İbibullah sivri külah: Musul

Tam da sözcük anlamıyla merkeze “uzak” olandır. Gözünü sevdiğimin Osmanlısı yormamış kendini sıfatı isme çevirivermiş. Fırat ile Dicle arasındaki bereketli topraklara “Irak” demiş. Musul, Bağdat ve Basra’dan sonra gelen üçüncü büyük şehridir Irak’ın. Kaynaklarda Kürt şehri diye geçer. "Gözden ırak olan gönülden ırak olur" denmişse de, Irak’ın Musul’u söz konusu olduğunda bu söz geçerliliğini yitirir. Kızılca kıyamet kopar: “Musul’da tarihten gelen haklarımız var”. Bu başlangıç cümlesidir. Şimdilerde tarihin yanına coğrafyayı da ilave etiler. “Sınır hattını belirleyen yüksek dağ silsilesinin ötesine geçsek, tatlı bir meyille epeyce ötelere çeksek sınırı…” Tabiat ana da bu hükmü veriyor zaten… Şaka mı? Değil. Cumhurbaşkanı’nın Başdanışmanı İlnur Çevik’in bu manaya gelen konuşmasının üstünden henüz üç beş gün geçti. Üstelik Musul’la yetinmedi Kerkük’ü de ilave etti: “Musul’u, Kerkük’ü tabiat bize veriyor…” Süleymaniye için ise özel bir not düştü: “Süleymaniye Kürtleri Sünni” imiş ama “biraz şeylermiş… içkici”. Nagehan kafasını sallıyor ve gülümseyerek bakıyor İlnur’a…

Şimdi ben ne desem… Nagehan Alçı Milliyet’teki köşesine yazısını yazmış, Planet Mutfak’ta “Sumaklı shopska” salatasını yapmış şimdi de NTV’de “Basın Odası”nda İlnur’la Musul’u konuşuyorlar… Pes artık ve teslim oluyorum. Artık Nagehan“Gelinim olur musun” programına kaynana olarak katılsa dahi kılım kıpırdamayacak. Olmuşum ölü balık göz. O kadar yani. Ha bu arada Nagehan’ın  kocası Rasim bir “zap” ötede Ahmet Çakar ile Galatasaray futbol takımının  sağ kanattaki sorunları üzerine şiddetli bir tartışmaya girişmiş ancak acelesi var. Hızlı bir şekilde savuşturmak zorunda Çakar’ın tezlerini. Çünkü birazdan başka bir kanalda harita üzerinden Musul askeri harekâtını yönetecek. Diğer bir kanalda ise “baba, oğul ve kutsal ruh” üçlüsünden oğul ve kutsal ruh olanları Cemil Barlas, Canan Barlas… Yanlarında sair havariler Musul’da tarihten gelen haklarımızı anlatıyorlar. Kanal mı yok Şevki Yılmaz’a, ver yansın ediyor Mustafa Kemal’e, Lozan’a, Cumhuriyet’e… Ne derseniz deyin, bilmezlik deyin, bilmezlikten gelme deyin, zır cahillik deyin. Misak-ı Milli’yi kazanılmış hak, edinilmiş mülk ya da tapu senedi sanıyorlar. Saçmalıklar da burada başlıyor.

Misak-ı Milli bir bildirge. Tasavvur edilmiş toprakların ya da ülkenin, ”hayal” diyebilirisiniz, sınırlarını çiziyor. “Uluslararası hukuk” açısından o gün olduğu gibi bugün de bir anlam taşımıyor. O günkü dünya devletlerinin gözünde bu bildirgenin hiçbir meşruiyeti yok. Onlar, savaşın galipleri, Mondros’u esas alıyorlar. Sevr, Mondros’un üstüne inşa ediliyor. Kurtuluş Savaşı’nın sonucu Mondros’u ve Sevr’i çöpe yollamak oluyor. Sonrası Lozan’dır. Meşruiyet Lozan’da kazanılıyor. Mustafa Kemal’in ve Amasya’dan yola çıkan arkadaşlarının ve en son Osmanlı Mebusan Meclisi’nin hayal ettikleri  topraklar yani Misak-ı Milli, eksiğiyle gediğiyle tapu senedine dönüşüyor.

Musul tapu dışı kalmıştır. Lozan’da değil… 1926’da yapılan Ankara Anlaşması ile bazı haklar karşılığında İngiltere’nin mandası olan Irak’a terk edilmiştir.

