İttihatçıların iktidar olma korkusu (1)

Falih Rıfkı Atay, “Zeytindağı” adını verdiği anı kitabında devleti ele geçirdiği halde hükümet kurmaya yanaşmayan İttihat ve Terakki’nin bu çekinikliğinin tarihte bir benzeri olup olmadığını sorar ve şöyle devam eder: “İttihat ve Terakki, Büyük Harp’in ortalarına kadar, bir türlü sadrazamlığı kendine lâyık görmemişti. Kâmil ve Sait Paşalar yüzde yüz eski adamlardı. İttihat ve Terakki, iki yeni adam buldu Mahmut Şevket Paşa, Sait Halim Paşa. Bunlar dahi Osmanlı İslam vezirleri idi.” (s.25)

Doğruya doğru, “Çanka­ya”nın yazarının bu sözlerine itiraz etmek elde değilmiş gibi gözüküyor. İktidarı büyük bir aşkla isteyen, devleti sadece kendilerinin kurtarabileceğine iman etmiş olan bu genç cesur devrimciler, hükümeti kurmak söz konusu olduğunda mahcubiyetle bir kenara çekilmişler, eskilerin birçok kez sınanmış ekâbirlerine iktidar olma yolunu açmışlardır. Olacak iş mi, sen kalk “mülazımı evvel”, yani kolağası yani şimdinin teğmeni boyuna, posuna, rütbene, kordonuna bakmadan padişaha, hükümete, dağ gibi paşalara başkaldır, dağa çeteye çık ve saltanata diz çöktür meşruti idareyi ilan ettir sonra da kenara çekil. Bu Resneli Niyazi’dir... Göbeğinin üstünden boynuna kadar omuzları dahil nişan, madalya, rütbe işaretleri ve kordonlarla bezenmiş Osman Paşa’yı ordugahtan çekip dağa kaldırmış, ardından da ihtilal bildirgesi göndermiştir padişaha güvercin kanadında!

Yani şimdi kim kuşku duyabilir Enver’in, Eyüp Sabri’nin, Resneli Niyazi’nin gözü karalığından. Bunlar ünlü olanlar. Ardılları da var. Feroz Ahmad “İttihat ve Terakki”de adları az bilinenleri de onurlandır tek tek sayar: Sadık Bey, Yüzbaşı Habip, Ziya, Fahri, İbrahim Sahir... (s.23)

Yalçın Küçük’ün pek güzel adlandırmasıyla “çocuk ihtilalciler”dir bunlar. Saf, temiz, çıkarsız...

“Çeteye çıktılar.”

Osmanlı Ordusu’nun âsilerinden oldular. Makedonya dağlarında gerillacılığa soyundular Temmuz 1908’de... Ölümden öte yol tanımadılar, haklarında verilen ölüm fermanlarını büyük bir aldırmazlıkla gülerek karşıladılar. 30 küsur yıl önce kapatılan meclisin yeniden açılmasını ve bu meclisin dayanağı olan Anayasa’nın yürürlüğe sokulmasını istiyorlardı. Padişah üstlerine ordularını saldı. Ordu komutanlarının kimi öldürülürken kimi don gömlek dağa kaldırıldı. 20 Temmuz’da, Manastır’da bu defa halkın “huruç” eylediği haberini alan İstanbul, nihayetinde “pes” etti. Tarih 24 Temmuz 1908’i işaret ederken başkentte 101 pare top atışı yapılıyordu. Zor, zorbayı dize getirmiş, meşrutiyeti yeniden ilân etmeğe mecbur etmişti. Hükümet kurmalarını engelleyecek hiçbir babayiğit yoktu ancak onlar yanaşmadı. İttihat ve Terakki’nin halk arasında dolaşan “esrarengiz hayaleti” İstanbul’u kuşatmış, 600 yıllık hanedanı çaresiz bırakmıştı. İktidar bir kol mesafesinde önlerindeydi. Alamadılar. Almadıkları gibi padişahla birlikte diz çöken kabineye iktidarı bırakıp kenara çekildiler.

Temmuz devriminden sonra Aralık 1908’de yapılan seçimlerde meclisi silme İttihatçılar doldurdu. Mevcut KÂMİL PAŞA hükümeti güvensizlik oyuyla düşürüldü. Büyük harflerle yazdım paşanın adını. Yeminli İttihatçı düşmanıydı. Böyleyken bile iki kez daha hükümet kurmasına izin verdiler ihtiyara. 31 Mart gerici ayaklanmasının Selanik, Manastır, Üsküp gibi ihtilal merkezlerinde duyulmasıyla ayaklanmayı bastırmak için yola çıkanlar, “ananızın tumanını başınıza geçireceğiz” yollu, ayıp haberler saldılar Kâmil Paşa soyundan gelenlere. Gerici ayaklanmanın düzenleyicilerinden Ahrar Partisi’nin ve ardından kurulacak olan gerici Hürriyet ve İtilaf’ın açık destekleyicilerindendi Kâmil Paşa. Başına o “ayıp şeyi” geçirmek şöyle dursun, Ekim 1912’de yeniden başbakan yapılmasına göz yumdular hazretin. Sonra mı? Sonrasında, yineliyorum “cüretkâr çocuklardı”, tarih 23 Ocak 1913’ü gösterirken Bakanlar Kurulu toplantısının yapıldığı hükümet konağını bastılar. Toplantının yapılmakta olduğu kata gelinceye kadar arkalarında üç beş ceset bırakırken, “ne oluyor, durun hele” deyip önlerine dikilmeye çalışan Harbiye Nazırı Nazım Paşa’yı da vurup öldürdüler. İstifası istenilen Başbakan Kâmil Paşa’nın, elinin kağıda kaleme uzanmaktaki isteksizliğinin ise kafasına dayanan tabanca ile kolayca çözüldüğünü yazar tarih yazıcıları. Peki sonra... Sonrası Mahmut Şevket Paşa. Mahmut Şevket Paşa’nın başbakanlığa getirilmesi, İttihatçılar’ın “tam iktidar” döneminin başlangıcı olarak işaret edilse de buradaki “tam” bana göre eksiklidir. Hükümeti oluşturan üyelerin İttihatçı olmaları böyle bir hükmü doğrular niteliktedir ama hükümetin başı Mahmut Şevket Paşa’nın “iyi bir asker” olmaktan öte bir özelliği yoktur ve suikast sonucu öldürüldüğü 11 Haziran 1913’e kadar da İttihatçılar’a bolca zorluk çıkarmıştır. Yani kellelerini koltuklarının altına alıp hükümeti zorla dize getiren İttihatçılar, yapmış oldukları devrimden beş yıl sonra kendi hükümetlerini kurarlarken bile başbakanlık koltuğuna oturtacakları “essahtan” kendilerinden olan birini bulamamışlardır!

Peki, özetlemeye çalıştım “çeteye çıkıp” gerillacılığa soyunan, zor kullanarak zorbayı deviren hükümet konağını basıp Harbiye Nazırı kurşunlayan, başbakana zorla istifa mektubu imzalatan bu cesur, yürekli, devrimcilerin iktidar olmaya yönelik korkaklıklarını, hadi çekiniklik diyelim, neye bağlamalıyız?

Olmadı... Yazı uzadı. Devam etmeye kalkarsam sayfanın diğer kısımlarından tırtıklamak kaçınılmaz olacak. Haksızlık edemem. Eh, bu durumda sorunun yanıtı haftaya kalacak.