Deli Çerkes'e dair notlar

Yazmayacaktım ama yazılarını –romanlarını da- sahiden beğenerek okuduğum Kaan Arslanoğlu’na gönderilen “iletileri” de okuyunca “Çerkes Ethem Bey Hadisesi” hakkında bilinenlerin pek sınırlı olduğu gibi bir zahaba kapıldım. Nicedir yapmakta olduğum yakın tarih okumalarından, ola ki ön açıcı olur da meraklısına ip ucu verir niyetiyle, evvelce çıkardığım notlardan yazıyla ilişkili bulduklarımı aktarmayı sakıncasız buldum. Hem böylelikle Kaan Arslaoğlu’nu da “insaf” sofrasına davet etmiş oluruz diye kurdum kendimi. Yoksa muradım polemik yapmak değildir.

Aktaracağım notlar tarih, tarihin de “ tarihsel” olan yanıyla ilgilidir. Çerkes'le ilgili, psikolojik çözümlemeleri, önemsemediğimden değil ama altından kalkamayacağım için bu işi uzmanlarına bırakmayı yeğledim. Yine de işin bu yanıyla ilgili olarak küçük bir soruyu çoksamazsınız umarım.

Soru şu: “Otoriter”, “Totaliter”,”Psikopat”,”Narsist..” Bu kavramlardan hangisi, örnek olsun, “ikinci adam” İsmet Paşa’nın adının önüne ya da ardına getirilebilir?

Aynı soru şunlar için de geçerli: Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele, Rauf Orbay Fevzi Çakmak, Kazım Özalp, Kazım Orbay ki bunlardan ilk noktalı virgülden öncekiler Amasya Tamimi’nin imzacıları “kurucu babalardır.” “Kurucu babalar” dahil hangisinin adının önüne ya da ardına bu kavramlardan herhangi birini koyabiliriz?

Bana kalırsa bu kavramlardan hiçbirisi bu saydıklarıma tam olarak oturmaz. Kavramlardan biri, eh işte şöyle böyle otursa bile diğerleri sarkar. Ancak bu kavramların ilk ikisini, yakın tarihimizde öne çıkan iki liderin adlarının yanına çekincesiz olarak koymanın bir sakıncası olmadığını düşünenlerdenim. Bunlardan biri Çerkes Ethem Bey diğeri Mustafa Kemal Paşa’dır..

”Psikopat” ve “Narsisit” gibi ruh hekimliği alanına giren kavramlarla tarihsel olayları açıklamaya merak salanlara yardımcı olmak için bu iki kavram yerine halkımızın “sıradışı”, “herkesten çok farklı”,”şaşırtıcı”, anlamında sıkça kullandığı “Deli” sözcüğünü tercih etmelerini salık veririm. Çünkü böylesine çetrefil ve zorlu bir işe ancak deliler girişebilirdi!

Kişisel olarak her ikisinin de çokça otoriter, çokça totaliter, hatta evet, deli olduklarına inanırım.

Başka türlü olsalar idi İsmet ve diğerleri gibi “normal” olurlardı. Ya da Ethem Bey, babası Ali Bey’in çifliğinde Mustafa Kemal, İstanbul’da sarayda damat olarak daha da “aşırı normal” ömürlerini tamamlarlardı. Önlerinde bu olanak vardı.Yapmadılar. Biri İzmir’in işgalinden önce Ege dağlarında,öteki Anadolu bozkırında delice bir işe giriştiler... Giriştikleri iş öylesine delice bulunmuştu ki İstanbul’un mütareke basını her ikisini de ”Psikopat” olmakla suçlamıştı!

Doğrudur... Çerkes zır, Mustafa Kemal zırzır deliydi!

