Takunya meselesi: 'Biz geçmişte çok Rus tokatladık'

Kendimi biraz övebilir miyim. Ben her gün Yeni Akit’ten Abdurrahman Dilipak, Vahdet’ten Cübbeli Ahmet, Milli gazete’den Mehmet Şevket Eygi’yi okuyacak kadar sabırlı biriyim. Bu saydığım isimlerin yazdıklarını okurken   neler çekiyorum  bir bilseniz! Hani “sabır” denilen dayanma gücü övgüye neden bir hasletse şayet, bunu fazlasıyla hak ettiğimi düşünüyorum.

Alın işte katlanmam gereken biri daha çıktı: Ahmet Anapalı…Tarihçi..Dilipak’ın Yeni Akit’ten  kapı komşusu.

Başlık ona ait: “Biz Geçmişte Çok Rus Tokatladık” (30.11.2015).

“…Bölgenin şımarık ve küstah gücü Rusya kendisinin de inanamadığı bir tokat yedi Türkiye’den.” Bu düşürülen Rus uçağıdır,yazısına giriş oluyor ve “tarih denilen hafıza yumağı“nı çözerek “maziye” doğru yola koyuluyor Anapalı Ahmet… 

Buyurun İgor Destanı’na:

“İgor Destanı, Rus topraklarını hallaç pamuğu gibi savuran Kıpçak Türklerinin karşısında direnmeye çalışan ama beceremeyen İgor isminde bir Rus komutanının çaresizce savunmasını anlatır..”

Anapalı Ahmet bunu bulmak için tarih denilen yumağın içinde epeyce çırpınmış olmalı. 1185 yılına kadar uzanmak kolay değil. Hele  son 300 yılda yapılan bütün savaşlarda Ruslar önünden kaçan Osmanlı askerlerine çarpmadan tarihin yumağını sarmak olağanüstü maharet ister. Sen pek övündüğün koca Osmanlı tarihini atla, git, adı üstünde destan, hayallerle bezenmiş bir anlatının peşine düş. Bula bula İgor’u bul. Üstelik bulduğu savaşı destanlaştıran ve şiire döken de Rusların kendisi olsun. Şu Ruslar da bir tuhaf, “yedikleri tokadın” üstünü örtmek varken operaya uyarlayıp sahnelemişler bir de. Bilir misiniz bu operayı Antalya Aspendos’ta da sahneye koydular gururla. Rus edebiyatının da yazılı ilk örneği olarak kabul edip öpüp başlarına koymuşlar  İgor Destanı’nı. Zavallı Anapalı bunları bilseydi misal olarak İgor’u seçer miydi, sen git bunu bul!.

Bak işte Baltacı’yı iyi yakalmış Ahmet Anapalı.

Baltacı malum, Osmanlı, ancak Anapalı’ya göre, aynen şöyle ve yalansam evin yolunu bulamayım,dalga geçmiyorum: “Osmanlı döneminde Rusya isminde bir devlet yoktu…” 

Ne yapacağız şimdi. Çık işin içinden. Peki bu durumda, yani Rusya yoksa Baltacı kimi tokatladı? Ya da şöyle: “Prut Savaşı” diyorum, 1710…Kimler arasında yapıldı?

Tatlı tatlı uyduruyor Anapalı: “…Bu savaşta sadece bölge hakimiyetini değil her şeyini kaybeden Rus Kralı Petro, karısı Kraliçe Katerina’nın isteği ve ricası üzerine Baltacı Paşa barışı kabul etti. Moskova’yı almaktan vazgeçti.” 

Uydurduklarına bakalım mı? E, madem başladık bakalım. Ama önce Anapalı’nın bu noktada Rus devletinin varlığını kabul etmesini ciddi bir aşama olarak kabul edelim ve hak yemez tabiatımızın gereği olarak bunu hanesine artı kaydedelim. Gelelim uydurmalara: Baltacı’yı barışa zorlayan kuşatmadan sonra başlayan ve isyana doğru meyleden yeniçeri kıpranışıdır. Bu durumda Moskova’ya yürümek hayal ötesidir. Nitekim barış imzalandıktan sonra Osmanlılara sadece Azak kalesi teslim edilmiştir, ötesi yoktur! Ha bir de Katarina meselesi var. Tam buraya geldiğinde mevzu; alttan alta, biraz mahcup, biraz Önder Somer sırıtıştır Osmanlı. Baltacı’nın günahını almayalım. Baltacı dediğin bir müezzindir. Temiz yüzlü, Salih amelli, takvası kendine elverir bir âdem olduğu yazılıdır kayıtlarda. Katarina’yla uğraşacak hali yoktur. Diğer lakabı: Pakçemüezzin!

