İ. Melih Gökçek'ten özür diliyorum

"Tavşan yamacı aştıktan sonra" yapılan özürün faydasızlığını biliyorum olsam da, geçmişte bu köşede,"Kent Yazıları -Ankara" başlığı altında yazmış olduğum bir dizi yazıda yaptığım eleştiriler için özür diliyorum İ.Melih Gökçek Bey’den...

Nasıl dilemem, nasıl dilenmez, nasıl dilemezsiniz?

***

Araçla geçerken Ankara’nın bu en işlek bulvarından gündüzleri güneş, geceleri Armada’nın “fingirdek” ışıklarının aydınlattığı bu devasa çelik kütlenin zihninizde bıraktığı ilk imgelemin, "çirkin ve manasız hurda yığını"ndan ibaret olması ne kadar da doğal..

Sadece üç- beş saniyelik bir göz taramasıyla, küçük bir nazar atfetmekle bu "filozofik" yapıtın sırlarına kolayca vakıf olacaksınız ha?

Bırakın bunu bir tarafa...

Yanından şöyle yürüyerek geçerken, dikkatle hani "gönül gözüyle" diyorum, baksanız az çok bir izlenim edinmeniz olasılık dahilinde olsa bile, yine de içine girmeden bu yapıtın barındırdığı gizemli dünyayı asla yakalayamazsınız!

Ben girdim. Yakaladım ve şaşayazdım!

Ve İ.Melih’in (d.1947) belediyeciliğine dair yaptığım eleştirileri geri alıyorum.

Ama, yani onun da biraz kabahati yok değil!

İnsan bu kadar da mütavazı olmaz ki canım!

O’nun sürrealizmin, bilhassa heykel ve mimari alanlarında yaşayan en büyük temsilcilerinden biri olduğunu...

Nereden bilebilirdim? Nereden bilebilirdiniz? Nereden bilebilirdik?

***

Ankara’ya Eskişehir Yolu’ndan giriş yapanların ünlü alışveriş merkezi Armada’nın tam karşısına düşen devasa boyuttaki "çelik yığının" sürrealist bir sanat şaheseri olduğunu analayabilmeleri için durup içine girmeleri ve gönül gözüyle tetkik etmeleri gerekir.

Manalandırma sıkıntısı çekmemek için sürrealizm konusunda az da olsa bir fikir sahibi olmak da gereklerden ikincisi oluyor.

Aksi takdirde yüzlerce çelik dikmeyi birbirine bağlayan yatay çelik çubukların oluşturduğu çeşitli geometrik şekilleri, ortaya çıkan boşlukları, boşluklarda sallanan paslı telleri, çivileri paslı çivilerde asılı kalmış yalnızlık çektikleri her hallerinden belli bir tarafları kırılmış ezilmiş "baş tacı" edildikleri görkemli günleri hüzünle anımsayan sarı kaskları oraya buraya savrulmuş aynı renk, sarı mı demiştik, patlak yırtık plastik çizmeleri, az ötede üzerinde "Halis Beypazarı Turşusu-Hıyar takribi 20 kilo"yu, sonra pijamasından "tekir" olduğunu sandığım ölü bir kediyi ve bilmem ne "baba" baklavaları kutusunu, bira şişelerini, bira şişeleri arasında yırtık bir çorabı, muhtemelen asker uğurlamalarından ya da cumhuriyet mitinglerinden geriye kalmış yıpranmış bayrağı, buruşturulup atılmış "sigara öldürür"ü, bacakları kırılmış bir adet ping pong masasını ve yayları fırlamış bir adet dişçi koltuğunu, patlak otomobil lastiklerini, ters dönmüş bir el arabasını, sapı kırık bir küreği, eprimiş bir kasketi kısaca birbirleriyle ilgisiz görünen çok sayıda nesnenin karman çorman yığıldığı bir ardiye görüntüsünü manalandıramazsınız.

Yok, "Söğütözü Kongre ve Ticaret Merkezi" olacakken kaynak yetersizliği nedeniyle 2006 yılından beri leş gibi yatan çirkinlik abidesi bir demir yığınıymış, çöplüğe dönüşmüş, tinerci yatağı olmuş, başkente yakışmıyormuş efendime sen söyle Çukurambar, Söğütözü, Yüzüncü Yıl gibi Ankara’nın en kalabalık semtlerine giden yolların kesiştiği noktadaymış, trafiği de engelliyormuş..”

Geçiniz.

***

Gerçek, biz sıradan insanların duyularla algıladıklarından ve idrak ettiklerinden öte birşeydir.

Sürrealizm, "Tümüyle ruhsal otomatizm ile yani iradenin hiçbir etkisi ve katkısı olmaksızın, zihnin gerçek çalışmasını yansıtmak ve algılarını formlaştırmak" ise, yani siz sevgili okuyucularımın bu tanıma bir itirazı yoksa İ.Melih’n (d.1947) yaşayan en büyük sürrealist mimar olduğu yönündeki tezime, katılmamanız için de geçerli bir nedeniniz olmayacaktır.

Temsil dişçi koltuğu ile ölü kedi hıyar turşusu tenekesi ile yırtık çizme ya da ping pong masası ile patlak lastikler arasında bir bağlantı olmadığını bu nedenle yaratılan "formun" fevkalade "absürd" olduğunu söyledikten sonra kah kah, keh keh, kıh kıh "nerede kaldı nesneler arasında armoni, hadi sen de canım" dediğinizi duyar gibiyim.

Kusura bakmayın ama ben de o zaman sizleri geleneksel sanat anlayışından kopamamış statükocular olduğunuzu ilan etmek durumundayım. "Laik"i de mi ekleseydim!