***

Sonra iç savaşta birbirlerine girdiler... Nedenleri üstünde ayrıntılı durulabilir. Ama konu bu değil... Benim üstünde durmak istediğim Kaan Arslanoğlu’nun kaynak seçimindeki talihsizliğinden kaynaklandığını düşündüğüm Ethem Bey’ le ilgili bazı çıkarsamaları:

1.Zalim

2.Soyguncu

3.Yunanlılarla işbirliği halinde Türklerle savaştı.

4.Çerkes Konferansı toplaması.

5.Hain.

Başkaları da var ancak benimkisi sadece bunlara dair birkaç söz...

***

Çerkes Ethem Bey’in gerilla birliklerine Ankara Meclisince verilen ad “Kuvay-ı Tedibiye Kuvvetleri” idi. Ethem Bey’e yazışmalarda “Kuvay-ı Tedibiye Umum Kumandanı” olarak hitap edildiği de gizli değildir. “Tedibiye” terbiye edici, cezalandırıcı anlamına gelir.

Ankara Hükümeti'ne karşı İstanbul gericiliğinin kışkırtarak ayaklandırdığı işbirlikçilere karşı Ethem Bey’in şiddete başvurmasını, özellikle de Düzce’de Sefer Berzeg’in başını çektiği ayaklanmada Sefer’in asılmasını “zalimane” olarak değerlendiren ve o günlerde Ankara’da bulunan ünlü romancı Halide (Edip) Hanım’a Mustafa Kemal’in söyledikleri pek öğreticidir. Düzce isyanı bastırılıp idam kararları alındığına dair haberler Ankara’ya eriştiğinde Halide Hanım Mustafa Kemal’e rica eder idamların durdurulması için. Halide Hanım duyarlılıkla anlatır sahneyi Türkün Ateşle İmtihanı adını taşıyan anı/romanında. Mustafa Kemal, Halide Hanım’a “İhtilal dönemlerinde zaafa yer yoktur” derken işaret ettiği sadece Ethem’in idam kararlarındaki haklılığı değildir. Düzce’deki gerici ayaklanmayı bastırmak için gönderilen 24’üncü Tümen Komutanı Yarbay Çerkes Mahmut Bey’in, isyancı Çerkeslerle konuşup “barışçıl çözüm” ararken pusu atılıp öldürüldüğü haberi de aklının bir köşesindedir.

Kaan Aslanoğlu’nun yazısında adı geçen Berzeg Sefer Bey’de Çerkes’dir. Sefer’in Hendek geçitinde kurduğu tuzaktan sıyrılan Ethem, Sefer Bey’i asma kararını verdiğinde, cebinde Ankara, Genelkurmay’dan “Düzce’ye mutlaka silahlı kuvvetle girilmesi, öldürülen subay ve erlerin hesabının sorulması” emri vardı. (Genelkurmay Harb Tarihi Dairesi,Türk İstiklal Harbi 1964)

Ethem Bey önceki Aznavur isyanını ve sonraki Yazgat Çapanoğlu gerici isyanını da otoriter, totaliter ve deli bir “titizlikle” bastıracak Mustafa Kemal tarafından her defasında çekilen telgraflar aracılığı ile de “gözlerinden muhabbetle” öpülecektir.

***

Soyguncu mu dediniz?

Kurtuluş Savaşının mali kaynaklarından biri de zengin takımından alınan bağışlar olduğu biliniyor. Güzel. Hatta Ankara’da Müftü Rıfat Börekçi’nin topladığı bağış listesi bazı kaynaklarda görülebilir (Alptekin Müdderisoğlu, Kurtuluş Savaşının Mali Kaynakları1990). Şimdi hatırlıyorum da Vehbi Koç’un da adı listelerin birinde geçer. Mustafa Kemal Paşa bağışları “gönülden ne koparsa ” esasına göre makbuz mukabili toplarken, Ethem Bey de Mustafa Kemal’e özenip makbuz mukabili toplar ve listeletirdi. Farkı, miktarını kendisi belirlerdi...

