Resmi TKP'den Hakkı Behiç Bey'i Nasıl Delirttiler?

1920 yılının Ankara’sında okullarda söylenilen marşlardan birinin Çerkes Ethem Marşı, öbürsünün sovyetik tip (şura) hükümet övgüsü yapan komünist bir marş olduğunu, yakın tarihe merak salıp da duymayan, okumayan, bilmeyen kalmamıştır. Yine de yazayım istedim.

Çerkes için söylenilen marş, ”Güneş ay gibi ülkeyi parlattı / Kahraman Ethem cihadın senin” diye başlar ”Garbı, cihanı yerinden oynattı / Kahraman Ethem, nejadın senin..” diye devam edip gider.

Ömrünün üçte birini Genelkurmay Başkanı olarak geçiren Mustafa Fevzi Çakmak’ın Çerkes’in marşının sözlerinin yer aldığı belgeye şu kaydı düştüğünü de Mete Tunçay aracılığı ile Hüsamettin Ertürk'ün Harp Dairesi arşivinde bulunan yayımlanmamış hatıratlarından öğreniriz: “Üstadane bir zevkle bestelenmiştir.” (Sol Akımlar, 1978,sf.170)

Öbürsü, yani komünist olanın ilk dörtlüğü de “Sol Akımlar”da dip not olarak önümüze düşer. Ancak, marşa “komünist rengi” vuran ikinci dörtlüktür ve bu Cemal Kutay’ın “Türkiye’de İlk Komünistler” adını taşıyan kitabında kendine yer bulur:

“Yeri göğü inletir demir döğen işçiler/ Kayaları titretir saban süren çiftçiler/ Anadolu şuralar hükümeti varolsun/ işçilerin emeği özlerine yar olsun..”( sf.17)

***

Marşların “üstadane bir zevkle” bestelenip bestelenmediğini bilmem olanaksız, ayrıca anlamam da ancak her ikisinin de güftesinin berbatlığına bakılırsa olur olmaz her şeyden etkilenip çocuk tiyatrosu, pandomim, okul marşı, asker marşı, şarkı sözü yazan Kazım Karabekir Paşa’nın ya “güftebaz”ı etkilemek , ya da doğrudan “dahli” olmak anlamında parmağı olduğunu düşünmeden edemiyorum.

Her neyse 1920 yılının Ankara’sında sokaklarda marşların yanı sıra, meclis kürsüsünde “ne bekliyoruz bolşevikliğimizi ilan edelim” türünden konuşmalar yapılıyor. Cephede subaylar Kızıl Ordu’ya özenip apoletlerini söktükten sonra eratla birlikte aynı çorbaya kaşık sallıyor. Kırmızı renk moda ve özellikle kırmızı kalpak pek revaçta. Lenin’in Türk olduğunun iddia edildiğini de ilave etmeliyim ki tablo daha net ortaya çıksın (Bu iddia öne sürülürken ancak bir Türk’ün bu kadar akıllı ve cesur olabileceği fikrine yaslanılmıştır.)

İnanmayacaksınız o günlerin Ankara’sında meclis karşısındaki meyhanelerin birinde, Sovyet general Mihail Frunze’nin (Taksim Anıtı’nın kuzey yüzünde heykeli var) bir fotoğrafının asılı olduğunu, Nuri Conker ve Tunalı Hilmi’nin burada rakı içerken kadehlerini zaman zaman Frunze’nin şerefine kaldırdıklarını okumuştum şimdi hatırlayamadığım bir yerde. Resmi TKP'nin böylesi bir iklimde hem kuzeyden esen rüzgarı arkasına almak hem içerdeki sol örgütleri “hizaya” getirmek için kurulduğu öteden beri yazılagelmiştir. Ve kuruluşu ne devletin yüksek katındakileri ne de sokaktaki adamı şaşırtmıştır.

Bunların bilindiğini biliyorum. Ancak daha az bilinen, ya da unutulan, ya da hiç bilinmeyen, ya da dip notlarda sadece “göz okuması” kaldığını düşündüğüm Hakkı Behiç Bey’i ne yapacağız?

