Hepinizin hassasiyetini, hassasiyetle öpüyorum demokratik bir şekilde paylaştırarak!

Demokratik Hassasiyetinizi Öpüyorum

Metin Çulhaoğlu’nun 18.7.2009 tarihli “İsteyen Jakoben Desin” yazısını okumayanlar bir kez daha tıklasınlar ve okusunlar derim.
Topkapı Sarayı’nda, gazetelerin ve tv kanallarının çokça söz ettiği şaraplı İdil Biret dinletisinde, daha doğrusu dinletiye geçilmeden önce henüz teşebbüs safhasındayken olup bitenlerden hareketle olup bitenlerin demokrat ve liberal zihinlerde nasıl algılandığına ve algının yeniden çoğaltılarak nasıl salgılandığına eğiliyor ve Türkiye olarak gelinen noktaya işaret ediyor Çulhaoğlu.

Olup bitenler biliniyor ancak kısaca hatırlatmak yerinde olabilir. İdil Biret piyanosunun başına doğru yürümeden önce, ellerinde kadehler sabırsızlıkla bekleşenlerin duydukları ilk “tekbiiir” sesi, solo’dan önce sahne alan koro’nun üvertürü sanılmış sol ellerinde tuttukları şarap kadehlerine alkış niyetine sağ elleriyle zarif şaplaklar atmışlardı ve buraya kadar herşeyin son derece normal gittiğini söyleyecekti olayın ardından basın toplantısı yapan kutsal emanetler bekçisi İlber Bey... Hatırlayacaksınız...

İdil Hanım’ı ise ilk elde şaşırtan şeyin programda olmadığı halde ortaya birdenbire çıkıveren “koronun” çıkardığı sesler olduğunu ve pek çok ürktüğünü aynı basın toplantısında öğrenecektik

Yine aynı basın toplantısında,“Tekbiiir” in ardından çekilen “Allahuekber”lerle seccadeler atılıp namaza durulunca, bunun, barışçıl ve demokratik bir tepki olduğunu anladıklarını ve rahatladıklarını ifade edecekti İdil Hanım... İlber Bey ise İdil Hanım’ın açıklamalarına “hımmm” yaparak katılacaktı...
İdil Hanım bu noktada özellikle de “rüku” anında eylemi yüzde yüz demokratik bulmakla beraber “izlek” olarak biraz agresif bulduğunu belirtmiş bu “belirtim” üzerine saçı kaşına karışmış, tamamen alınsız, pek sevimli bir genç özür dileyerek, çiçek verip, Muhammed’in hırkası ve sakallarının kıllarının bekçisi İlber Bey ile birlikte ortalarına aldıkları İdil Hanım’la poz vermişlerdi.

Olayın özeti buydu ve Metin pek haklı olarak şunlara işaret ediyordu yazısında:

“Kadınların başı açık gezmesine, tek eşli evliliğe, recim gibi cezaların olmamasına da tepki duyabilirsiniz... Elbette demokratik yollardan.” Ardından, sıralanan durumlara ‘tepki duyulmasının’ kendisinde bir sorun olup olmadığını soruyordu Metin..

***

Böylesine ilkel düşüncelerin kendisinde bir sorun olduğu açık da, bu düşünceleri uluorta dillendirilmesini demokratik hak olarak gören zevata, bunu büyük bir hoşgörülülükle “ya evet canım ne olursan ol, yeter ki demokrat ol” diyen benim “güzel koyun bakışlı”larıma ne demeli?

