Yeni bir açılım: “Hasımlık yerine hısımlık"

Osmanlı’nın yuvarlak rakam kuruluşuna 1300 dersek, Anadolu’da hakimiyetini kabul ettirip birlik kurması ve egemenliğini kabul ettirmesi için üç aşağı beş yukarı 150 yıl kadar uğraşmak zorunda kalmıştır.

Çandaroğulları, Germiyanooğulları, Karamanoğulları, bilmem ne oğulları gibi beylikler Fatih, hatta Yavuz döneminde bile varlıklarını sürdürmüşler, Osmanlı’nın bir hayli başını ağıtmışlardır.

Kuruluşundan itibaren yüzünü Batı’ya dönen büyük babalarınız, yola çıkmadan önce arkalarından bir “haltlar” karıştırmasınlar diye bu beyliklerin “ulu” larına samur kürkler, Halep işi ipek kuşaklar, kabzesi altın kaplama kılınçlar ve ayağı çabuk atlar göndermek gibi “şirinlikler” yaptıklarını vakanüvistlerden öğreniyoruz. Bu ve benzeri “şirinlikler”in işe yaramadığı ya da yaramayacağını düşündükleri durumda ise bu hediyelerin yanına kızlarını katarak hısımlık tesisi etme yoluna gittiklerini de yazan yine aynı “vaka anlatıcları”dır. Yani Batıya doğru at sürmeden önce arkalarını damatlara teslim etmişlerdir.

Buşuna değildir “Osmanlı’da oyun bitmez” lafı.

Nefise Hanım’ın adını duydunuz mu?

Ben bu yazıyı hazırlamak için Uzunçarşılı’nın Osmanlı Tarihi’ni karıştırırken tanıştım kendiyle. Murat Hüdavendigar’ın kızı... Kadınları anlatırken tasvirde pek de cömert olmayan ”Vaka anlatıcıları” sıra bu kıza geldiğinde hayret edilecek ölçekte “ellerini selek” tutarlar. Güzelliğinin yanına “pek hünerli” olduğunu da katarlar. Anadolu’nun dirlik ve düzenliğini sağlamak için ilkin elini taşın altına sokan işte bu Nefise Hanım’dır. Sokturan da babası Murat Hüdavendigar...

Rumeli’yle uğraşırken arkasını sağlama bağlamak isteyen Murad kızı Nefise’yi Alaaddin Bey’e vermiş, padişah adına samur kürkü Alaaddin Bey sırtına geçirmiştir. Yani Rumeli seferine Karamanoğlu Beyi ile hısımlık kurduktan sonra çıkmıştır Murad.

Damat kısmına da pek güvenmemek gerekir. Murad Rumeli’ye geçince Nefise’nin “yapma etme, babamı huylandırma” laflarına itibar etmeyen Alaaddin, Murad’ın Beyşehir’ine saldırınca öfkelenen kayınpeder, Rumeli’nden yüzgeri edip damadı bir hayli pataklamış, kuşça canını çıkaracakken kızının ayaklarına kapanması üzerine bağışlamıştır.

Damat çok sonra, “yufka yürekli” Murad’ın ölümünden sonra, kayınbiraderi Yıldırım Beyazıd kılıcıyla dünyevi hırslardan arındırılıdığını yazacaktır vakanüvistler!

Osmanlı’yı Fetret Devri’nden çıkartan Çelebi Mehmed ise Karamanoğlu İbrahim’e Sırp güzeli Olivera’dan doğma kızı Hafsa’yı verip hısımlığını tazeleyip berkleştirirken, ara sıra kendisine dikilip canını sıkan Çandaroğullarını daha dişli gördüğünden, onlara iki adet kız vererek daha sağlam bir hısımlık tesis etme yoluna girmiştir.

Fatih Mehmed de kızı Geverhan’ı Akkoyunlu Uzun Hasan’ın oğlu Uğurlu Mehmed Bey’le başgöz ederek hısımlık tesis yoluna gitmiştir ki, yazılanlara bakacak olursak Geverhan, şahin duruşlu bir yiğit olduğu söylenilen Uğurlu Mehmed’i serçe kuşuna çevirmiştir.

Osmanlı Sultanlarının kızlarını vermek için yüzlerini vezir mertebesine yükselmiş devşirmelere çevirmeleri, Anadolu’nun kız verecek beylik kalmamacasına temizlenmesinden sonradır ve tamamen “Saray iç dinamiklere” dair olup şimdilik mevzuu dışına itilmesinde fayda vardır.

Ancak şu kadarını söyleyebilirim. O günün damat paşalarının sonları feci bitmiştir. İbrahimlerden “Makbul” olanı “Maktul” olarak arasat’a yönlendirilirken Öbürsü Nevşehirli olanı ise parça pinçik edilerek “Et Meydanı”nında sergilenmiştir. Başkaları da var ancak içim kaldırmadığı için burada kesiyorum... Demek istediğim, damat taifesinin Osmanlı döneminde şimdikiler gibi asude bir ömür sürmedikleridir.

Konu hazır dağılmışken çünkü damat denilince benim aklıma hep Başbakanımızın damadı düşüveriyor... Maaşallah nasıl da “Makbul!”

Ne demişti Rize Belediye Başkanı Halil Bakırcı: “Kürt sorunun çözümü için ‘hasımlık yerine hısımlık' kuralım.”

İşte ben Osmanlı diye buna derim.

Yahu teve’de gördüğüm kadarıyla bu adamcağız karşıt anlamlı sesdeş(?!) sözcükleri ard arda takıp uyumlu cümleler kurabilecek kimseye pek benzemiyor bu şiirselliği nereden aparttı derken, “kıvır-zıvır” dosyasından Tayyip Erdoğan’ın 2009 yılının Eylül ayında akepe il başkanları ile yaptığı bayramlaşma toplantısında söyledikleri önüme düşüverdi:

“Birbirimizle hasım değil hısım olursak, yarınlar daha aydınlık olacak...”

Şimdi bu sözü hangi bağlamda söylediği önemli değil. “Bağ-bostan”, “bağcı-bostancı”, “dövüp de ne olacak dövmeyelim” deyip, “üzüm yemeğe” kadar uzanan bir konuşmadan aldığım notlardan seçilmiş cümlecik bu.

Belli ki Halil Bakırcı “el almış” şeyhinden, nasıl da “nur yüzlü”:

Güneydoğu’da ikinci eş yaygın. Bu bizim kültürümüzde vardır. Bu bölgelerden evlilik ve hısımlıkları arttırarak, devletin de teşvikiyle sorunların aza ineceğine inanıyorum... İkinci eşlerin doğu’dan alınması...”

Alın size bir “açılım” daha. Üstelik pek benimsedikleri Osmanlı düzenine kültürel boyutta atıfta da bulunuyor.

Ne kadar güzel...

Ancak Osmanlı vererek Anadolu’nun birliğini sağlama yolunu denedi. Şimdi bu “açılımı” da tıpkı pek özendikleri Osmanlı sultanları gibi, vererek başlatmalı günümüz muktedirleri.

Hani temsil diyorum, en tepedekinden aşağıya doğru biri kızını Kandil’den bilmem kime, öbürsünü sen söyle Kandil’den olsun, daha öbürsünü onu da siz söyleyiverin canım ama Kandil’siz olmaz, verip, “kayınbaba açılımı” başlatsalar iyi olmaz mı?

Olur...

Ankara’dan Kandil’e doğru kırmızı plakalı araçlar... Gelinler arka koltukta... Davullu zurnalı: Teey..Teeyy..