Önce Yeşil Ordu’nun kurucularından ve önde gelen yöneticilerinden, sonrasında TKP’nin resmi olanının genel sekreteri, çok kısa bir süre içişleri bakanı, 1922’den sonra sır olup “göğe çekilen”, “başbelası Çerkes..”

Sözüm buna dairdir.

***

Tarih Baba kısmık davranmış Hakkı Behiç Bey’in hikayesine dair düştüğü notlarda. TKP genel sekreteri olarak imzaladığı birkaç beyanname ile kısa bir iki yazışmanın dışında iki şeyin altını çizmekle yetinmiş. Biri kendisi gibi Çerkes olan Rauf Orbay’a yazmış olduğu uzun mektup (5 sayfa), diğeri “asabiyetten öldü”ğüne dair kısa bir not (M.Ünal, Kurtuluş Savaşı’nda Çerkesler).

“Delirdi” demiyor Tarih Baba. Kibarlığa vurmuş: “Asabiyetten öldü..”

“Asabi”liğine dair ipuçları var.

Şöyle Mustafa Kemal yakın arkadaşlarına kurdurduğu Yeşil Ordu’nun denetiminin Çerkes Ethem ve kardeşlerinin eline geçtiği zahabına kapılınca örgütün yöneticilerinden Hakkı Behiç Bey’i çağırıp örgütü kapatmasını istediğini söyler Nutuk’ta.

Mustafa Kemal sahneyi tam olarak şöyle anlatılır:

“ ..Bu derneğin zararlı bir biçim ve nitelik aldığı inancına vardım. Hemen kapatılmasını düşündüm. Tanıdığım arkadaşları aydınlattım. Görüşümü söyledim, gereğini yaptılar. Ama genel yazman olan Hakkı Behiç Bey, derneğin kapatılmasıyla ilgili önerimin kabul edilemeyeceğini ve uygulanamayacağını söyledi. Ben: ‘Kapatırım’ dedim. Bunun da olamayacağını, çünkü derneğin düşünülenden daha büyük ve daha güçlü olduğunu ve derneği kuranların sonuna dek amaçlarından ayrılmayacakları üzerine birbirlerine söz vermiş olduklarını özel bir durum takınarak söyledi. Olaylar gösterdi ki, biz, bu gizli derneğin kapatılmasına çalıştıysak da bütünü ile başaramadık.” (Nutuk,sf.633)

Ne demek “Özel durum takınmak?”

Bana kalırsa dellenme o gün başlamış. “Özel durum” dellenmeye işaret olmalı. Çağıracaksın “aç” diyeceksin Yeşil Ordu’yu açtıracaksın iki ay geçmeden “kapat” diyeceksin... Olmaz... Ne yapsın Hakkı Behiç?

Bu durumda Mustafa Kemal’in “özel durum”dan kastı Hakkı Behiç’in birdenbire saç çekiştirmek biçiminde (elbette kendi saçı) tezahür eden davranışı olmalı diye düşünmekten beni kim alıkoyabilir ki?

Koyamaz.

Şimdilik çekiştirmek... Bir de yolmak var.

***

Yolmak TKP ile başlıyor.

Mustafa Kemal TKP’yi kurduruyor. Başında da yine bizimki: Hakkı Behiç..

Resmi TKP 18 Ekim 1920 tarihinde kuruluyor. Kurucuların bir bölümü kapatılan Yeşil Ordu’dan Hakkı Behiç, Yunus Nadi, Eyüp Sabri, Süreyya Yiğit, Kılıç Ali, Çerkes Reşit gibi bildik isimler.

Hakkı Behiç Bey partinin kuruluş sürecini kendisi gibi Kafkaslı olan Rauf Orbay’a Kasım 1921 tarihinde yazmış olduğu mektupta, son derece samimi bir dille anlatıyor. 1921 yılında herkesin birbirinin gözünü oyduğu bir dönemde bu kadar ”samimi” bir dilin kullanılması Hakkı Behiç Bey’in deliliğinin başladığı Eylül 1920’den itibaren biraz daha yükseklik kazandığı anlaşılıyor. Ancak bir deli bu kadar saf ve temiz olabilir...

