Elbette can sıkıcıdır yüzlerce insanın feci bir biçimde ezilerek ölmüş olması. En çok da yakınlarının canı yanmış olmalı. Kalkıp; özel kutsiyet atfettiğin mekânları ziyarete gideceksin hem de sadece sevabına, aynen senin gibi sevap kazanmak muradıyla gelen , senin inancına sahip başka insanların ayaklarının altında ezileceksin! Her ne kadar hacca giderken yolda ölenlere, o güne kadar işlenen sevapların 700 misli sevap yazılacağı vaat ediliyorsa da ölenlerin yakınlarının buna rıza gösterip uzlaşmaya yanaşmaları beklenmemeli. Şöyle ya da böyle “kan parası” adıyla bir bedel istenecektir. Telafi etmese de ilave edilecek “özür” insaani nezakettir. Haklarıdır. Yaşanılan faciada ön planda yer alan şeytanların o bölgenin (Mina) köklü ailelerinden oldukları biliniyor. Hacı adayları bunları taşlıyorlar. Şimdilik son gelinen nokta, canı en çok yanan İran’ın iddiasına göre, ölü sayısının 5 binin altında olmadığı yönünde. Buna rağmen İran hariç, İslam dünyasının yaşanılan olayın vahametine eşdeğer güçlü bir tepki vermemesine basit , sıradan, bir yol kazası muamelesi yapmasına ne demeli?
Kuşkusuz bu kutsal görevi yerine getirmek için yola çıkanlar “kimlikler”lerine işlenecek olan sevabın da bilincinde olmalılar. “Hac yolunda ölmenin bir ganimet” olduğuna dair hadis-i şerifi bilmek için din alimi olmaya gerek yok, ben dahi bildiğime göre yola koyulan müminlerin bunu ezberlerine almış olmaları kadar tabii ne olabilir. Ölüm ve hac arasında bir illiyet olmalı. Daha kutsal toprakların sınırına varmadan, ister havada, ister karada, daha yolda iken; o adamın dilini boğazına kaçırtan, ürkütücü, kefen bezi benzeri ihrama girmeye mecbur olmamızın nedeni de bu olmalı zahir diye düşünüyorum. Ölümün tene teması! Hatta ihrama bürünenlere, olanakları varsa, bir yolunu bulup “Medine’de ölmeleri” dahi salık verilmektedir. Şaka değil, bu, İslam Peygamberinin tavsiyesi olarak günümüze kadar gelmiştir. “Hadis” denildiğini biliyoruz. Aranızda, abarttığımı ya da daha ileri giderek büsbütün uydurduğumu düşünenler çıkabilir. Kuşkuları bertaraf etmek için bu hadisi kelimesi kelimesine aktarmak zorunluluğunu duyuyorum:
“(Müslümanlar) Medine’de ölmeye gücü yetenler, orada ölsünler. Çünkü orada ölenlere ben kıyamet gününde şefaat ederim.
“şefaat”in, birisi adına Allah’a istirhamda bulunma anlamına geldiği notunu düşerek devam ediyorum:
Olmadı; Medine’de ölemediniz. Daha önünüzde Mekke var ve orada ölmek daha az değerli değildir:
“Kıyamet gününde mezarından ilk çıkan benim; benden sonra Baki Mezarlığı’nda olanlar, bunlardan sonra Mekke’de ölenlerdir.”
Bu da peygamber sözü, yani hadis, ve bu hac sırasında Mekke’de ölmeyi becerenlere verilecek payeyi işaret etmektedir. Bütün açıklığına rağmen, hani belki de “Baki Mezarlığı’nda olanlar” kimileriniz için meçhul olabilir. Bunu açımlamak için küçük bir paranteze ihtiyaç var: Kastedilen, Peygamberin en çok değer verdiği yakın arkadaşlarının mezarlarıdır. Yani sahabeler. Bu hadisten benim anladığım, hac sırasında Mekke’de ölenlere atfedilen değerin çok yüksek bir mertebede olduğudur. Şuna buna benzemez. “sahabe” değeri atfedilmektedir bu hadisle kutsal topraklarda ölenlere.
“Harem” topraklarda ölmenin ahrete gidildiğinde bir güvenceye vesile olduğu, peygamberin kefaleti dahil, çeşitli hadislerle sabitlenmiştir. Bunun Müslümanların diğer inanç sahiplerine göre ahret hayatına daha avantajlı başlayacakları anlamına geldiği pek açıktır. Tam da bu nedenden ötürü; “harem” topraklarda olmuş ve olacak ölümleri ihmalkârlığa yorup hele de sorumlu aramak, Müslümanları inanç zayıflığına meylettirirmiş gibi geliyor bana. Kaçınmak gerekir. Hem sonra bu tür olayları bahane edip Müslümanların hac seferlerinin önüne, neuzübillah, kimi engeller koymaya ya da kısıtlamaya ya da kontenjana bağlamaya ya da rezervasyon usulü gibi tuhaflıklar yapmaya hazır hınzırları da unutmamalıyız.
Ancak her şeyin başı eğitim!
Şeytan da bir melektir.
Taş atmayı İbrahim başlattı. İbrahim bir elinde kasap bıçağı öbür elinde Allah adına kesmeğe götürdüğü minik oğlu İsmail’in eli “dulda” bir yer ararken, melek sınıfından şeytan, “Hızır” gibi yetişip İbrahim’in önünü kesiyor. “Yapma” diyor. “Gözünü severim kesme!”