Ne yapalım?

“1700’de kalalım mı?

Anapalı’ya sorsak “dur” der “Allah billah aşkına dur!”

Sen başladın. Durmak olmaz:

Yuvarlayarak yazıyorum 1700’den başlarsak, son üç yüz yılda on kez savaşmış Osmanlılarla Ruslar. Prut dahil, sadece üç savaş, bunlardan biri de Kırım Savaşıdır; Osmanlının hanesine yazılmış. Kırım dedim ya; Ruslar daha savaşın başında, Kasım 1853, Batum önlerinde Osmanlı donanmasını külliyen batırmışlar ve kendilerine İstanbul’un yolunu açmışlardı. Çıkarları Osmanlı’nın ayakta kalmasından yana olan Avrupalı “kefere” Fransa, İngiltere, Sardinya(İtalya) imdada yetişti de Osmanlı nefes alabildi. Savaş bu şartlar altında kazanılabildi. Diğer tüm savaşları Rusya kazanmıştır. Savaşta kazanmaya “tokat” atmak deniliyorsa, Osmanlının 300 yıl boyunca yediği tokatlardan sersemlemiş olması gerekir. Hele bir “93 Harbi” derler, Osmanlı-Rus kapışması, neticesi iç kanırtıcıdır.  Şimdi bile, kaç kuşak geçti aradan, git köylere kulaktan kulağa gide-gele, hakikatten masala evrilerek anlatıldığına şahit olursun ki şaşa kalırsın! Yahu, Ayastefanos dediğin Yeşilköy’dür.Yani İstanbul’un şimdi içi, o gün mesire yeri. Eski takvim, 1293 yenisi 1877, Rus ordusu Balkanları darmadağın edip sonra Trakya ardından Yeşilköy’e ordugâhını kurdu. Abdülhamit Yıldız’da sığınak ararken Avrupa imdadına yetişti. Hikâyesi uzundur. Şunu yazmakla yetineyim; o tarihten sonra 40 yıl boyunca, Batum, Kars, Artvin ve Ardahan Rus şehri olacaktır.  Bu arada Balkanlar’da toprak kaybı, 1 milyon göçmen ve İngiltere’ye rüşvet olarak verilen Kıbrıs var. Artık Ruslara atılan Osmanlı tokadının şiddetini siz düşünün! Hayatın cilvesi diyesim geliyor, bu şehirler, son üçü, ancak, 1917, Ekim Devrimi sonrasında  Rusların Kafkas Cephesi’nden çekilmeleri ve sonrasında yapılan Brest Litovsk antlaşmasıyla Osmanlı’ya terk edilecektir.  

Şimdi ben sana ne diyeyim Ahmet Anapalı!

1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşında Rusların yaptığı artık tam anlamıyla densizliktir. Sen kalk Osmanlı donanmasını kayıkçı kayığı kalmamacasına Çeşme önlerinde Ege’nin sularına göm sonra beş yıl boyunca sıkıldıkça sadece Çeşme’yi değil, Çanakkale’yi, Bodrum’u denizden topa tut. Ruslar yedikleri bu  tokatlardan bir hal olup topaca dönmüşlerdir  artık!  

“Tarih denilen hafıza yumağı Rus’un yüzünde nakşeden onlarca Türk tokadından bahseder” diye başlamıştı Anapalı. Ben  göremedim. Zaten kendisi de  İgor ve   Katarina’dan başkasını bulamamış. Tövbe, bir de takunya meselesine denk gelmiş “hafıza” yumağında dolanırken:

“3.Selim döneminde yani 1801’de Süleymaniye Camii’ni ziyaret eden zamanın Rusya İstanbul Büyükelçisi General Vasiliç Stepanoviç Tamara’yı Süleymaniye Medresesi talebeleri ukala tavırlarından dolayı takunya yağmuruna tutmuştu.”

Bak işte bu doğru. Ama bunu devamı da var; olaya karışan medrese öğrencilerinin “elebaşları” yakalanmış ve falakaya yatırılmıştır. Takunya meselesi  tarihsel açıdan paha biçilmez bir örnek olmalı. 3. Selim, yenilikçi padişahların ilkidir. Hoş meşrep biriydi rahmetli. Akşamları birkaç kadeh de içermiş musiki eşliğinde. Medrese öğrencilerine dayak atıldığını duyunca emir buyurmuş:

“Din talebelerine meydan dayağı atıldığı nerede görülmüştür. Herifleri götürüp teker teker asın ama sakın dayak atmaya kalkıp haysiyetleriyle oynamayın!” 

Asmışlar…