Sürrealizm akli olmaktan ziyade rüyalar alemini imgelerle yaratan bir sanat akımıdır. Bir ara

"Tükürürüm ben böyle sanatın içine" sözüyle, sanatı inkar eden Dadaistler safına geçmiş gibi olmuşsa da İ.Melih (d.1947) Söğütözü’ne inşa etmiş olduğu mimari yaratımı ile sürrealizm okuluna bağlılığını kanıtlamıştır.

Yapının Armada’ya yakın olan kesiminin öne doğru kaykılmasını statik hesap yanlışlığına bağlayanlar varsa da bunlar vücud ağırlığının iki bacağa eşit oranda dağıtıldığı heykel sanatındaki "Frontal" duruşun değişeli, handiyse 2 bin yıl olduğunu fark etmekten uzak İttihatçı kafalardır.

İ.Melih (d.1947) "farkın" farkına varmıştır.

Budur...

Tek farkı bunu mimaride uygulmış olmasıdır. Haliyle de biraz kaykılmıştır.

İ.Melih’in(d.1947) bu zekice yaratımına gelen en rasyonal itirazın, yaratımın kentsel bir bütünlük taşımadığı "şey" gibi ortada kaldığı yönünde olduğu biliniyor. Ancak, her nedense bu bütünlüğü sağlayacak olan diğer bir yaratımın bir kilometre kadar ileride durduğu gözden kaçırılıyor: Gökkuşağı Rekreasyon Alanı...

***

Burası yaklaşık 7 dönümlük bir alanı kapsıyor çağdaş ve klasik anlatımın ustalıkla içiçe geçirildiği bir mimarlık şaheseri.

2005 yılında bitirildi ve şarkılarla türkülerle havai fişeklerle açıldı. 5 yıldır alanda bulunan 20’ye yakın büfe, iki adet kafeterya, iki adet orta boy "ikram" salonu bulunuyor.

İ.Melih’in(d.1947), Gökkuşağı Rekreasyon Alanı’nı caddenin tam ortasına kiracılar kolayına kaçamasın diye özellikle yaptırdığı ve bir süre de bunda başarılı olduğu söyleniyor. Ancak şimdilerde 5 yıldır falan boş. Kiracıların 6 ay kadar burada süründüğünü, trafiğin tenhalaştığı bir anda kendilerini kaldırıma atarak bu işten sıyrıldıklarını yazanlar var.

Elbette ben buradaki abartının farkındayım. Çağdaş ve şık şıkırdım bir sanat eserine tipik statükocu yaklaşım demekle yetinip geçiyorum!

Caddenin ortasına bu mükemmel "kompleks" yapılırken, güya eni 30 santime inen kaldırımlara kiracıların kendilerini nasıl atabildiklerini "muamma" olarak görüp "alana" bu defa tersten erişip "mucize" yaratmaya çalışan yurttaşların varlığından da söz edilmiş uzunca bir vakit. Ancak, neymiş? Duydukları kadarıyla bunu başaran henüz çıkmamış. Şunu da eklemezler mi? Harcanan para 4 trilyon... Ivır zıvır karalamalar!

***

Galiba keşfettim.

Neyi mi?

Her iki projenin bir bütünsellik içerisinde görülmesi ve değerlendirilmesi gereğini keşfettim. Bu bütünselliği sağlamak için de İ.Melih’in (d.1947) "ekoldaş"ı İspanyol ressam Miron’un "Gece Vakti Yollarını Salyangozların Fosforlu İzlerinden Bulan İnsanlar" adını taşıyan tablosunda görülen "dönemler" arasındaki süprizli geçişlerden yararlanacağı kuvvetle muhtemel görülüyor. Kuşkusuz sadece fikirsel düzeyde ve farklı araçlar kullanarak.

Böyleyse iyi.

İyi zira Armada’nın karşısında bulunan sürrealist şahaser ile bir kilometre kadar beride Milli Kütüphane Kavşağı’ndaki çağdaşlık numunesi Gökkuşağı Rekreasyon Alanı’na, havadan teleferik aracılığı ile geçişin mükemmel olacağını düşünüyorum. Bu sürprizi İ.Melih’ten(d.1947) bekliyorum.

Tamam, sürrealist bir ortamdan, çağdaş bir ortama hızlı geçişin insanlar üzerinde yaratacağı "şok" ihtimalini gözardı ettiğim falan yok. Ani geçişin bazı travmatik hadiselere neden olabileciğini de düşünmüyor değilim ama, siz de yolculuğun heyecan verici yanını kabul edin artık canım!

Eminim İ.Melih(d.1947) bu keyfi Ankaralılara tattıracaktır. Hele bir de Gökkuşağı’nı, Konya Yolu çıkışında, hemen yolun kıyısında şimdilik hangi amaçla yapıldığını bir türlü çözemediğim, sayısı 15 ya da 20 kadar olan "villa kondu"lara elbette yine havadan ve teleferikle bağlarsa pek şık olur.

İ.Melih’in (d.1947) yaratıcılığına saygı duymamak elde değil.

Önceki yazdıklarımı "battal" ilan ediyorum. Özür diliyorum.

Bu arada umarım Dadaizmin yıkıcı etkisinden kurtulmuştur. Kurtulmadıysa yandığımız kesin. Çünkü Teleferik’i taşıyan tellere ünlü Dadaist Marcel Duchamp’ın sergilediği pisuvar’lardan onlarcasını yapıp asarsa ne yaparız? Düşünün.. Havada bir yığın insan... Korku... Hazır pisuvarlar...