İttihat Terakki'de özerklik tartışması ve Prens Sabahattin

Osmanlı’da “prens” unvanı yok. Prensin muadili var ve şehzade deniliyor. Sabahattin şehzade değil. Ancak şehzadeler gibi özenle büyütülüp eğitilmiş. Abdülhamid’in kız kardeşi Seniha Sultan’ın iki oğlundan yaşça büyük olanı Sabahattin. Küçüğü Lutfullah. Baba Mahmud Celaleddin Paşa kayınbiraderi Abdülhamid ile yüklüce bir “komisyon” meselesi nedeniyle küsüşmesi ve fırsat kollayan muhaliflerinin adını bu defa kayınçoya yönelik aslı astarı olmayan bir suikast meselesine bulaştırması üzerine fena halde korkmuş ve Avrupa’ya firar etmiştir. Firar ederken bolca para ve iki oğlunu da beraberinde götürdüğünü okumalarımızdan öğreniyoruz. Yoksulluktan kırılan ve gazete, dergi gibi yayın faaliyetlerini bile düzenli yürütemeyen eskinin Jön Türk firarileri Mahmud’u sevinçle karşılıyorlar. Sevinenler sadece Jön Türkler olmuyor. Fransa, paralı ve muhalif bu “saraylı”ya kayıtsız kalmayarak kucak açıyor. Mahdumlarına da cömert davranıyor doğrusu ve onlara “prens” unvanını lâyık görüyor. Prenslerin her ikisi de Abdülhamid karşıtı Jön Türk hareketine katılıyor. Kardeşlerden siyaset sahnesinde öne çıkan Sabahattin oluyor. Kendisine verilen “prens” unvanını da memnuniyetle kabulleniyor.

Prens Sabahattin’in Jön Türk hareketine katılmasının öyküsü en özet haliyle bu kadar. Şimdi izin isteyerek özerklik tartışmalarının yapıldığı E. E. Ramsaur’un “Liberaller kongresi” olarak adlandırdığı Birinci Jön Türk Kongresi’ne geçmek istiyorum:

Sabahattin Bey’in çağrısıyla 1902 yılı Şubat ayının hemen başında, 4 Şubat, Paris’te, kendisi de Sabahattin yanlısı olan Ahmet Bedevi Kuran’ın yazdığına göre “Türk muhibbi ve hürriyet dostu Mösyö lafeuvre Contalis’in özel ikametgahında” Osmanlı’nın “jön” ihtilalcileri toplanıyor… 35’ten 70’e kadar değişen üç ayrı rakam var elimizde. Delege sayısı önemli olmakla birlikte benim esas olarak dikkatinizi çekmek istediğim delegelerin etnik çeşitliliği. Handiyse, 1900’lerin başındaki Osmanlı’nın bütün unsurlarının temsil edildiğini görüyoruz kongrede: Türk, Arap, Arnavut, Kürt, Çerkes, Ermeni, Rum, Yahudi… Bakar mısınız çeşitliliğe.

Çağrıyı Prens Sabahattin yapınca delegelerin yanlılıkları da kendini ele veriyor. Zaten Osmanlı’nın dört bir yanından gelen delegelerin yol paraları dahil, bütün giderlerini karşılayan da “Aristokrat devrimci” Sabahattin oluyor. Kongrede tartışmalar her şey bir yana iki ana başlık altında yürütülüyor. Birinci başlık, tahtın nasıl yıkılacağına dair izlenmesi gereken “tarz-ı siyasete”e dair ve bu konuda gayet “net”ler; uzun uzun tartışmayı yersiz buluyorlar. Çerkes Kemal Bey’in konuşmasının ardından silahlı mücadelenin tek geçerli yol olduğunu, bunun için de ordunun işin içine sokulmasını “katiyetle” karar altına alıyorlar.

İkinci başlık tartışılamıyor. Kavga çıkıyor. Yurt dışı ve yurt içi İttihatçı öbeklerin tek bir çatı altında toplanmasını muradıyla yapılan kongre ikiye bölünüyor. Zira bu başlıkta özerkliğe giden yolun kapısını aralayan ve gerektiğinde yabancı müdahalesine izin veren Ermeni delegelerin önergesi Sabahattincilerin de desteği ile kabul ediliyor. Hakkaniyetli davranıp Sabahattin için bir not düşmeliyim; Prens, her ne kadar Ermeni önergesini destekliyor olsa da “yabancı devletlerin müdahalesi” meselesine sıra geldiğinde “davet” edilecek devletin “demokrat” olması halinde bunun kabul edilebileceğini ileri sürerek önergeyi şerhliyor.

