Kenar notları: Demirci Mehmed Efe'nin hazinesi ne oldu?

“Şu bizim Ankara’ya da söz anlatamıyoruz yahu,acep bir varıversem mi!”

İşte bu, Demirci Mehmed Efe’dir… Aydın, Menteşe ve Havalisi Kuva-yı Milliye Umum Kumandanı… "Ankara” dediği de Mustafa Kemal Paşa… Belli ki Demirci’nin bazen tepesi atmakta ve hesap sormak için atlanıp “gidivermek “istemektedir Ankara’ya. Bazen de küçük kardeşine hitap eder gibidir, yumuşak, sevecen, şeker mi şeker:

“Biraderim Mustafa Kemal Paşa; evvela selamlarla gözlerinden öperim…” diye başlayan mektuplar yazar.

Dehşetli kıyıcı ve zalim olduğuna dair yazılanlara itiraz etmek ne mümkün? Elhak doğrudur. Ancak 1919 Haziran’ından 1920 Temmuz sonuna kadar Batı Cephesi’nin Güney kanadında istilacı Yunan ordusuna epeyce çektirdiği de başka bir doğrudur Demirci Mehmed’in. Bir vukuat sonrasında dağa çıkıp eşkıyalığa soyunan köylünün ardından üretilen hikayelerin efsaneye dönüşmesi nadirattan sayılmaz. Asker firarisi olarak dağa çıkan Demirci Mehmed bundan azade olacak değil ya. Kısa bir süre sonra dağların padişahı olur. Refet Paşa’nın meclis zabıtlarına geçen şu sözlerine bakar mısınız:

“…Arkadaşlar; Demirci öyle bir adam idi ki üç beş kişi ile herhangi bir yerde görünse pek mühim bir tesir yapardı. Arkadaşlar; halkı titretmiş, halkı yıldırmış, halkı korkutmuştu. Halk; Demirci’nin isminden korkuyordu, şahsından korkmuyordu…" Meclis Gizli Zabıtları,cilt 2,s.,878)

Benim, Refet Paşa’nın sözlerinden anladığım; ahalinin Demirci’den korkup isteklerini eksiksiz yerine getirmesi için “cismi”ni görmesinin gerekmediği adını duymasının yeterli olduğudur. Adı, Ziraat Bankası soygunu ile birlikte türkü olur ve dağı taşı tutar.

15 Mayıs 1919, tam da Yunan Efzun Alayı İzmir rıhtımına çıkarken Demirci Mehmed, Bozdoğan Ziraat Bankası’nı 200 kişilik çetesiyle basar. Bozdoğan deyip geçmeyin. Ege’nin zengin çiftçilerinin azınlık tacirlerinin cümle parası oradadır. Bozdoğan dediğin merkez sancağı İzmir olan Aydın vilayetinin bir ilçesi, İzmir’in de burnunun dibi… Demirci’nin namının İstanbul’a kadar ulaşması bu soygun hadisesinin ertesinde olur. İstanbul hükümeti paranın peşine düşüp Demirci’nin ardına asker salsa da, bir ay sonra Ege’de Kuva-yı Milliye hareketi başlayınca takibi gevşetmekle kalmaz, Demirci’yi kendi yanına çekip kuvvacılara karşı kullanma yoluna girer. Şimdi ne diyelim, doğruya doğru, Demirci’nin aklının ilk günlerde buna yatkınlık gösterdiğini söyleyip, yazıp çizen çoktur.

Dünya savaşı sonrası Ege dağları asker kaçağı eşkıya yatağıdır. Bu dağlarda bir tek Demirci’nin olduğunu kim söyleyebilir… Bir de Yörük Ali var… Yörük Ali Efe dediğin görünüşte parmak kadar çocuk. Hatırlayanlarınız olacaktır, 90’lı yıllar, Aydın’da dikilmek üzere heykeli yapıldığında şiddetli tartışılmıştı bıyığı var mı yok mu diye. “Köse” diyenler bile olmuştu utanmadan! Tartışmaya ben de katılmış “yok”, demiştim, “kabul edemem”, evet “çangal bıyıklı olmadığı doğrudur ama şöyle inceden bir şeylerin olduğunu da kimse inkar edemez” yollu savunuya geçmiştim. Her neyse bıyıklı bıyıksız ; çangal mangal, Yörük Ali Yaman bir