Mektubun başında Mustafa Kemal’in de kendisi gibi sosyalizme bağlı olduğuna inandığı anlaşılıyor Hakkı Behiç Bey’in. Yeşil Ordu’nun kuruluşuna coşkuyla katıldığını yazdıktan sonra sözü partiye getiriyor:

“ ...Hariçte çalışan arkadaşlarımız bu memleketin bu kadar hak sahibi evladı idi. Düşmanlarımızın takibat ve tazyikatından firara mecbur olarak memleketlerine avdet edemedikleri bir zamanda kendilerine az çok muavenet imkanı bahşedecek ve onları daha büyük bir gayretle bulundukları mühitlerde çalıştıracaktı. Reşid’in, Ethem’in, Fuat Paşa’nın dahil bulunduğu bu teşkilat bir müddet sonra Mustafa Kemal Paşa’nın husumetini celbetti. Dağıtmaya mecbur olduk. Bizi dinlemeyip faaliyet devam ve sebat edenler de bir vesile ile mahkum edildi. Bir müddet sonra Mustafa Kemal Paşa (Komünist) namı ile ve tamamen Rus İnkılabının aynını istihdaf etmek şartı ile bir fırka teşkilini teklif etti.(...) Bana adeta cebren kabul ettirilen bu işi bir fedakarlık addetim. Çünkü Komünist Fırkası namına ortaya çıkmakla bir kere bittabi çok kuvvetli husumetler celbedecektim. Saniyen bu fırkanın memlekette gayesine göre bir şekl-i idare vücuda getirmesi adta muhal iken ben muhali temnni eder bir adam vaziyetinde kalacaktım. Salisen komünizm haricinde hiçbir fırka namına bir daha hayt-ı siyasiyye çıkamamak ızdırabına düşecektim..” (sf.432)

Benim yaş grubum azını, orta yaşlar pek azını, gençler pek çok azını anlamıştır!

Özeti şu: Hakkı Behiç Bey Yeşil Ordu’nun haklarında açılan soruşturma ve baskılar nedeniyle yurt dışına çıkmak zorunda kalan arkadaşlara (İttihatçılar) hem moral kaynağı hem de oralarda çalışma imkanı sunacağına inanıyor. Örgüte Ethem (Çerkes), Reşit (Ethem’in abisi), Fuat’ın (Ali Fuat Cebesoy, Kuvay-ı Milliye Genel Komutanı, Ethem’in savunucusu ve dostu, ana tarafından Çerkes) da katıldığını ve bir zaman sonra da Mustafa Kemal’in düşmanlığını üstüne çektiğini ve örgütü dağıttığını söylüyor. Örgüt dağıtılyor. Bir müddet sonra da (Ekim 1920) tamamen Rus Devrimi'ni amaçlayan bir partinin kendisi tarafından kurulması isteniyor. Bunu bir görev olarak alan Hakkı Behiç Bey partiyi kuruyor.

***

Kesinlikle inançlı ve samimi, samimiyeti ölçüsünde de deli! Bakın ne diyor, sadeleştirerek özetliyorum: Komünist Partisi adıyla ortaya çıktığımda birçok insanın düşmanlığını kazanacağım gibi imkansız olanın da peşinde, yasak olanı isteyen bir adam olacaktım ve bir daha halkın karşısına komünist dışında başka bir sıfatla da çıkmam doğru olmayacaktı...

Delirmesinde “halkın karşısına her gün başka sıfatlarla çıkanları” görmesinin büyük bir payı olduğuna inanmak gerekiyor.

***

Her gün “yeni bir yüzle” halkın karşısına çıkan, kendi değişiyle “ mebzul miktarda adem”i görünce delirmeyip ne yapsın.

