Saltanatın ilgası ve halifelik meselesi

Son Osmanlı Sadrazamı Ahmet Tevfik Paşa’nın ilki Mustafa Kemal Paşa’nın şahsına, ikincisi Büyük Millet Meclisi’ne olmak üzere çekmiş olduğu iki telgraftır saltanatın ilgasını hızlandıran. Mustafa Kemal Paşa’nın telgrafları kürsüden okumasıyla, Mazhar Müfit Bey’in  tutulduğu  gülme krizini görmezliğe, duymazlığa  vurup kulağımızın ardına atabiliriz ama   hemen ardından   geçirdiği öfke nöbetini takiben sarf ettiği sözleri ne yapmalı?

İşte bu fena!

Fena olanını   evvelce yazdığım bir yazının başlığına çektiğimi hatırlar gibiyim: “Babıâli sadrazamı, telgrafı gördüm seni mahkeme kapısında asarım…”  Mazhar Müfit ittihatçıdır. Kayıtlarda yok ancak İhtimaldir ki telgrafta yazılı olanları işitir işitmez   elini beline atmış ve hayali bir sadrazama ateş etmeye yeltenmiştir!

1-2/Kasım 1922’de saltanatın ilgasının birdenbire  ortalığa dökülüp tartışılması, İstanbul Hükümeti’nin Lozan görüşmelerine müdahil olmak talebiyle  başlamış olduğu doğru olmakla birlikte eksiklidir. Zira saltanat meselesi  çok  daha önce Anadolu savaşının öncüleri arasında görüşülmüş, tartışılmış ve karara bağlanmıştır.  !920’de  Ankara’da  meclisinin açılması saltanatın fiilen ilgası anlamına gelmiyorsa nedir? Aslında tam da bu nedenle 1922’de tartışılan, saltanat meselesinden   daha çok halifelik olmuştur. Tartışmayı ateşleyenler de  onun halifeliğe heveslendiğini düşünen ya da sanan yakın arkadaşlarıdır. Saltanatın kaldırılmasına açık itiraz Mustafa Kemal Paşa’nın Nutuk’ta zikrettiği gibi iki kişiden gelmiştir. Bunlardan biri Mersin Milletvekili Selâhaddin Bey (Köseoğlu), diğeri Rize Milletvekili Ziya Hurşit Bey’dir.Her ikisi de 1926’da İzmir suikastı davasında yargılanacak birincisi beraat edecek ikincisi asılacaktır.  

Önce kestirmeden fikrimi söylemek isterim. Mustafa Kemal Paşa’nın halife olmak istediğini yazıp çizenler ve buna inananlar günümüze kadar hep olagelmişse de, bana göre, onun bu makama heveskâr olduğuna ya da herhangi bir dönemde  niyetlendiğine dair hiçbir işaret  görülmez. Ancak saltanatın kaldırılmasıyla birlikte, halifeliğin, Osmanlı hanedanlığından alınıp Büyük Millet Meclisi’nin “uhdesine” bırakılması fikrini savunduğunu da inkâr edemeyiz. Halifeliğin Meclisin uhdesinde olması halinde , halkı çoğunluk Müslüman olan  sömürgelerin “efendisi”  İngiltere’yi, Lozan görüşmelerinde zora sokabileceği zahabı, Mustafa Kemal Paşa’yı halifeliği meclisin yedeğinde tutmaya   yönlendirmiş olmalı diye düşünmekten yanayım. Mustafa Kemal Paşa halifeliğe merakı olsaydı, çok açık,   1923 Nisan’ında tamamen kendisinin  belirlediği isimlerden oluşan yeni meclisinin, 1924 Mart’ında ilga edilen halifeliği,  uhdesine almasını engelleyecek ahım şahım hiçbir güç yoktu. Almadı. Almadığı gibi Lozan Antlaşması imzalandıktan, Temmuz 1923, kısa bir süre sonra halifelik denilen saçmalığı tarihe gömmekte bir an bile duraksamadı.

Sabırsızlandım…

Şimdi saltanatın kaldırılması için verilen önergeye ve tartışmaya neden olan altıncı maddeye geçmeliyim: Rıza Nur, doktor,yeminli Mustafa Kemal düşmanıdır. Daha doğrusu, artık nasıl oluyorsa, kendi “özü” dahil bütün herkesten, hatta bütün canlılardan,  kedi dahil, meclisin bahçesindeki kedileri tekmelediğini Tunalı Hilmi yazmıştır, bir de halifeden  nefret eden biridir. Rauf Orbay hatıralarında yazıyor. Alıntıyı onun hatıralarından aktardığıma  bakmayın hemen elimin altında olduğundandır,Nutuk dahil, Ali Fuat ve Kazım Karabekir de farklı şeyler yazmıyor ve  şöyle:

“…Neticede,Mustafa Kemal Paşa,ben,Ali Fethi,İbrahim Süreyya Beyler ve Ali Fuat ve Kâzım Karabekir Paşalarla diğer seksen kadar arkadaş,Doktor Rıza Nur Bey’in hazırladığı şu teklifi imzalayarak,Meclis Meclis Başkanlığına sunduk…” (Cehennem Değirmeni,cilt 2,s.106.)

Güzel… Sunuyorlar ve sundukları önergenin altıncı maddesine, anlaşılması bir hayli güç olmalı, Kâzım Karabekir, Ali Fuat en çok da Rauf Orbay itiraz ediyorlar!

itiraz edilen altıncı madde şu:

“Türkiye Hükümeti hakk-ı meşru olan makamı hilafeti, esir bulunduğu ecnebilerin elinden kurtaracaktır.”