Bu incelikli uyarıya İbrahim’in cevabı taş atmak oluyor. Oğlunun katili olacakken engelleyen şeytana minnet duygularıyla teşekkür etmesi gereken İbrahim, inanılmaz bir şey , taş yağmuruna tutup kovalıyor şeytanı. Sonrasında sisteme bağlanıyor. Yaklaşık Bin 400 yıldır düzenli olarak Müslümanlar şeytanı taşlıyor. Allah’ın emrine rağmen Adem’in önünde eğilmediği için âsi ilan edilen şeytan, cennetten kovulduğu yetmiyormuş gibi, dünyada da küçücük bir bebenin hayatını kurtarmak için giriştiği gayet insani bir davranış nedeniyle akıl tutulmasına uğramış bir babanın,başka sözcük bulamıyorum, taş yağmuruyla karşı karşıya kalıyor. Bu tuhaf gelenek hacca taşınıyor. Ve Mina’da “Büyük,”Küçük”,”Orta” şeytanların ve ailelerinin yaşadığı düşünülen adresler yüzlerce yıldır milyonlarca hacı adayı tarafından taşlanıyor. Öyle ki; sakatlıkları ya da acizlikleri nedeniyle taş atamayanlar, yahu ben de eksik kalayım demiyor, taşeron tutup attırıyor. Taş atmanın belli bir var. Vaktinden önce atılan taşların geçerliliği yok, tam vakti geldiğinde kafası budur diye sallayacaksın. Tutturamadın, bir daha sallayacaksın! Yani şeytanın kafasını gözünü patlatana kadar atacaksın! Buna şeytan mı dayanır!
Bu son olsun. Bu tür acılar ortak acılarıdır. Tamam hacca gidin, kutsal mekanları usulünce ziyaret edin, ibadetlerinizi güzel güzel yapın,sevaplarınızı kazanın ama lütfen şeytanı taşlamayın!
Tamam, taşlar ufak. Okuduğum kadarıyla standart boy, nohut kadarmış ama, binlerce insanın aynı anda savurduğu taşların vereceği hasarı, kendinizi şeytanın yerine koyarak tasavvur eder misiniz?
Ettiniz… Nasılsınız?
Ne yapsın şeytan. Binlerce yıldır taşlanıyor. Eminim sabrı taşmıştır!
Facianın duyulmasından sonra Suudi Arabistan yönetimini suçlayan açıklamalar geldi. “Aşk olsun” mebuslarımıza, aferin belediye reisimize, “cesurane” bir eda var sözlerinde demek üzereydik ki, beş dakika geçti geçmedi hemen hepsini “davulcu osuruğuna” dönüştüren Cumhurbaşkanı Recep Bey’in sözleri ekranlara düştü:
“ Hac’da yaşanan faciada organizasyon boşluğu var açıklamalarını doğru bulmuyorum. Suudi Arabistan şimdiye kadar,orada yapılan organizasyon çalışmalarında hassasiyetlerini yakından bilen bir insanım. Suudi Arabistan yönetimine böyle saldırgan ifadeleri yanlış buluyorum.”
O kadar.
İyi güzel de, suçlu kim?
Kırk yıl geçse Recep Bey ile düşüncelerimizin kesişeceği aklıma gelmezdi. Sanki o da soyut bir varlığa işaret ediyor gibiydi. Ve galiba o da şeytanı gösteriyordu. Aramızda ki ayırım; tacizlere karşı şeytanın meşru müdafaa pozisyonu aldığı ve canının çok yanmasına bağlı olarak sabrının taştığı yollu fikriyatıma karşılık; Recep Bey’in yönetimi değil de soyut bir şeyi,yani şeytanı sorgusuz sualsiz peşinen suçlu ilan etmesinden ibaretti! Bir yönüyle aramızdaki ayırım taşlama fiilinin meşruiyetine dairdi!
Meşru mu?
Meşruiyetini Kuran’dan alıyor. Ancak “vacip” faslından sayılıyor. Yani yapılması açıkça ve katiyetle emredilmemiş. Yapmasanız da kıyamet kopmaz türünden bir fiil!
Bu kadar insan yapılması zorunlu olmayan bir ritüel nedeniyle ölüverdi. Yapmayın.
İnsaf…Yüzlerce yıldır taşlıyoruz…Unutmayın şeytan da bir melektir. Üstelik insanlarla bir arada olma ricası Allah katında kabul gördüğü için aramızda yaşayıp gitmektedir. Kıyamete kadar da ruhsatlıdır.
Haa, Bir de İhsan Bey var, İhsan Eliaçık. “Hac tek bir mevsime özel olmasın,12 aya yayalım, böyle faciaların önü alınır ” diyesiymiş.
Eliaçık kimden yana tam olarak kestiremiyorum ama bu kabul edilemez. Bu öneri bir seansta atılan taş sayısını azaltıyor ise de bu defa yeni uygulamayla, mevsimsel olan şiddet günlük rutine dönecektir. Yani bu defa her Allah’ın günü taş!
Kabul edilemez…Bana soran yok. Soran olursa söyleyeceğim şey şudur:
Hem hac yapanlar hem yapılmasına göz kulak olmakla mükellef olanlar bu tür faciaların önünü almak için her türden tedbirinizi alın. Haccınızı güzel güzel yapın. Kurbanlarınızı kesin. Hacı olup memleketlerinize, çoluk çocuğunuza dönün. Ama Mina’daki şeytan ailesini de rahat bırakın. Gözünüzü severim azdırmayın. Şeytan da bir melektir lütfen taşlamayın!