Yeşil Ordu’nun ve resmi TKP’nin kurucusu Kılıç Ali Mayıs 1921’de komünistlerin resmi ve resmi olmayanları ile, Yeşil Orducular ve Ethem’lerin yargılandığı, idama varıncaya kadar cezaların kesildiği İstiklal Mahkemesi’nin de başıdır.

“Bu da nereden çıktı, ne olmuş” demeyin..

Yeşil Ordu ve TKP kurucusu Kılıç Ali bu defa mahkeme başkanı olarak Mustafa Kemal’e yazıyor. “Türkiye Büyük Millet Meclisi 1 Numaralı İstiklala Mahkemesi” antetli kağıdın sol altında “Mahrem ve Zata Mahsustur” ibaresi var “Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine” diye başlıyor ve soruyor, sadeleştirerek yazıyorum: “Yeşil Ordu ve TKP adını taşıyan örgüt var mı?” (İsmet Bozdağ, Mustafa Suphi’yi Kim öldürttü, 1992, sf.96)

Buna insaf ve pes... Seksen yıl sonra ben okurken deliriyorum da o günlere tanıklık eden Hakkı Behiç ne yapsın?

Ama şuna daha da insaf ve pes: “Benim bilgim dahilinde yok...” (sf.97)

Bunu yazan da Mustafa Kemal!

“Ankara İstiklal Mahkemesi Riyasetine” diye başlıyor. “Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi” olarak imzalıyor.

Hakkı Behiç bu defa saçını başını yolmaya başlıyor.

“Galiba delireceğim” diyor.

Bunları biliyor Hakkı Behiç ve mektubunda Rauf Orbay’a Mayıs 1921 yargılamalarının haksızlığını anlatıyor Kasım 1921 tarihli mektubunda. Saflık akıyor. Özellikle Ethem Bey’le ilgili bölümde. İsmet ve Mustafa Kemal Paşa’nın “hulus-u niyet”lerinden kuşku duymuyor, bütün suçlamalarını Refet Paşa’ya yöneltiyor. Ethem’in babasını ikna için Ethem’e gönderme kararını Mustafa Kemal’le birlikte aldıklarını söyledikten sonra, büyük bir saflıkla Eskişehir treninde yer bulunamadığını ama Eskişehir hamamlarından yararlanmak için mebusların vızır vızır gidip geldiklerini ve buna şaştığını yazıyor. Mustafa Kemal’in ve İsmet Paşa’nın buna “dahli”ni göremiyor. Mustafa Kemal’in talimatıyla Eskişehir’den Ankara’ya taşıdığı parti gazetesi “Yeni Dünya”nın “Eşkıya yatağı gibi basıldığını, muhabirlerinin hapis edildiğini” yazıyor Rauf Bey’e, bunun arkasındakileri göremiyor. Bir kez daha “delireceğini” söylüyor.

***

Delirmesi 1927...

Mustafa Kemal Paşa 1927 yılında “Nutuk”u okumaya başlıyor... Yeşil Ordu, TKP, İttihatçılar, Kuvayı Seyyare, Halk İştirakiyun, Çerkes Ethem...

Hakkı Behiç dinliyor. Deliriyor..

Sizleri bilmem ben böyle okuyorum tarihi..

Mektubu şöyle bitiriyor: “İtikadım, imanım değişmemiştir. Bence Türkiye davası muvakkattir benim gayem İslam aleminde bir inkılap davasıdır. Bu davayı yürütemedim, çünkü kimseye anlatamadım.(...) Fakat ben er geç bunun tahakkukunu şüphesiz görüyorum. Er geç bir Sosyalist İslam cumhuriyeti tezahur edecek ve eşya vahdetine amil olacaktır. (Tunçay, sf.485)

***

Hakkı Behiç hakkında oradan buradan topladığım kırıntılardan ancak bu kadar bilgi ve fikir sahibi olabildim.

“Delirmesin de ne yapsın” diye düşündüm. Doğuştan var ve hayli zayıf olduğu söylenilen “asabiyet” tellerini tutan taşlar, bunca hadisenin üstüne bir de “1927 Nutuk” eklenince tel “tınnn..” Taş maş da paldır küldür vesselam..