Saldırı işte  buraya,  hilafet makamının Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin “hakkı” olduğu ve   Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne geçmesi halinde, Mustafa Kemal Paşa’nın bunu şahsı için kullanabileceği zahabına kapılanlar, daha önce imzaladıkları önergenin  bu maddesine, büyük bir pişkinlikle, başka sözcük bulamadım,  itiraz ediyorlar. Aynı yönde itiraz eden hoca takımı da var bunlara ikaz biraz setçe oluyor. Mustafa Kemal, bunlara, gövdelerine bağlı kafalarının kesilmesinin  ihtimal dahilinde olduğunu hatırlatıyor. Durum tatlıya bağlanıyor!    

Uğur Mumcu, Kâzım Karabekir’in 1939 yılında Yedigün adlı dergiye vermiş olduğu röportajdan aktarıyor. Yazılanlara  göre Karabekir  önergenin altıncı maddesinin sakıncalarını anlatmak için 31 Ekim sabahı yanına İsmet Paşa’yı da alarak Çankaya’ya çıkıyor…  Mustafa Kemal, onları şu sözlerle karşılıyor ki bana oldukça eğlenceli geldi: “Hayrola,Şark ve Garp Cepheleri komutanları bir arada…Ne haber?..”(Kâzım Karabekir Anlatıyor,yayına hazırlayan Uğur Mumcu,s.62)

Burada beklenen cevabi karşılık  “iyilik, sağlık senden ne haber” olmalı ama, değil ve  Mumcu, bana göre Karabekir’in uydurdukları,  aktarmayı sürdürüyor: “…İsmet Paşa (da) ziyaretimizin maksadını teklif ettiğim tarzda apaçık söyledi. Gazi sükûnetle dinledi. Fakat renkten renge giriyordu. Kızdığı zamanlardaki mutat uzun iç çekişleri ile sigarasını da içiyordu. İsmet Paşa’nın sözü bittikten sonra eline bir kağıt kalem aldı ve bana sert sert bakarak ‘Peki Paşam,ne tarzda istiyorsanız söyleyin yazayım’ dedi…”

İşte bu olmadı.

1919’da olabilirdi ama 1922’de olmaz! Hele Karabekir’in, altıncı maddenin “Paşa Hazretleri, umumun arzusu ‘Saltanat mülgadır,Hilafet Hanedanı âl-i Osman’a aittir’ şeklinde değiştirilmesine yönelik diktesi hepten olmaz.

Olamaz, çünkü  elimizde “Türk Parlamento Tarihi” var ve Meclis  tutanaklarını  buradan okuma imkânına sahibiz: 1 Kasım günü Mustafa Kemal Paşa kürsüye çıkıyor ve siz deyin din dersi öğretmeni,ben diyeyim sarıklı din alimi! Çok uzun konuşuyor. Muhammed’in ölümünden alıyor, dört halife, Emeviler, Abbasiler, sonrasında Osmanlılar… Yavuz Selim’in hilafet alıp getirmesi… Vahideddin…Mustafa Kemal ”Vahideddin” deyince meclis ayağa kalkıyor. Vahideddin şiddetli bir şekilde protesto ediliyor…(Parlamento Tarihi 1.Cilt,s.243-267)

Sonrasında Hüseyin Avni Bey ve arkadaşlarının,İkinci Grup,  bir önergesiyle   altıncı madde kılık değiştiriyor ve şu hali alıyor:

“Hilafet Türklere,Âl-i Osman Hanedanına aittir(…) Halifeliğe Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafında bu hanedanın ilmen, ahlaken, eslah ve erşet olanı intihap olunur…”

Yani maddenin değişmesi Karabekir’in “dikte”si ile değil, meclis kararıyla oluyor ve Mustafa Kemal Paşa evvelce hiçbir kayıt koymadan imzaladığı Rıza Nur’un önergesi yerine  bu defa  Hüseyin Avni Bey’in altıncı maddeye dair değişiklik  önergesini itiraz etmeden imzalıyor. Çünkü onun için önemli olan Lozan’dır ve Lozan’da kimin  temsil edileceğidir. Lozan’a davet yeni devletin  tescili oluyor.

Altıncı maddeyle hilafet makamı Osmanlı ailesine “şimdilik” bırakılıyor.  Ne yapsınlar o kadar çekmişler ki, seçilecek kişinin “eslah ve erşet” (iyi ve düzgün) olması gerektiğini özellikle belirtmek gereğini duyuyorlar. Artık gerisi kısmet!

Kasım 1922’de saltanat ilga edilirken saltanattan daha çok hilafet meselesi tartışılıyor.

Fikrimdir:

Mustafa Kemal’in  halife olmak istediği tezinin savunulacak hâli yoktur. Hem sonra bir düşünün Allah aşkına  her akşam keyifle üç-beş kadeh rakı içen ve bunu saklamak gereğini dahi duymayan, vals yapan, giyimi kuşamıyla gayet zarif, kadınlara iltifat eden,onların hak hukuklarını savunan  birine…Yani fes…Yani sarık..Cübbe… Hayal gücünüze biraz katkı koymak isterim; adeta Kadir Mısıroğlu…

Yakışır mıydı?

İsmet Paşa’mıydı şu sözün sahibi : Hadi canım sende!