kuvvacı idi. Demirci’yi Ankara’nın saflarına çeken de 57’inci Topçu Alay Komutanı Binbaşı İsmail Hakkı bey ile birlikte Yörük Ali olmuştur. Önceleri emrinde çalışan, sonrasında tuzaklayıp çetesini dağıtan Refet Paşa, o günlerde Albay, bunu kendi hanesine kaydetse de aslı yoktur. “Demirci’nin emrine girip kurmay gibi çalışması”, çok sonra, Ekim 1919’da başlayacak ve 1920’nin Mart ayına kadar sürecektir. Nutuk’ta Mustafa Kemal Paşa bunu iğneleyici bir dille anlatır:

“Baylar, Nazilli’ye giden Refet Paşa, Demirci Mehmet Efe’den komutayı almayı gerekli ve yararlı görmemiş,kim bilir, belki de komuta kendisine verilmemiş,Demirci Efe’nin yanında kurmay gibi çalışmayı daha yararlı görmüş ve bunu yeğlemiş. Refet Paşa bunu bize bildirdi(…) Asıl tuhaflık bundan sonra görüldü. Bir süre sonra Refet Paşa Nazilli’den kayboldu. Birkaç gün sonra Balıkesir’de olduğunu,birtakım yabancı subaylarla ilişki kurayım mı diye bizden sorması üzerine anladık…”(Nutuk, TTK,1989,cil:1,s.381)

Bunu saymayız derseniz elimin altında olan başka bir kaynağa başvurmak durumunda kalırım; buyurun, Sabahattin Selek’in Anadolu İhtilâli…

“Kurnazlık, Refet Paşa’nın pusulasıdır. Kaytarırken kurnazdır, kaytaranları yola getirirken kurnazdır(…) Kuvayi Milliyeyi idare etmek üzere Demirci Efe’nin yanında görevlendirildiği zaman,istenilen görevi gereği gibi yapmadığı halde, Efenin dümen suyuna girerek herhangi bir tatsız olaya sebebiyet vermemiştir…”(s.150)

Ankara, Çerkes Ethem Bey’le Demirci’yi ortadan kaldırma kararını Kasım 1920’de almıştır. Çerkes Ethem Bey’in Demirci Mehmed’le bağlantı girişimi engellendikten kısa bir süre sonra Demirci’nin kuvvetleri 1920 yılının Aralık ayında dağıtılmıştır. Efe’nin teslim olup “emekli çeteci” olarak köşeye çekilmesinden on dört ay sonra, bu yazıya başlık olarak oturacak “Demirci Mehmed’in serveti ne oldu” sorusu meclisin gizli oturumuna düşecektir.

Soruyu sorup ortalığı karıştıran Isparta Milletvekili Nadir Bey’dir:

“Efenin tenkili zamanında Isparta’ya vardığımda dinlediğim budur: Efeyi tenkil(cezalandırma) için Refet Paşa Hazretleri Isparta’ya gelmişler,tenkil eylemişler. Filhakika Efenin Isparta’da evi var,eşyası vardır. Orayı açmışlar. Bu arada Efenin eşyasının kısmen yağma edildiğini işittim. Hatta ahaliden gasp edilmiş otuz, kırk tulum da yağ varmış. Belki de otuz kırk bin kilo yağ eder.Esasen Efenin evinde ne olmaz! O zamanın bir hükümdarı. Bunları yağma etmişler. Mevcut altınları ve banknotları,miktarını bilmiyorum. Yalnız işittiğimi söylüyorum(…) Benim tahminime göre altın veya banknot yüz bin liradan aşağı olmamak lazım gelir(…) Benim arabama yüklenen para nereye gitti ise gitti. Refet Paşa götürdü. Nereye götürdüğünü bilmiyorum…”

Merak ya, hadi buyurun!

(Devam edecek)