Kopuşa neden olan kongre kararını Sina Akşin’den, ”Jön Türkler ve İttihat Terakki”, aktarıyorum: “Osmanlı halkları arasında, Hatt-ı Hümayunlar ve uluslararası antlaşmalardaki hakları tanıyan, yerel yönetime katılma olanakları sağlayan, hak ve görev açısından yurttaş eşitliği getiren, onlarda Osmanlı birliğini koruyacak tek şey olan Osmanlı hanedanına karşı bağlılık duygusu ilham edecek bir anlaşma kurulacaktı. (…)Uluslararası antlaşmalara ve özellikle Berlin Antlaşmasına uyulacak ve Türkiye’nin iç düzeniyle ilgili olduğu ölçüde bu hükümler ülkenin bütün vilayetlerinde uygulanacaktı…”

Zurna tam burada “zırt” diyor. Hani, Berlin Antlaşması deniliyor ya; bu antlaşma, kuşaklar boyunca “93 Harbi” olarak anılan 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nın sonunda Avrupa’nın büyük devletleri ile Rusya ve Osmanlı arasında imzalanan antlaşmadır. Birçok toprak kaybının yanı sıra bunların arasında Rusya’ya verilen Kars, Ardahan, Batum, Artvin ve bilhassa Makedonya’daki düzenlemeler ve Bulgaristan’a bağımsızlığın kapısını açacak olan “prenslik” hakkının tanınması da var ki İttihatçıların kâbusu olmuştur. Bu böyleyken bir de kongrede Berlin Antlaşması’na vurguyla “uyulması gereken” Madde 61’e “gönderme” yapılınca; itirazcıların başını çeken ve ileriki dönemlerde sıkça karşımıza çıkacak olan Ahmet Rıza’nın Paris ekibi; Dr. Nazım, Yusuf Akçura, Ferit Tek, kongrede Sabahattin’den kopacaktır. Çünkü bu maddeye göre; Sina Akşin’den aktarıyorum, “Halkı Ermeni olan vilayetlerde ıslahat gecikmeksizin yapılacak, Ermeniler Çerkes ve Kürtlere karşı koruncak ve ‘arasıra’ bu yolda alınacak tedbirler (yabancı) devletlere bildirileceğinden, bunlar bu tedbirlerin yürütülmesine nezaret edeceklerdi.” Kongre sadece Ermeniler için değil bütün eyaletler için adem-i merkeziyet (merkezin yokluğu, özerklik) talebini içeren bir maddeyi de araya sıkıştırınca Paris kanadı kesin bir kopuşla ayrı bir mecraya girmiştir. Bunlar 1906 yılında kurulan ve 12 yıl boyunca Osmanlının kaderine hükmedecek olan Talatlı, Enverli, Rahmili Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’ne, sonradan İttihat ve Terakki, katılacaklardır. Peki Sabahattin?

Hiç sormayın, hüzün vericidir!

Prens, Teşebbüsü Şahsi ve Adem-i Merkeziyet adıyla bir cemiyet kurmuştur. Ancak etkisiz kalmıştır. Meşrutiyetin ilanından, 1908, hemen sonra Eylül ayında 1903 yılında ölen babasının cenazesini de yanına alarak İstanbul’a dönmüş ve törenle karşılanmıştır. Hüzün verici olan bundan sonraya aittir. Kuruluşuna kendisin katılmadığı ancak teşvik ettiği, Adem-i Merkeziyet Cemiyet’i içerisinde yer alan arkadaşlarının kurduğu Ahrar Fırkası, 31 Mart 1909 gerici ayaklanmasında rol alınca tutuklanıp yargılanan Prens, beraat etmiş ancak dört sene sonra İttihatçıların sadrazamı Mahmut Şevket Paşa suikastında parmağı olduğu gerekçesiyle gıyabında idam cezasına çarptırılınca yurt dışına çıkmıştır. Dönüşü, Birinci Dünya Savaşı ertesinde olacaktır. Prens olmak iyi hoş ama bazen de başa bela olur. Cumhuriyet sonrası, 1924 yılında, hanedan üyeleri için çıkartılan yasa gereği vatandaşlıktan atılmıştır. Yaşananların Prens Sabahattin’in kişisel tarihi açısından yeterince hüzün verici olduğu açıktır. Bunun yanı sıra bir de Prensin kurduğu siyasal hattın geldiği nokta vardır ki düşünmeğe değer olmalı. Eksik bulunabilir, yanlış da görülebilir ama bu hattı ben şöyle çizdim: Adem-i Merkeziyet Cemiyeti – Ahrar Fırkası – Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası – Demokrat Parti – Adalet Partisi – Doğru Yol Partisi – Anavatan Partisi – Akepe…