Hangi Kürtler?

Bu sorunun yanıtı, Kurtuluş Savaşı olarak adlandırılan 1918-1922 tarihleri arasındaki dönemde yapılan savaşların, esas olarak hangi coğrafyada cereyan ettiğini saptamaktan geçtiğini düşünüyorum. Kurtuluş Savaşı, Türk-Yunan savaşıdır ve Ankara-İzmir hattı ile bu hattın hinterlandında geçmiştir.

Diğer cephelerde verilmiş ciddi savaşlar yoktur. Sadece efsane düzeyinde anlatılar vardır. Temsil, Güney Cephesi’nde Maraş ve Urfa savunmaları her iki şehire sırasıyla“Kahraman” ve “Şanlı”unvanlarını kazandırmıştır. Maraş Savaşı’nın hamamdan çıkan Müslüman kadınların peçelerine el atan birkaç Ermeniye Sütçü İmam’ın tabancayla ateş etmesiyle başladığı anlatılır. Savaş 20 Ocak’ta başlar 11 Şubat’ta biter. 20 gün..

Basit bir rastlantı değilse bunu masal anlatıcılarının hayal gücünün zayıflığına yormak durumunda kalacağım Urfa Savaşı’da bir hamam öyküsüyle başlatılır. Farkı, bu defa Fransız askerlerinin hamamdan çıkanlara değil, hamamın içindekilere sarkıntılık etmeye kalkmasıdır. İşgal 24 Mart 1919 tarihinde hiçbir dirençle karşılaşmayan İngilizler tarafından yapılır, yaklaşık altı ay sonra İngilizler yerlerini Fransızlara bırakır. Savaş 11 Nisan 1920 sabahı “hamam meselesiyle” başlar, akşamı biter.

Savaşta Müdafa-i Hukukçu Kürt aşiretlerine karşı İngiliz Mühibbi Kürt aşiretlerinin de yer aldığı yazılıdır harp tarihimizde.

Ciddi bir direnişin ve savaşın Antep’te yaşandığını kaydetmeliyiz. Bir yıl kadar süren çetin savaşlar verilmiştir Antep’te Fransızlara karşı. “Gazilik” unvanını sonradan edinilmiş unvanlarla mukayese etmek doğru olmaz. Haklarıdır.

Güney Cephesi’nde başka bir il Konya da işgal alındadır ama bunlar bisikletli İtalyanlardır. İşgal, “hissedilmeyen işgal” olarak Harp Tarihimize geçer.

Kürt coğrafyası Doğu Cephesi ise Ermenilerle olan çatışmalar olarak geçer kayıtlara.

Hep şaşıp şaşıp kalmışımdır “Elviye-i Selase” adı verilen üç vilayetimizin Kars’ın, Artvin’in ve Ardahan’ın Cumhuriyet Meydanlarına birer adet olsun Lenin büstü dikilmemesine.

Kazım Karabekir kemiklerini kütürdetip mezarında ters dönecek ama Türkiye, Ermenilerle olan vuruşmaları saymazsak, Doğuda Ruslarla hiçbir çatışma yaşamamıştır. 1917 Ekim Devrimi ile birlikte 93 Harbinden (1877-78) beri Rusların işgali altında bulunan bu üç vilayet mermi atılmaksızın terk edilmiştir. Gelin de Lenin büstü konusundaki ısrarıma hak vermeyin!

Karabekir’in dillere destan “ünlü” Ermenistan seferinde ise Türk kuvvetlerinin kaybının sadece 46 olduğunu hatırlatırsam çatışmanın şiddeti(!) anlaşılmış olur.

***

Kurtuluş Savaşı Batı Cephesi demektir.

***

Bu nedenle Kürtlerin bu savaşlarda yer almamasını herşeyden önce Kürt coğrafyasının bir kısıtı olarak görmekten yanayım ve buna (bir) diyelim.

İkincisine gelmeden önce bir parentez: Doğrudan Yunan işgalini yaşayanların bile başlangıçta, savaşı örgütlemek için didinen “bolşevik kılıklı” İttihatçıları göz ucuyla süzüp yeniçeri adımlarıyla tüydükleri ya da önlerinde Yunan bayrak rengiyle boyanmış toklu kuzular olduğu halde izzet ikram için bekleştikleri bilinirken, Kürt aşiretlerinin koşturup Yunan işgalcilerle harbe tutuşmamasını sorgulamak haksızlık olur.

Parentezi kapatıp devam ediyorum. Kurtuluş Savaşı’nın yürütücüsü İttihatçı kadroların Balkan Savaşları sonrasında öne çıkardıkları Türk ulusçuluğunun Kürtleri ürküttüğü ve başlangıçta vermiş oldukları desteği geri çekerek mesafe koydukları tezine (iki) dememin bir sakıncası olmadığını düşünüyor ve (iki) diyorum.

Başlangıçta dedim ya, şaka gibi ama İttihat ve Terakki ilkin İttihad-ı Osmani Cemiyeti (Osmanlı Birliği) adıyla Fransız Devrimi’nin 100.yılına denk gelen 1889 yılında, aralarında ilaç niyetine olsun bir tek Türkün dahi bulunmadığı ikisi Kürt, biri Çerkes, biri Arnavut, biri de Arap olan, Askeri Tıbbiyeden beş öğrenci tarafından gizli örgüt olarak kurulduğunu hatırlatmadan geçemiyeceğim.

Örgütün İttihat ve Terakki adını almasından sonra da Kürdistan illerinde çok sayıda açılan İttihatçı Kulübün Dünya Savaşının başlamasıyla birlikte kapatıldığını görüyoruz.

