Esir düşen halife dahi olsa sazı sözü battaldır

Böyle kabul edilir. Keyiften değil, gerekliliktendir. Zira ümmetin çıkarı bunu emreder. Savaşta esir düşen halifenin sözünün-sazının dinlenmemesinin gerekliliği, onun üstünde kurulması kaçınılmaz olan baskının bilinmesindendir. Bedeninin yanı sıra iradesi de esir edilmiştir çünkü.

Neuzubillah efsunlanabileceği, ümmeti için hayırlı kararlar alamayacağı, ne kadar ferasetli âlim, savaş ehli Zaloğlu Rüstem olursa olsun, kişisel endişelerinin depreşebileceği, hatta can derdine düşebileceği varsayılır. Artık ümmetin onu görevden alması için başka bir neden aramasına gerek yoktur. Yetkili kurul(lar) toplanır ve halife “hâl” edilir.

Esaret hâli o denli önem arz eder ki görevden alma nedeni olarak tek tek sayılan kayıtlı kuyutlu saptanmış, tüm şartların en ön safına geçip kurulur.

Temsil, halifenin delirmesi hâli:

Hele durun. Delirmek görevden almak için aciliyet kesbetmez. “Aklına yenik düşüp deliren bir kimsenin aklı başına gelinceye kadar beklenmesi” hadisi mucibince bir süre beklenmesi ve gözlemlenmesi gerekir. Şimdi aklıma Murat geldi. hani beşinci olan…Halife padişahtır. Kafası biraz çaprazlaşıp ata ters binmeye, havuzdaki balıklara altın saçmaya başlayınca kadar vazifesini sürdürmüş biraz daha “zır” olması beklenmiştir. Ne zaman ki, odasına gelen veziri, sultanı, yeniçeri ağasını geçtik ibrikçibaşı, havlucubaşı, bostancı vs. türünden hizmetkârlar dahil herkesi etekleyip temennalar çakarak gerisin geri çekilmeye başlamış, işte ancak o zaman “tamam” demişler, elhamdülillah bu oldu… Bu bir.

İslâm’dan dönmesi hâli:

Nisâ süresinde geçen bir ayet buna delil olarak sunulur. “Ey iman edenler! Allah’a itaat ediniz, Peygambere itaat ediniz ve sizden olan emir sahiplerine de itaat ediniz.” Burada geçen “emir sahibi” halifedir. Ve sizden, yani İslâm olarak kaldığı sürece buyruklarına uyup sözünü dinleyiniz denmektedir. Dinden çıktığının anlaşılabilmesi için bir süre gözlenmesi gerektiğinden ilk işarette hemen vazifesinden alınmasının söz konusu olmayacağı bilinmelidir. Bu iki.

Üç: tuhaf bazı “hallere” dönüşmesi hâli:

Bu, Halife’nin bazı uzuvlarının anatomik manada form değişikliğine ve buna bağlı olarak ruhsal sarsıntıya uğramasıdır. Sizi bilmem ama ben bunu insanlık hali, olabilir, Allah’ın takdiri gibi sözlerle geçiştirmeye çalışsam da tuhaflığını kabul etmek durumundayım. Tam olarak şöyle yazılıdır İslâmi kaynaklarda:
“ Halife’nin dişiye yahut hınsai müşkile dönüşmesi. Çünkü erkek olmak Halifelik akdinin devamının şartları arasında yer alır. Zira Resullulah şöyle buyurmuştur: "İşlerinin başına bir kadının geldiği toplum iflah olmaz."

Not olarak ilave etmeliyim ki bu hadis ilk halife Ebubekir’den rivayettir. Bu cümlede geçen “dişi” malûmsa da “Hınsa-i müşkil” açıklanmaya muhtaç olacak kadar eskimiş olabilir. “Hınsa-i müşkil”,hem dişilik hem erkeklik organları bulunan kimse anlamına gelmektedir. Bir halifenin bu duruma düşmesi tuhaf olmalı. Var mı diye araştırdım ama şimdilik kayıtlarda rastlayamadım. Her neyse, olsaydı, yine de söylentilere itibar edilip hemen vazifeden alınmasının “şık” olmayacağı tabiidir. Böylesi durumlarda bir süre sahiden öyle mi kuşkusuyla çaktırmadan değişim sürecinin gözlemlenmesi gerekmektedir. Artık nasıl olacaksa!

