İslam Devleti ve Ezidi kadınlar

“O müminler ki ırzlarını korurlar, ancak hanımlarına ve sahip oldukları cariyelerine karşı münasebetleri müstesnadır. Bunlarla olan münasebetlerinden dolayı kınanmazlar.”

Yeterince açık değil mi?

Açık olmasına açık ama, Irak Şam İslam Devleti olarak da anılan İslam Devleti’nin cariye statüsü “kazandırdığı” kadınlara yönelik olası uygulama seçeneklerine geçmeden önce İslam hukukuna göre “cariye”nedir sorusunun yanıtını bulmamız gerekiyor.

Çeşitli kaynaklar var ve özeti şu:

Cariye kölenin kadın cinsine deniliyor. Kuranidir. Açık bir dille, tamı tamına dokuz ayrı ayette zikredilmiştir. Ayrıca çeşitli hadislerle, bunları peygamberin açıklayıcı, aydınlatıcı sözleri olarak alıyoruz, cariye, efendi ilişkisinin sınırları çizilerek “avam” için anlaşılabilir hale getirilmiştir.

Sınır mı dedim?

Sınır, efendi açısından namütenahidir, sınırsız… Yatağına alabilir. Hizmetçi olarak kullanabilir. Satabilir. Hediye edebilir. Aynen deve gibi koyun, at, öküz,
halı, kilim gibi miras olarak bırakabilir. Borcunuz mu var, olur a, borcunuza karşılık rehin verebilirsiniz. Ne güzel, borcunuzu ödedikten sonra geri alabilirsiniz.

Yani, “geri alma” hususunda bir açıklık yok ama mantıksal açıdan pekala bu sonucu çıkarabiliriz. Ha, şu da var dilerseniz, tamamen keyfinize kalmış, azat edebilirsiniz.

Temsil, Peygamber'in bir cariyesini azat ettiğine tanıklık edenler var. Zaten kayıtlara göre topu topu iki cariyesi varmış. Cariyelerinin azlığını nikahlı eş sayısının “dört”ten fazla olması ayrıcalığına bağlayanlar varsa da “doğrusunu Allah bilir” deyip geçmek daha isabetli olacaktır. Cariyelerine gelince, yazılanların yalancısıyız İslam’a davet edildiği halde davete uymayıp gönül çeviren Mısır Kıptilerinin reisi, korkusundan Peygamber’e beş deve yükü değerli hediyenin yanına iki adet cariye de katıp göndermiştir.

Peygamber bunlardan Mariye’yi kendisine alıkoymuş, diğerini bir dostuna hediye etmiştir. Hoş, Mariye ileride Peygamber'in başını biraz derde sokacaktır ama validemiz olma becerisini de gösterecektir. Bunu da araya not olarak sıkıştırmış olayım.

Geçmiş peygamberlerden Süleyman’ın 300 nikahlı eşi, 700 cariyesi olduğunu okuduğumda ister istemez “maşallah” demek zorunda kaldığımı dün gibi hatırlıyorum. Eh artık Hz. Muhammed’in tartışmalı olmakla birlikte 24 resmi eşi ve kimilerinin 1, kimilerinin de 20 olarak iddia ettiği cariye sayısının en yükseğini doğru olarak kabul etsek dahi, Süleyman’ın yanına sokulamayacağı açıktır.

Şimdi tekrar yazının ortalarına dönecek olursak, köle azat yönteminin bir hüküm ya da şart olarak değil, tavsiye olarak önerildiğini görüyoruz. “Ayşe annemizin her hata yapışında 40 kölesini azat etmesini” bu tavsiyeye bağlamak gerekir. Burada rakam vermekteki muradım Ayşe annemizin sahip olduğu köle sayısının çokluğuna işaret etmek değil elbet, köle azat etmenin sadece bir “hata” bedeli ve tavsiye olarak ele alındığının altını çizmek içindir.

“Hata bedeli” olarak köle azat etmenin ayrıca sevabı olsa da “efendi” taifesinin işin sevap kısmına pek de kulak asmadıklarını söylemek durumundayım.

Cariyelere pek düşkünler. Tamam da bunun makul bir sınırı olması gerekmez mi? Gerekmiyor. Adamın adının başında Prof. Dr. var ve güzel güzel büyük bir ciddiyetle anlatıyor, elbette ona inanacağız. Abdülaziz Bayındır, “Büyük fıkıh âlimlerinden Ibn-ı Abidin” diye başlıyor. Anlıyoruz ki onu referans gösterecek…

Gösteriyor ve âlimin kitabından aktarıyor: “Bir adamın 1000 tane cariyesi olsa, 1001’inciyi almak istese ve resmi karısı buna itiraz etmeye kalksa günaha girmiş olur”

Ee, nasılsınız?

Elbette gerekçe bilimselliğin gereğidir. Gerekçesiz olmaz… Gerekçeyi ilave ediyor, şöyle: “Çünkü kadın ‘Allah’ın helal saydığını haram saymıştır’…”

İslâm Devleti, IŞİD de deniliyor, şeriat yönetimini ilan edip kendisine bir de halife seçtiğine göre, esir aldığı ve bundan sonra alacağı kadınlara Kurani hükümlere göre davranması tabiidir. Nitekim bu yolda açıklamalar yaptıklarını görüp okuyoruz. Cariye haline getirilen kadınların nelerle karşılaşabileceklerini tek tek saymıştım. Hepsi İslam içidir. Dışıdır diyen helal sayılanı yoksaymış olur. Hele bu hüküm ve kaideler “Erken dönem İslam’a” ilişkindir demeye kalkanlar, İslam’ın zaman, mekan ve şartlara göre değişkenliğini savunanların saflarında kendilerini bulurlar ki, onlar cehennemde kendi ateşlerine kütük taşıyanlardan olacaklardır…

Abdullah Yolcu’yu tanımıyor olmanızdan dolayı bir şey yitirmiş olmazsınız. Şeyh imiş. Guraba-Der’in kurucularından olduğunu da öğreniyoruz İslami sitelerden. Adını yazarsanız Google’a karşınıza çıkıyor. Biraz eğlenin diye aktarıyorum:

“Sayı bile şart değil. 4 tane evlenmek sınırıdır 4’ü geçersen haramdır, cehennemi boylarsın. Ama cariyeden 100 tane al. Ne kadar bileğin güçlüyse o kadar cariye al. Helal olsun sana… Bu dünyadaki cennete gidiyorsun o dünyada ne olacak? O dünyada sayısız cariye var. Ama nerede o bilekler.”

Akademisyeninden şarlatanına kadar cariyelik kurumunu İslâm dahilinde görmeyen yok. Bu durumda yeni kurulan İslâm Devleti’nin yapacakları açık değil mi?