Darbe gecesinin üç yiğidi

Çok vardı. Ben üçünü seçtim.

İki silah ve binlerce mermiyle Recep Tayip Erdoğan’a siper olacağını söyleyen başdanışman Yiğit Bulut, darbe gecesinde ve takip eden günler de neredeydi acaba, bilen var mı? Çevreme sorup soruşturuyorum, onlar da bir âlem doğrusu, öyle bir anlatışları var ki şaşıp kalırsınız. "Saray’ın dehlizlerinden birine kendini gizlemiş" diyenler mi isterseniz, olmadı, "Saray’a yakın ormanda bir ağaca tüneyip ortalığın sakinleşmesini bekliyor" diyenler mi... Hatta yakın çevremden biri, inanılası değil  ama yine de insanın kafasını çeliyorlar işte, neymiş, öğle bir yere gizlenmiş ki hani savaşın bittiğine inanmayıp da kırk yıl boyunca ormanda saklanan ve yarı "homo sapiens"e dönüşmüş olarak bulunan Japon kardeşimiz gibi, evet tıpkı onun gibi, bizimkini yıllar sonra bir kovukta bulabilirmişiz. O kadar yani.

Hadi canım siz de!

Bunları kabul edemeyiz. Yiğit Bulut gördüğüm kadarıyla sağlam kesimli, “toraman” biri. Darbe girişiminin üzerinden bir haftaya yakın zaman geçmesine rağmen kentsel yerleşim havzalarında görülmemiş olmasını, yok ağacın tepesinde, yok ormanda, yok kovukta türünden abuk sabuk söylentilere, kendisinin de ortaya çıktıktan sonra söylediği gibi gülüp geçmek gerekir. Benim tahminim, mütevazıdır ağzından duymuş değilim, onun bir hafta boyunca kırsala çekildiği Marmaris ormanlarında kafasında siyah bandana, kemerinde ameliyat ipliği ve dikiş iğnesi gizlenmiş Rambo bıçağı, elinde makineli olduğu halde suikastçıların ensesinde olduğu yönündedir. Dediğim gibi benimkisi kuvvetli olmakla birlikte netice olarak sadece bir tahmindir. Yakında anlaşılacaktır.

Maalesef, Yiğit Bulut’a cömertçe yönlendirdiğim halisane duyguların pek azı Yalçın Akdoğan’a düşüyor. Kabul etmeliyiz ki darbe haberini alır almaz “uçakların yapabileceği bir deliliği” önlemek için eve koşması, silahlanması, muharipçe ve yerinde bir refleks. Bu tamam. Aldık ve sevap hanesine notumuzu düştük. Ancak hemen sokağa çıkıp müsademeye katılmak üzere mevzileneceği yerde abdest alıp namaza durmasına doğrusu mana veremedim. Abdest al, akşam namazının farzını sünnetini kıl, tespih, başlamışken zikr derken pek değerli olan vaktini  ziyan etmiş oldu. Bildiğiniz gibi  bu arada da olan oldu… Nitekim tam o dakikalarda darbeciler köprüyü işgal ettiler… Yanlışım varsa düzeltin; Eshab-ı Kiramdan Hanzala’nın  “cünüp” olduğu halde boy abdesti almadan pusatlarını kuşanıp gazaya katıldığını yazar cenk kitapları. Yalçın Bey inanmış adam elbette benden iyi bilir; şehit ölüm acısı duymaz, kabirde üzülmez, kıyametin dehşeti, hesap, mizan, sırat onu rahatsız etmez, doğruca cennete… Sen kalkmışsın önünde sahabenin en seçkinlerinde olan Hanzala örneği dururken akşam namazı aptesinin ardına düşmüşsün. Bunu kabul edemeyiz. İnsanın aklından “kazaya bıraksaydın canım” demek geçiyor ister istemez. Hakçası onu muharip sınıfına sokarken zorlandığımı itiraf etmeliyim. Yine de sonrasında yapmış olduğu silah, kanının son damlası, şehitlik vurgularını öne çıkardığı açıklamalar en azından niyet açısından salihane ve değerli idi.