Yenilgi ile sonuçlanan Balkan savaşları sonrasında İttihatçılar geriye dönüp baktıklarında Arnavurluk, Balkanlar, Yemen, Libya artık imparatorluk sınırları içerisinde olmadığını göreceklerdi. Yükselen milliyetçi kopuşlarla birlikte dar alana sıkışan İttihatçılar, tamamen denetimlerinden çıkmış olan Arabistan’ı ve Irak topraklarını saymazsak ellerinde kalan Anadolu’yu da yitirmemek için “sadeleştirme” programlarını uygulamaya koydular. Programın özünün Anadolu’yu, Türk ve Müslüman olmayan halklardan temizlemek olduğu yapılanladan anlaşılıyor.

Trakya’da ve Ege’deki Rumların, Avrupa’nın burnunun dibinde oldukları için kendilerini “şanslı” addetmeleri gerekir! Çünkü sürülürken sadece itilip kakılıyorlar..

Yoğun olarak Kürt coğrafyasında yaşayan Ermeniler için aynı şeyleri söylemek güç görülüyor. Sürülürken kıyıma uğruyorlar. Göçertme kıyımla başlıyor ve sürgün güzergahı boyunca kıyımla devam ediyor.

Ermeni göçertmesinin Kürtlerle bağlantılı olduğunu söylemenin bir sakıncası yok. Kıyım sert oluyor ve Kürtler bu kıyımın dehşetini Türkler ve Çerkesler birlikte kıyım yaparken yaşıyorlar. Kürdün İttihatçıların savaşı olarak gördüğü Kurtuluş Savaşı’nın kendisi için pek de hayırlı olmayacağını, kısa bir süre önce geride bıraktığı 1915’de yaşadıklarından tecrübeyle biliyor.“Zo” lardan sonra sıranın “Lo” lara gelebileceğini hesaplamış olması kuvvetle muhtemeldir. İlk dönemlerde Mustafa Kemal’e ve yürüttüğü savaşa mesafeli durmalarının nedenlerinden biri de bu olarak görülebilir. Bu da (üç) oluyor.

***

Kurtuluş Savaşı Batıda eşraf örgütlenmesi olarak çıkış yapıyor. Göçertilen Rumların mallarına mülklerine el koyan eşraf, Yunanla birlikte geri dönen Rumlara gaspettiklerini geri kaptırmamak için çok yerde Kuvay-ı Miliye’yi örgütlüyor. Doğuda ise Mustafa Kemal Kürdü “korkusundan” yakalıyor. Önce korkutuyor Kürdü, topraklarınız üstünde Ermenistan kurulacak, göçertilenler geri dönecek diye... Ermenilerden kalan toprakların ve mülklerin üstüne oturan Kürt aşiret beylerini Mustafa Kemal’e meyletmelerinin bir nedeni olarak da bu ileri sürülebilir. “Korku” Mustafa Kemal’e yönlendiriyor... Sakıncası yoksa buna, Kürdistan coğrafyasında din adamlarının şeyhlerin, seyitlerin, hocaların “efsunlu” gücünü bilen Mustafa Kemal’in, “halifenin esaretinden” hareketle tutturduğu İslamcı vezinin Kürtleri etkilemiş olabileceğini de ilave etmek istiyorum..

Bir de Meclis kürsüsünden Kürtlere özerklik verilmesi anlamına gelecek olan sözleri var ki bunların da Kürtleri umutlandırıp Kurtuluş Savaşı’na ısındırmış olması muhtemeldir.

“Hangi Kürtler?” sorusunun yanıtı bütün bunları içine alan bir çerçeve içinde aranmalı derim.

***

Amasya Protokolüne değinmemek olmaz. Bu genellikle Amasya Tamimi ile karıştırılır. Karıştırıldığı için de daha çok bilinen Amasya Tamiminde “Kürt” aranır ancak olmadığı için aranılan bulunamaz.Karıştırılmasını masumane bulup yadırgamamak gerekir. Çünkü “Tamim” ve “Protokol” çok kısa aralılklarla imzalanmıştır. Amasya Tamimi 1919 haziranında, protokol aynı yılın Ekim ayında..Kürtleri ilgilendiren Amasya Protokolü’nün altındaki imzalar hayli ironiktir. Üç Çerkes, bir Türk... Türk olan Mustafa Kemal ve Kürt meselesini imza altına alıyorlar... İronik değise ne?

Protokole dönecek olursam ikisi gizli, ikisi ise açık dört metin var. Gizli olanlar Kürtlere dair ve “gizli” olduğu için açıklanmıyor. Kürtlerin “gizli” olduğu için içeriğinden haberdar olmadıkları bir protokolle 1919 yılnda “kandırılıp” savaşa katılmalarını sağlamış olmak mümkün görülmüyor. Çünkü “gizli” olan Kürt protokolü neredeyse 60 yıl sonra ortaya çıkıyor! Protokolde tartışılan ise Kürt meselesinden daha çok “Misak-ı Milli” oluyor. Osmanlı Meclisi’nin çizdiği “Misa-ı Milli”kabül edilirken, Kürtleri bu sınırlar dahilinde tutup konsolide etmenin yolu kayıt altına alınıyor. Bu notu ilave etmemin nedeni çok sık bir şekilde Kürt kardeşlerimin “kandırıldık” demesidir..Hem sonra burjuvazinin her zaman “kandırıkçı” olduğunu da asla unutmamak gerekir... Dayanamadım yazayım dedim!

***

Bu ülkeyi birlikte kurtardık birlikte kurduk lafının tarihteki istinat noktalarını arayıp buralardan “kardeşlik” tesis etmek için çabalamak yerine Çerkes, Türk, Kürt emekçilerinin birlikteliği üzerinden şu Cumhuriyeti yeniden kurmaya ne dersiniz? Kurulan bu Cumhuriyet gelecek kuşakların kardeşliğini berkitmek için ne güzel referans olurdu ama...