AKP-Cemaat iktidarı sarsılıyor mu?

Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarı Hakan Fidan ile iki eski yöneticisinin ifadeye çağrılmasıyla başlayan ve ucu Hatay’ya kadar uzayan bazı tutuklamalarla devam eden “devlet krizi” şimdilik yatışmış görünüyor.

AKP hükümetinin, başbakana kral yetkisi/otoritesi tanıyan özel bir yasa çıkararak MİT yöneticilerine dokunulmazlık sağlaması, krizin ciddiyetini gösteriyor. Dahası soruşturmayı açan Savcı ile Ergenekon ve KCK operasyonlarını yürüten bazı polis şeflerinin görevden alınması, sonradan yandaş basında ileri sürülenin aksine, çatışmanın sıradan bir olay olmadığını ortaya koyuyor.

Ortada bir AKP-Cemaat çatışması olduğu açık. Bu çatışmadan hareketle yapılacak ilk tespit şudur AKP-Cemaat koalisyonu devleti tam anlamıyla ele geçirmiştir. Rakiplerini tasfiye eden, geleneksel iktidar blokunu dağıtan ve fakat yeni bir iktidar bileşimi kurmakta zorlanan koalisyon, kendi içinde anlaşmazlık yaşamaktadır.

Çatışmayı kolaylaştıran etken ise, iktidarı tehdit eden bir siyasal ve toplumsal gücün, diğer anlatımla bir alternatifin bulunmamasıdır. Düşmanlarını bertaraf eden koalisyonun kendi içinde küçük çapta bir iktidar mücadelesine girdiği anlaşılıyor. Krizin ilk boyutu budur. Ancak, bu tespit olan biteni açıklamak için yeterli değildir.

AKP-Cemaat çatışmasının bölgesel, hatta küresel bir bağlamı bulunduğunu ileri sürmek yanlış ve abartılı olmayacaktır. Çünkü bu çatışmanın bir nedeni de Suriye’ye müdahale hazırlığıdır. AKP hükümeti ve Erdoğan’ın, bu konuda kendilerine biçilen rolü yüz kızartıcı bir hevesle üstlenseler de bazı tereddütler yaşadıkları bellidir.

Rusya, Çin ve İran yaptıkları açıklamalarda Suriye’ye yönelik bir müdahale ve işgal girişimine karşı kayıtsız kalmayacaklarını ilan ettiler. Irak’ın işgalinden farklı olarak Suriye’ye yönelik askeri bir müdahalenin bölgesel bir yangına dönüşme potansiyeli çok yüksek. AKP iktidarını ürküten etken budur.

***

AKP ve Erdoğan, iktidarını ABD ve Batılı ortaklarının verdiği desteğe borçlu olduğunu bilmektedir. AKP, kendisini iktidara taşıyan iç dinamiklerin yanısıra, Cumhuriyet tarihinde başka hiçbir partinin olmadığı kadar dış dinamiklerin ürünü olan bir siyasal organizasyondur. İçeride eksik olan iktidar kudretini ABD ve Batılı ortaklarına yaslanarak tamamlayan bir partidir.

AKP, Birinci Cumhuriyetin tasfiyesi, Türkiye’nin “Ilımlı İslam ülkesi”ne dönüştürülmesi ve geleneksel iktidar blokunun dağıtılması gibi sert çatışma aşamalarında hep ABD ve küresel sermayenin desteği ile başarı kazanmıştır. Bu nedenle güç kaynağını bilmektedir. Bu nedenle Suriye’ye müdahale konusunda kendisine biçilen role karşı çıkma gücü çok sınırlıdır.

Diğer taraftan Suriye’de, “Arap baharı” denilen sahte değişim programını yürütemeyeceklerini anlayan, dahası şiddetli bir direnişle karşılaşacaklarını gören ABD ve Batılı ortakları, tek çarenin askeri müdahale olduğunu görüyor. Ancak, siyasal ve ekonomik maliyeti çok yüksek olacak doğrudan bir işgal yerine, Türkiye’yi Suriye üzerine sürmenin çıkarlarına daha uygun buldukları da belli.

Bölgesel bir güç olmaya çalışan, BOP’u “Yeni Osmanlıcılık” diye tercüme ederek bir alt emperyalist ülke ve imparatorluk varisi olarak etki alanları yaratmaya çalışan AKP iktidarı ve temsil ettiği sermaye çevreleri, başlangıçta bu ihalenin üzerine atladı. Öyle ki, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, sanki birileri kendisini tutmasa tek başına Suriye’ye saldıracak.

Ancak, ufku muhafazakar-dinci duyuş, düşünüş ve sezişle sınırlı olan Erdoğan ve Davutoğlu kazın ayağının sandıkları gibi olmadığını geç te olsa anladılar. Erdoğan’ın Putin ve Rus sermayesi ile (buna Rus mayfyası da dyebiliriz) ilişkileri, Türkiye’nin Rus ve İran doğalgazına bağımlılığı gibi etkenler de Suriye’ye bir taşeron olarak saldırmasının önündeki diğer engelleri oluşturuyor. Daha da önemlisi bu müdahalenin İran’la bir savaşa dönüşmesi, Rusya’nın bu savaşa dahil olması AKP iktidarının sonu olacağı gibi, bu kapışmadan Erdoğan ve ekibinin kişisel olarak paçayı kurtarmaları da çok zordur.

Erdoğan’ın Dışişleri Bakanlığı diplomatlarını çıkararak özel tercümanı aracılığıyla Putin’le yaptığı ikili görüşmeler, uluslararası enerji ticareti ve boru hatları konusunda Berlusconi’nin de dahil olduğu gizli kapaklı anlaşmalar da AKP iktidarının Suriye tereddüdünün nedenleri arasındadır.