Ve Ankara’nın padişahı İ. Melih Gökçek…

Baştaki ikiliden farlı gördüm onu. Nefes nefeseydi. Rengi atmıştı. Ne yapsın adamcağız, o kadar cin içine kaçmışken…

Okuyoruz. Öğreniyoruz. Cinler diyorum… Belli ki bir ara adamcağızın içine kaçmış. Cin adamın içine kaçar mıymış demeyin, kaçar. Bilindiği gibi şeffafa yakın dumansı yaratıklardır cinler. İnsanın vücudundaki en ufak bir delikten dahi kolaylıkla girebilirler. Girerken hissetmezmişsin bile. Televizyonda gözümüzün içine baka baka içine kaçan cini anlattı adam. Hiç içine cin kaçanla kaçmayan bir olur mu? Elbette içine kaçanın anlattıklarıdır değerli olan. Sonra, yazılanların aktarıcısıyız, giriş anında sadece kısa bir titreme. Girince, girdiği kişinin beynini esir alıyor. Yiğitsen kıpraş! Konuşuyor, talimatlar veriyor, olmadık işler yaptırıyor. Temsil, belediye başkanısın. Çokça kemik suyunda pilav yiyip üstüne de erik hoşafı içtiğin, tuvalete giderken çektiğin besmelede dudaklarını kıpırdattığın, bir de sokakta saçak altlarında yürümek inadından vazgeçmediğin için cin içine kaçtı. Yandın. Cin bu saydıklarımı pek sever ve fırsat kollar, bu değerli bilgiyi bir tarafa not edin, ne yapar ne eder bulduğu ilk delikten içine kaçar. Yani girer. Esir alınırsın. Bundan sonra “beyin” denilen hisarda onun sancağı dalgalanır, onun borusu öter.   

Bediüzzaman, zamanın en büyüğü, Said Nursi’nin her sözü özlü olmakla birlikte şu sözü en özlü olanıdır: “Müminin ferasetinin kaynağı, Allah’ın kalbine ilka ettiği iman ruhu; dünyayı aydınlatan büyük bir elektrik lambasının düğmesine dokunulmuş gibi her şeyi aydınlatır.” Aydınlanınca da İ.Melih Bey için her şey ayan beyan ortaya dökülüyor:

“Özellikle size komik gelecek ama enteresan bir metotla yapıyor. Üç harflilerle yapıyor insanları esir alıyor. Bakın etrafınızdaki birçok insana belli zamanlar, belli konularda esir alındığı aşikar. Böyle bir kabiliyeti var. Herkesin Haşhaşiler demesinin nedeni bu. İnsanlar büyüleniyor ve esir oluyor. Biz de bunun örneklerini bizzat yaşadık gördük… Üç harfliler yapıyor bu işi. Bana da altın gibi değerli bir metal ve cevşen (muska) vermişti. Bu işleri üç harflilerle yapıyor…”

“Komik” duruma düşmekten endişe ediyor. Bana komik gelmiyor. Komik gelmediği gibi Kuran’da olanı yok saymak ya da olandan en ufak bir şekilde kuşku duymak insanı zındıklar safına düşürür. İ.Melih bunu bilmesine bilir de içine kaçan cinlerin ağırlığı nedeniyle dili sürçmüş olmalı. Cinler, şeytanlar ve ifrit Kuran’da çok sayıda ayette geçiyor. Cinlerin iyisi var kötüsü var. Kötüsüne “Şeytani” cin diyoruz. Şeytanların şahına da İblis… İblis’in darbe için yönlendirdiği cinler buldukları her deliğe önce melek kılığında giriyorlar. Artık bu bilgiye bu gün itibariyle “kesin bilgi” olarak sahibiz. Girişte melek, çıkışta şeytan olan cinler İblis’in göndermiş olduğu işaretle harekete geçiyorlar. Cinlerin dahili ve harici deliksel faaliyetlerine bu ölçüde hakim olan birinin “Cinsavar”dan habersiz olması akla aykırıdır.

Darbe girişimi ile ilgili yapılan onlarca mı desem, yüzlerce mi, haber/analiz okudum. Bu kadar açık ve seçik olmasına rağmen cinlerin rolüne hak ettiği ölçekte yer verene rastlamadım. Bu yazıyla ben boşluğu doldurmaya çalıştım. Son olarak fikrimdir:

 İ.Melih “cinsavar” silahını devreye sokuyor. Kim karşı durabilir ki? Ayet’el Kürsi ve Nas-Felak surelerini yüksek sesle okumaya başlıyor. Ne cin kalıyor ne de şeytan. Allah inanlara verdikçe veriyor. Girişim bastırılıyor. Vesselam.