Bunların “demokratlıklarının” sınırını olur a merak edip ölçmeye kalksanız, bunu da öyle uluorta felan değil, sakınarak, sözlerinizi eylemlerinizi tartarak ölçüp biçerek yapsanız dahi inciniverdiklerini göreceksiniz. Hassasiyetleri yüksektir. Temsil, günaşırı Sümbül Efendi Türbesi’ne ya da Oruç baba Türbesi’ne, olmadı Göbek Dede Türbesi’ne gidip cüzdan bırakanları, ağzını da açık bırakıyorlarmış ki kolay girsin çapıt sarıp erkek evlat dileğenleri, evde kalmış kızlarına gemi inşa mühendisi koca isteyenleri merkeze alan bir yazı yazsam, hani yazmam da, temsil diyorum yazsam ve yazımda analarım, bacılarım, kardeşlerim, etrafında dönendiğiniz sanduka kavak tahtasından yapılmış boş bir sandıktır, içinde de ne olduğu meçhuldür yüz sürdüğünüz sakal kılı el sürdüğünüz hırka peygambere filan ait olamaz, sayıları yüzbinleri bulan türbe ve camiilerin her birinde bir hırka vardır ki Çin’liler fabrikasyonun yanısıra merdiven altı üretim yapsalar bu kadar çok hırka üretemez hem ayrıca Muhammed’in sakalları siyah ve kıvırcık olduğu Ayşe’den rivayettir sizin yüz sürdüğünüz düz ve kumral, Allah Lillah aşkına tez elden vazgeçin desem, ya da deseniz, haydi siz deyiverin!

Dediniz!

Bunun neticesinde ellerine geçseniz, eve döndüğünüzde, eğer tek parça dönebilmişseniz tabii, ev ahalisine ailenin bir bireyi olduğunuzu kanıtlayıncaya kadar kalan damarınızın da çatlayacağından emin olabilirsiniz.
İkinci gün de bu hassasların gazetelerinde evrimin ilk basamağına dönmüş yüzünüz ve bir alt yazı: “Müslümanların hassasiyetlerine saygı duyulması gerekir ama galiba biraz aşırıya kaçtılar...”

Tabii Başbakanın da bir demeci olacaktır: “Bütün hassasiyetlere saygı duyuyoruz yav Sunni, Alevi, Kürt, Türk, Çerkes”

Eh eksik olmasın aklı Diyarbakır’da Fenerbahçe maçında kalan Ali Şen bunlardan geri kalacak değil ya: “Tam da açılım sırasında olacak şey değil...”

***

Türk Türklüğüne, Kürt Kürtlüğüne, Çerkes Çerkesliğine, Müslüman Müslümanlığına, Alevi Aleviliğine laf dildiğini duyduğunda incinip hassaslaşıp cem olup sokağa dökülüp, mektuplar telgraflar çekip, meydanları doldurup pankartlar açıp, açık oturumlar düzenleyip, celallenmeler..
Dağa çıkarım, dağdakini indiririm, inmezse ben yapacağımı bilirim, kız da benim oğlan da benim, nerede benim cem evim, hani benim açılımım, hani benim türbem, sakallı olsun, hırkalı olsun, bıyığı da eksik olmasın, nerede benim sekiz minareli camii’m, bu eksik olmuş minarelerinde rezidans isterim, hem de akıllı olsun, türbanım, seccadem, “sendikalara söz verdiğimiz için değil çalışanlarımız hak ettiği için bu zammı yaptık”ımın oğlu Hayati Yazıcım...

Memura zam yüzde ikim, bin lira alana yüzde ikimden çıkar aylık zam miktarı o eder yirmim, onu da böl otuza günlük zammı bulurumum! Hani benim Kürtçem, Çerkescem, Türkçem, on iki imamım, takkem, tekkem, zaviyem, umreye gitmezsem çatlarım, buldum günlük zammı tam hesaba getiremedim, ben zaten Fethullah’ı da severim, mızıka da isterim, “kafe” (Çerkes oyunu) oynamazsam duramam, tisey, tisey,tisey...

Baak mızraklı ilmihal’im Kürtçem, elif cüz’üm de ne güzel Çerkesçem, çıkan rakam bir tuhaf okuyabileniz var mı, Amerikan planıysa Amerikan planı ne olmuşum, sıfır nokta altmış altı gibi bir şey, “çalışanlarımız hak ettiği için bu zammı yaptık”ın çocuğu şeker devlet bakanım, Hayati Yazıcım, yani elli kuruştan biraz fazla enişten camızlarını buldu mu ola!

Nerede ne zaman haysiyetlerine saldırıldığını göremeyen, yüzlerce yıldır, dilim de varmıyor ama şurama getirdiniz güzel mandalarım yeter lan!
Hepinizin hassasiyetini, hassasiyetle öpüyorum demokratik bir şekilde paylaştırarak!

***

Nasıl bitirmişti yazısını Metin: “İsteyen Jakoben Desin!”
He vallaha bana da desin!