Şimdi izninizle biraz tarih:

İki ayrı dönemde yapılan Lozan görüşmeleri Musul sorunun çözümünün Cemiyet-i Akvam’a (Milletler Cemiyeti) bırakılmasıyla 24 Temmuz 1923’te bağıtlanıyor. 29 Ekim 1924 tarihine gelindiğinde Milletler Cemiyeti’nce oluşturulan komisyon “Brüksel Çizgisi” olarak bilinen Türkiye ile Irak arasındaki sınır hattını belirliyor. Öncesinde, aynı yılın Mayıs ayında İngiltere ile Türkiye arasında tarihte “Haliç Konferansı” olarak geçen bir toplantı yapılıyor. Tarih yazımında “konferans” adıyla geçiyorsa da bu toplantı, buna toplantı demek ne kadar doğru olur bilemiyorum, zira oturulmasıyla kalkılması bir oluyor. Nasıl kalkılmasın, Türk tarafı daha “Musul” derken, onlar “Hakkari” diyor… Hakkari’yi istiyorlar… Masa dağılır. Şimdi hatırlatmama izin verin, Hakkari merkezli Nasturi ayaklanmasını bilirsiniz. Rastlantı olarak da değerlendirebilirsiniz ama siz yine de not edin, ayaklanma Hakkari’nin rica edilmesinden üç ay sonra, 7 Ağustos günü başlayacaktır!

Bir yıl sonra 1925 demektir. Milletler Cemiyeti Komisyonu’nun raporu doğrultusunda Musul şartlı olarak, şartını birazdan yazacağım, Irak’a bırakılıyor. Tabii ki yine bu da rastlantı olarak değerlendirilebilir ama not almanızın ne sakıncası olabilir; Şubat 1925’te Şeyh Sait ayaklanması başlıyor… Rapor ana hatlarıyla şöyledir:

1-Musul vilayetinin çoğunluğunu sayıları 500 bini bulan Kürtler oluşturur.

2- 1928 yılında sona erecek olan Irak üzerindeki  İngiltere mandaterliği 25 yıl daha uzatılmalıdır.

3-İngiltere’nin Hakkari üzerindeki istekleri kabul edilemez.

Şart şu oluyor: (Şayet) Milletler Cemiyeti Irak üzerinde İngiltere’nin mandaterliğini ve Kürtlere imtiyazlar verilip bölgenin Irak’a bırakılmasını kabul etmezse Musul Türkiye’ye bırakılmalıdır.

Türkiye’nin itiraz ettiği komisyon raporu Milletler Cemiyeti Meclisi tarafından aynen kabul edilir. Brüksel Çizgisi onaylanarak  Musul Irak’a bırakılır.

1926 yılında Türkiye ve Irak Ankara Antlaşması’nı imzalayarak Musul sorunu çözüme bağlanır. Bugünkü sınırlar belirlenmiş olur.

Antlaşmanın çok sayıdaki maddelerinden Musul bağlantılı olanlarının en özeti şöyledir:

1-Sınır çizgisi Milletler Cemiyeti’nin 29 Ekim 1924 tarihli toplantısında kabul edilen ‘Brüksel Sınır Çizgisi” olacaktır.

2- Petrol gelirlerinin yüzde onu 25 yıl süreyle Türkiye’ye verilecektir.

3-Antlaşma metni  imzalandıktan sonra Lozan Antlaşması’nın taraflarına gönderilecektir…

Kısaca yazılacak olursa; Musul Lozan’da kaybedilmedi. Ankara Antlaşması ile bazı koşullarla Irak’a bırakıldı. Sonrasında 500 bin paunt karşılığında petrol gelirlerinden de vazgeçildi. Kötü bir seçim miydi. Kesinlikle evet çünkü çok daha fazlasını ödemeye hazır bir İngiltere olduğunu kayıtlardan okuyoruz. Bu bir. İkincisi de şu Misak-ı Milli Musul için dayanak olamaz zira Misak-ı Milli sadece Ankara savaşçılarının tasavvur ettikleri toprakların sınırını çizen bir manifestoydu. Son derece değerli olmakla beraber diğer taraflar için hiçbir bağlayıcılığı olmayan bir manifesto, hukuksal değeri olmayan bir bildirge idi. Handiyse yüz yıl önce yapılan Misak-ı Milli tasavvurunun, ”hayal” deyin, o gün hakikileştirilemeyen parçalarını şimdilerde yeniden tartışmaya açmak ve bunu Musul üzerinden yapmak İlnur Çevik’in “tabiat ananın bize bahşettiği topraklar” tezinden daha az saçma değildir. Ya da Nagehan’ın sumaklı shopska salatası… Daha önce yazmıştım. Tekrar olacak, Musul derken Diyarbakır’dan olursunuz. Sonra kalırsınız ibibullah sivri külah. Maazallah!