Ağır hastalık, fasıklık (adaletsizlik) gibi haller de halifenin “hâl”i için yeterli nedenler olmakla birlikte, bu hususları bir kenara bırakıp başa, “esaret” haline dönmek niyetindeyim.

“Sarı Paşa”yla yıldızları hiç mi hiç barışık olmayan Refet Bele’nin sözüdür:“Mustafa Kemal yaman adamdı!”

Mustafa Kemal halkın hassasiyetlerini gayet iyi biliyordu. Vahdeddin’in işgalcilerle birlik olup Ankara savaşçıları için çıkarttığı ölüm fetvasına İstanbul’u çatlatacak bir fetvayla karşılık verdi: “Halife esirdir…”

Ankara halkının pek sevdiği Müftü Rıfat Börekçi başta olmak üzere 145 müftü ve hocanın imzasını taşıyan bir fetva yayımlattı. Uzuncadır. Sadece birkaç bölümünü alıyorum. Bir maddesi şöyle başlıyor: “Allah sultanımızın hilafetini ve heybetini kıyamete kadar devam ettirsin…”

Güzel, ancak bu dileğe Mustafa Kemal’in en ufak bir şekilde katılması elbette söz konusu olamaz. Daha Amasya’da ihtilal kararı almışlar Mustafa Kemal ve arkadaşları. Yolu yok, ya devirecekler ya da devrilecekler! Burada mesele padişah/halifenin esaret altında olduğuna ve başkaldırılarının meşruiyetine halkı inandırmak… Bunun için de “iyi dileğin” devamında Mustafa Kemal somut durumu tarifler … İstanbul’un işgal altında olduğunu, Halife/Sultanın esaret altında bulunduğunu, bütün kurumların Başbakanlık, Harbiye, Milli Savunma Bakanlığı’na el konulduğunu belirttikten sonra sözü bağlayıp yazdığı bildiriyi fetvaya dönüştürür: “… Bu suretle Halife Hazretleri, milletin gerçek çıkarları uğrunda önlemler almaktan men edilmiştir (…) Aslında istenmediği halde, düşman devletlerinin zorlaması ve kandırması ile olaylara ve gerçeğe uymayarak çıkarılan fetvalar, Müslümanlar için şeriatça dinlenir mi, ona uyulur mu?” Soru bu.

Soru, 145 müftüye sorulmuştur.

Cevabı elbette var ve şöyle: “Allah en iyisini bilir ki uyulmaz!”

Nedeni açıktır. Çünkü Halife/Sultan esirdir.

Önemlidir. Önemli görülmelidir. Halife, devlet başkanı, lider, önder hangi unvanı taşıyorsa taşısın hapiste esaret altındaysa sözünün-sazının kayıtsız şartsız dinlenmesi, her sözünde keramet aranması şeriatça bile sakıncalıdır.

İnanmayacaksınız ama ne bu ya, yazı boyunca içim dışım ‘şeriat’la doldu. Şimdi “Şeriatça”yı bir yana bırakalım ve bitirelim:

Halife, devlet başkanı, lider, önder, başkan her neyse düşman tarafından esir alındığında, içeriden dışarıya yönelik emir ve görüşlerinin “Geldik, gördük, işittik, yapıyoruz” kesinliği ile onaylanması isabetli midir?

Fetva formunda sorulan bu soruya fetva formunda cevap verelim. Değildir: Çünkü esirdir. Kuşkusuz doğrusunu Allah bilir!

Benim bildiğim ve dediğim de şudur: Esir yalnızdır ve düşmanın fiziksel olmasa da her türlü psikolojik şiddetine açıktır. Böyle durumlarda Halife, devlet başkanı, lider, önder esir düşmüşse başka bir şeye benzemez, “hâl” edilmelidir. Bu saygısızlıktan, değer bilmezlikten değil, savaş kuralı olduğundandır. Sazı-sözü battaldır.