve imtiyazlar meselesi -nedeniyle görüşmeler 4 Şubat’ta kesilir ve uzlaşı sinyali geldikten sonra 28 Nisan 1923’de müzakereler yeniden başlamıştır.

Esasa ilişkin önemli noktalardan bir tanesi de şudur: Avrupa hegemonya projesi Avrupa ve Ortadoğu’ya yönelik iki ayrı strateji uygulamıştır: Doğu Avrupa devletlerini Sovyetler Birliği ve Almanya’ya karşı tampon bölge rolü oynamaları için yenik olmalarına rağmen bağımsızlıklarını tanırken, Ortadoğu’da bağımsız devletler yerine, İngiltere ve Fransa himayesinde manda yönetimleri oluşturuldu. Türkiye’de başarılı bir Ulusal Kurtuluş Savaşı veren yurtseverler Avrupa hegemonya projesinin öngördüğü manda yönetimi tasarımını Türkiye coğrafyasında işlemez hale getirerek, Türkiye’yi bağımsız egemen aktör statüsüne taşımıştır. Ortadoğu bağlamında tek örnektir. Bu yurtseverlik mirasını liberal tevatür adına sahiplenmemek tuhaf olur.

Saltanat’ın kaldırılıp yerine Cumhuriyet’in inşa edilmesi de üst yönetimde bulunan işbirlikçi zümre-i hakimenin tasfiyesi anlamına gelir. Mustafa Kemal’in marifeti, bu tasfiyeyi doğru zamanda ve doğru yerde gerçekleştirmiş olmasıdır. Saltanatın ilga edilişi buna tipik bir örnektir: emperyalistlerin Lozan müzakerelerine Ankara ve İstanbul hükümetlerini aynı anda iki aktör olarak çağırma kurnazlığına karşı Saltanat’ın kaldırılmasıyla cevap vermesi anlamlı bir deneyimdir. Son olarak, Cumhuriyet’i inşa eden kadroların ilahi bilgi karşısında bilimsel bilgiyi öncelemesi ve yabancı sermayenin elinde bulunan işletmeleri kamulaştırması sahiplenilmesi gereken önemli miraslardandır. Yurtseverler elbette sosyalist değillerdi, devlet-toplum ilişkisini kapitalizmin dışında değil, kapitalizm içinde küçük mülkiyete dayalı, küçük burjuva yaratmayı öngördüler. Bu kapitalizm içinde alternatif bir gelişme stratejisiydi. Kapitalizmin versiyonları elbette savunulacak bir miras değildir.

Lozan ve Cumhuriyet, aynı zaman diliminde gerçekleşen çifte devrimi ifade eder. Marifet, bu çifte devrimin kazanımlarını küçümseyen liberal tevatürlere takılmadan, anlamlı olanları sahiplenip ileri bir adım olarak restorasyon yerine sosyalizmi gerçekleştirmek ve bunun niçin gerekli olduğunu emekçilere anlatabilmektir.