İşte bu nedenle Cemaat, AKP ve Erdoğan’a karşı bir hamle yaptı.

Cemaat, tıpkı AKP gibi, iktidara gelmenin ve orada tutunmanın yolunun ABD ve Batılı emperyalist devletlerle işbirliğinden geçtiğini düşünmektedir. Ancak “Batı” kavramı içinde İsrail’i de görmektedir. İsrail’in ve Yahudi sermayesinin Batı’daki gücünün farkındadır. Bu nedenle, Doğu’yu ve Arap dünyasını dikkate almak yerine, teolojik ve elbette siyasal bir hile yaparak yüzünü tam olarak Batı’ya (daha doğrusu ABD ve İsrail’e) dönmektedir.

***

Hatırlanacağı gibi Fethullah Gülen, Mavi Marmara gemisinin Gazze’ye gönderilmesine “otoriteye isyan” olduğu gerekçesiyle karşı çıkmış ve eleştirmişti. İslami bir cemaatin, görünüşte de olsa Filistinlilere yardım amacı taşıyan böyle kritik bir eylem karşısında İrail’in yanında yer alması kolay göze alınacak bir tutum değildir. Bu tutum, Gülen Cemaatinin ABD ve İsrail yanlılığındaki kararlılığını göstermektedir.

Bilindiği gibi, Hakan Fidan MİT Müsteşarlığına getirildiğinde İsrail şiddetli tepki göstermişti. Öyle ki, hem İsrail Dışişleri Bakanı hem de Savunma Bakanı “Türk istihbaratının başına İsrail karşıtı ve İran yanlısı biri getirildi” diye açıklama yapmışlardı. MİT yöneticileri ve Fidan’ın Oslo’da PKK yöneticileriyle yaptığı görüşmenin ses kayıtlarının gönderildiği IP numarasının da İsrail kaynaklı olduğu ortaya çıktı. Yani bu kayıtları, görüşmeyi izleyen Mossad’ın açıkladığı kesindir. Fidan, PKK ile bu görüşmeyi Erdoğan’ın özel temsilcisi sıfatıyla yapmıştı.

Uludere’de katliamla sonuçlanan hava operasyonunun istihbaratının –ki yanıltıcı ve yönlendirici bir istihbarat olduğu ortaya çıktı- İsrail’den geldiği de neredeyse doğrulanmış durumda. Bu operasyon emrinin Erdoğan tarafından verildiği ise tartışmasız. TSK’dan sürekli sızdırılan bilgi buna işaret ediyor.

Bütün bu parçalar biraraya getirldiğinde ortaya çıkan fotoğrafa şimdi biraz daha yakından bakalım:

İsrail ve ABD’nin, Suriye’ye müdahale konusunda bazı tereddütler yaşayan AKP ve Erdoğan’ı Cemaat üzerinden uyardıkları anlaşılıyor. Adliye ve polis içinde örgütlü olan, büyük bir sermaye gücünü kontrol eden Cemaat, Erdoğan’ın yargılanmasıyla sonuçlanabilecek bir hamle yaptı. Özel yetkili mahkeme ve savcılıklar üzerinden geliştirilen ve polisin operasyonel bir silahlı kuvvet olarak yer aldığı bu hamle, şimdilik durdurulsa bile, Cemaatin kapasitesini ortaya koydu.

Eğer AKP ve Erdoğan Suriye konusunda ayak sürmeye devam ederse, benzer operasyonların arka arkaya gelebileceği açık. Örneğin Erdoğan’ın İsviçre bankalarında bulunduğu belirtilen gizli hisaplarının numaraları, banka isimleri ve para miktarı birden bire ortaya çıkabilir.

Özetle, ABD ve İsrail Erdoğan’ın altından iktidar halısını çekebileceklerini gösterdiler.

***

AKP, Suriye’ye yönelik emperyalist bir müdahalede taşeron olarak rol almak zorunda. Güçlü bir barikat oluşturulamazsa, kendi iktidarları ve gerici dönüşüm projeleri için Türkiye’yi komşularıyla kanlı bir savaşa sokacaklar. Eğer Suriye’de rejim beklenmedik şekilde çökmez ve BAAS hareketi direnirse, bu savaş yakın bir tehlike ve tehdit olarak halkın önünde durmaktadır.

Peki, AKP-Cemaat çatışmasından olumlu bir gelişme, hayırlı bir sonuç çıkablir mi? Hayır!

Çünkü iki kötülüğün çarpışmasından bir iyilik çıkmaz. İki gerici gücün itişmesinden halk ve insanlık yararına bir sonucun çıkması mümkün değildir. Ancak, güçlü bir iktidar alternatifinin ya da etkili bir siyasal ve toplumsal muhalefet hareketinin bulunduğu ve geliştiği koşullarda, böyle bir iç çatışma pozitif bir çözülmeye yol açabilir.

Değilse, AKP ve Cemaatin yeniden anlaşmalarının önünde hiçbir engel yoktur. Nitekim hemen uzlaşma mesajları gelmeye, çatlaklar onarılmaya başlandı bile. İktidar olmanın nimetleri ve “suç ortağı” olmanın bağlayıcılığı, çözücü bir gücün bulunmadığı koşullarda, belirleyici oluyor.

Son olarak yaşananların analizinden bir kestirim çıkarabiliriz 2012 AKP-Cemaat iktidarının yıkılmasa bile sarsılacağı ve büyük yara alacağı bir yıl olacaktır.