Kanlı bir boğuşma, müthiş bir fukaralık ve kuşatılmışlık koşulları altında paranın el değiştirmesine soygun, Ethem’e de soyguncu demek insafla bağdaşmaz herhalde!

***

Genelkurmay kaynakları dahil hiçbir kaynakta Ethem Bey’in Yunan kuvvetlerinin yanında Türklere karşı savaştığı yer almaz. Ethem Bey 1921 yılının başında Yunan kuvvetlerinden geçiş hakkı isteyip teslim olmadan önce savaşçılarını serbest bırakmıştır. Ethem’in savaşçılarının bir bölümü düzenli orduya katılırken, bir bölümü de Parti Pehlivan örneğinde olduğu gibi, işgal bölgesinde, Yunan kuvvetlerine karşı gerilla savaşını sürdürmüştür. Parti Pehlivan daha sonra Büyük Zafer’de İzzettin Paşa kuvvetlerinin saflarına katılmıştır. (Cemal Kutay, Çerkes Ethem Dosyası,1989)

Çerkes önce İzmir’e, oradan da Atina’ya götürülmüş ve uzun zamandır çekmekte olduğu hastalığı nedeniyle tedavi görmüş, kısa bir süre sonra da Berlin’e geçmiştir. Berlin’de hastanede yatarken, iyileştiğinde kalkıp yanına gitmeyi düşündüğü Enver Paşa’nın ölüm haberini almıştır. Hatıralarında bu haberin kendisini çok üzdüğünü ve Amman’a gitme kararı aldığını yazar. (Çerkes Ethem’in ele geçen hatıraları, 1962).

Bizim Metin’in (Çulhaoğlu) yıllar önce Gelenek’te yazdığı gibi (Çerkes Ethem Olayı ve Tarih Bilmeceleri, 1987) Ethem’in Berlin’de geceleri hastaneden kaçıp Batı Cephesine gelip savaşçılarını derleyip toplayıp, Yunanlıların saflarında Türk kuvvetlerine karşı savaştıktan sonra hızla Berlin’e savuşması ve hastane odasına kendisini atması, sonra bunu sık sık tekrar etmesi mümkün görülüyorsa evet, Ethem Bey Yunan saflarında Türklere karşı savaşmıştır!

***

Çerkes Kongresi'ne gelince. Bununla ilgili olarak elimizdeki tek kaynak Tarık Zafer Tunaya’ya aittir: Türkiye’de Siyasal Partiler. Tunaya bu kitabında (cilt:2) Şark-ı Karib Çerkesleri Temin-i Hukuk Cemiyeti (Yakın Doğu Çerkeslerinin Haklarını Sağlama Derneği) kurucularını tek tek sayar. Bunların arasnda Çerkes Ethem Bey’in adı geçmez. Kurucular daha sonra ünlü 150’likler listesine alınmış yurt dışına gönderilerek vatandaşlıktan atılmışlardır.

Ethem Bey “hain” ilan edildikten sonra her türlü melanetin içinde yer aldığına iman edilmiş olmalı ki, “varsın o derneğe de üye olmuş olsun, konferansa da katılmış olsun ne çıkar” dedikleri anlaşılıyor.

***

Hain mi dediniz?

İşte bu doğru. Çerkes Ethem Bey “hain” olma onuruna Mustafa Kemal ve arkadaşlarından daha önce erişmiştir. İstanbul’da Damat Ferit Hükümeti, Mustafa Kemal ve kimi arkadaşlarını “Vatana ihanetten” idama mahkum ettiğinde Çerkes Ethem Bey, Damat Ferit’in Şeyhülislamı Dürrizade Abdullah Efendi’nin ölüm fermanı ve “hain” yaftası boynunda Ege’nin Bozdağları’nda idi.

***

Kaan Arslanoğlu’nun, Çerkes’le ilgili merakını giderme çabası elbette ki güzel ancak, başvuru olarak seçtiği “yorumcuları” için aynı şeyleri söylemek güç.