'Kara Cüppeliler'

Eskişehir... 26 Mayıs... Gece. 250 kişilik bir davetli kalabalığı... Başbakan Adnan Menderes sofradadır. Telefona çağırıldığı haberi kendisine erbabınca verilir. Kalkar. Telefondaki TBMM başkanı Refik Koraltan’dır. Koraltan, İstanbul’da üniversite profesörlerinin sırtlarında cüppeleri olduğu halde “sessiz yürüyüşe” geçtikleri haberini iletir Menderes’e...

Onlar da bunlar gibiydi. İktidarları sorgulandığında ya da birileri az da olsa diklendiğinde derhal yüzlerini “al” basardı. “Kara cüppeliler” sözünü o gün icat eder Menderes ve atıfta bulunup diline doladığı da papaz cüppesidir. Bir çift al yanak masaya döner. Kısa bir konuşma yapacağını duyurduktan sonra o anda ağzında lokma olanların lokmalarının yemek borusuna dizilmesine neden olan şu konuşmayı yapar:

“Memlekette hürriyet olmadığından bahsediyorlar. Bizim hürriyeti yok ettiğimizi söylüyorlar. Halbuki bütün hürriyetler o derece suistimal ediliyor ki, sokaklarda kabadayılar, en açık tahrikatı yapmakta, kendileri için en küçük bir tehlike görmüyorlar. Bu kaharaman profesörler,1950 ‘den evvel neredeydiler? Bir zümre tarafından kiralanmış birtakım kara cüppe giymiş kuklaların, aldatılmış, iğfal edilmiş masum vatandaşların, milletin iradesisine rağmen harekete geçmeye teşebbüs etmelerinin akıbeti Türk milleti tarafından tayin edeilecektir...”

Bu son nutku olacaktır. Şevket Süreyya Aydemir “Menderes’in Dramı”nda bu nutuktan kısa bir süre önce Menderes’in profesörler için “kara cüppeliler” lafını kullandığına dikkat çeker. Hatta bundan da pişmanlık duyup “hata ettim, tashih edeceğim” dediğini hemen birkaç satır sonrasında ilave edip Menderes’ten yana gönül eğdirse de sonraki günlerde böylesine bir “tashih”in gelip gelmediğini öğrenemeyiz.

Aydemir’den öğrendiğimiz daha ilkinin dumanı dağılmadan sözün ikinci defa namluya sürüldüğü , “sokak kabadayıları” ve “kuklalar” ile berkleştirilip sıkılandığı sonrasında da tetiğe çöküldüğüdür.

Menderes’in sonunu doğuran ekonmomiden dış politikaya kadar bir dizi faktör sıralanabilir. Bunlara bir de arşa vuran “kibiri” ile bu kibirin salgıladığı patavatsızlığı ilave edilmeli derim ben.

Orduyu “Battal Gazi Ordusu”na benzettikten sonra yakınlarının dur mur demesine kalmadan “Bırakın canım yedek subaylarla da yönetirim” yollu konuşmaları, ardından da yakacak maddesi olan oduna atıfta bulunarak milletvekilleri ile temsil, meşe odununu aynı kategori altında değerlendirmeye tabi tutması, odun denilen yakacağı aday olarak gösterediğinde seçileceğine iman etmesi... Hak yemek yakışık olmaz, sahiden de seçtirdiğini not olarak kaydetmeliyiz... En sonrasında “kara cüppeliler..”

Araya bir soru sıkıştırıp devam edelim.

Soru şu: Tarih tekerrür eder mi?

Etmez... Etmez de hani, “eder/ etmez” çekişmesinde Mehmet Akif’e atfedilen bir söz vardır: İbret alınsa tekerrür etmez idi. Akif tarihin tekrarını, ders alınmamasına bağlıyor.

***

Yaşı da benzemesin sonu da! Ancak benzerlikler ne kadar da çok ve hiç ders alınmadığı da anlaşılıyor!

Menderes iktidarının son günleri gibi. En azından “kibir” ve “patavatsızlık” bağlamında içinden geçtiğimiz şu günleri Menderes’in üçüncü iktidar dönemi olan 1957-1960 günlerine benzetebilir miyiz diye düşünmekten kendimi alamıyorum.

Bu da o gibi!

O, “odunu seçtirebilirim” derken Bu, “ceketini” aday olarak gösteriyor. O, üniversite profesörlerine “kara cüppeliler” diye saldırırken Bu yargıtayın cüppelerini “Kutlu yürüyüş” lerine engel görüp yasa dışı ilan ediyor. O, “Battal Gazi Ordusu” derken, Bu, “Nizam-ı Cedid” diyor...

O, Allah var “Ergenekon”u bilmezdi. Bilmezdi de o da, Şevket Süreyya’nın yazdıklarına inanacak olursak “İkinci Adam”da, “Ehli Salip” diye bir örgütü türkü edip bir vakit bunu dilinden düşürmediğidir.

“Ehli Salip” demesi, karşısına şöyle az çok dikilip boyun eğmeyip itiraza yeltenenleri “Haçlı Ordusu”na benzetmesindenmiş. Hani Kudüs’ün zaptı için yola çıkan Haçlı Ordusu..

O’nun,”Onların güçbirliği adı altında giriştikleri faaliyetin maksadı şudur” diyerek suratı “al” basmış vaziyette söze girip: “Bir Ehli Salip Cephesi ile karşımıza dikilecekler, daha şimdiden seçim varmış gibi yakamıza sarılacaklar, bu hareketler, bizim işlerimizi güçleştirmek, milletimizin ihtiyaçlarını sekteye uğratmak, vatanın refah ve saadetini geciktirmek demektir...” diye sözü sürdürdüğünü de Aydemir’den okuyoruz.
Bunun da fazladan bir laf ettiği yok. İlla merak edip tutturursanız “Ehli Salip” yerine “Ergenekon” yazıp demokrasi, açılım, sivilleşme gibi birkaç mühimmat ile de sıkılamanız yeterli derim ben.

Bu, fazladan şiir okuyor. Okurken ağlıyor. O, şiir okumazdı ancak şarkı okurdu. Daha doğrusu zaman zaman Safiye Ayla Hanımefendi’yi dinlemeye gittiğini ve ona eşlik ettiğini, en sevdiği şarkının da “Aşk yaprağına konarak koza öresim gelir” olduğunu yine Şevket Süreyya’dan öğreniyoruz.

Şaka değil, sahiden “hisli” adammış. Bu yönünü günümüzün ağlaklarıyla karşılaştırmak hiç de doğru olmaz. Karşılaştırmıyorum...

Haa, bir de Menderes’in Cüppeli’si Saidi Nursi idi. Bunun ki Fethullah...

Kısaca Bu’nun ve O’nun benzerlikleri çok fazlaymış gibi geliyor bana. Ya doğruysa. Ya reenkarnasyon denilen tuhaflık gerçekse... Ya da ister misiniz tarih tekerrür etsin?

Ben istemem. Siz de İstemeyin... Benimkisi sadece bir benzetme...