Patronların eskimeyen düşü: Kıdem tazminatı fonu

Patronlar yaklaşık 42 yıldır, kıdem tazminatının yükünü, kurulacak bir fonun üzerine yıkmaya çalışıyor. Kurgu şöyle; ödedikleri ücretlerin, yasayla belirlenecek orandaki tutarını fona yatıracaklar, kıdem tazminatları, havuzda biriken paradan karşılanacak. Böylelikle ceplerinden ayrıca para çıkmadan işçilerini atabilecekler.

AKP, patronlara işgücü maliyetlerini düşürme sözü vermişti. Çalışma yaşamını kuralsızlaştırıp çoğunu gerçekleştirdi. Kıdem tazminatı fonunu kurmayı başarırsa, sözünü eksiksiz yerine getirmiş olacak.

Fon kurulması, düşünce ve hazırlık olarak daha eskiye dayansa da, iş hukukuna girmesi 1975 yılına rastlıyor.

Süleyman Demirel’in başkanlığında kurulan ve “Milliyetçi Cephe” olarak anılan AP, MHP ve MSP koalisyonu döneminde 1475 sayılı Yasanın kıdem tazminatını düzenleyen 14. maddesi değiştirilmiş, işverenlerden alınacak paralardan oluşan bir fon kurulması ve çıkarılacak bir yasa uyarınca yönetilmesi öngörülmüştü.

Böyle bir Yasa çıkarmaya kimse cesaret edemedi.

İş Yasasını 2003 yılında yenileyen AKP de Fon Yasasını çıkarmaya cesaret edemedi, işi zamana bıraktı. 4857 sayılı yeni Yasada, fon kurulmasına ilişkin bir düzenleme yer almadığı gibi kıdem tazminatı da düzenlenmiyordu. Bunun yerine, kaldırılan 1475 sayılı Yasanın 14. Maddesinin yürürlükte bırakılması ve fon kurulmasına ilişkin yasa yürürlüğe girinceye değin, eski yasa kuralına uyularak ödenmesi öngörülüyordu. (4857 sayılı Yasanın 120. Maddesi ile Geçici 6. Maddesi)

O tarihte milletvekili olan TÜRK-İŞ’in eski başkanı Bayram Meral’in şu sözlerine bakılırsa korkmakta haklıydı; "Sakın ola, işverenlerin dediklerine uyup da kıdem tazminatına doğru yanaşmayasınız! Dananın kuyruğu kopar".

O yılları yaşayanlar, bu sözlerin blöf olmadığını bilir.

Aradan 14 yıl geçti. Mayıs/2017’de, kıdem tazminatı fonu yeniden dillendirilmeye başlandı. Çalışma Bakanı 29 Mayıs günü, kıdem tazminatı fonu kurulmasının öngörüldüğü bir tasarının bakanlar kuruluna sunulduğunu söyledi.

Sendikalar, bu tasarıya şiddetle karşı çıktı. İşin tatsızlıkla sonuçlanacağının anlaşılması üzerine AKP geri adım atmak zorunda kaldı. Patron örgütleri ise, uzlaşma yoksa çıkarılmasın deyip AKP’nin elini rahatlattı.

Kuşkusuz vazgeçmeyecekler. Toplumun henüz hazır olmadığını gördüler ve fonun işçilerin yararına olduğuna inandırmak için bir süre daha çalışıp yeniden deneyecekler.

Çalışma Bakanı Müezzinoğlu, hemen her konuşmasında, çoğu işverenin zaman içinde iflas etmesi ya da ödeme güçlüğü içine girmesi gibi nedenlerle işçilerin %80’inin kıdem tazminatına ulaşamadığını vurguluyor. 10 Mayıs günü yaptığı basın açıklamasında şöyle bir soru sormuştu; “13 milyon çalışanımızın 10 milyonunun mağdur olduğu bir sisteme daha çok rıza mı göstereceğiz?”

Rıza gösterilmesin elbette. Tuzağa düşürmeye çalışıyorlar ve oyuna getirilmekten hiç hoşlanmadığımızı bilseler iyi olur.

Çalışma Bakanı'nın yılın en büyük reformu olacak sözleriyle tanıttığı kıdem tazminatı yasasında neler yazdığını, sendikalar, partiler dahil, kimse bilmiyor. Gizliyorlar. Ancak yandaş basında, sosyal güvenlik uzmanı diye tanıtılan birileri, tasarının ne kadar işçi dostu olduğunu anlatmaya çalışıyor.

Onlardan biri, 2 Haziran günlü Sabah gazetesinde, fonun kurulmasıyla, işçilerin kazanılmış haklarının korunacağı; işçiyle işveren arasına devlet hakemliği geleceği için primlerinin yatırılıp yatırılmadığının internet ortamında izlenebileceği; işverenlerin istediği zaman işçiyi işyerinden çıkaramayacağı gibi görüşlerini (!) bizlerle paylaşıp, AKP’nin işçi dostu özelliğini açıklıyordu.

19 Mayıs günü Posta Gazetesinde bir başka uzman da, Avusturya modelinin örnek alındığını söylüyor ve “modelin avantajı çok” diyordu. Ancak şu sözleri kafa karıştırıyordu; “her yıla karşılık 1 aylık brüt ücret olan kıdemin yarıya düşecek olması, işçileri tedirgin ediyor ama model, kaybın vergi teşviki ve fondan elde edilecek kazançla kapatılması üzerine kurulduğu için sorun yok. (…) Bireysel kıdem tazminatı fonunu özel fon şirketleri yönetiyor. Bunlar batarsa Devlet, kıdem tazminatı anapara tutarını çalışana ödüyor.”

Patronlar açık sözlü, hemen her fırsatta TOBB, TİSK, TÜSİAD gibi örgütleri aracılığıyla kıdem tazminatının giderek ağır bir yük olmaya başladığını; rekabet güçlerinin olumsuz etkilendiğini söyleyip duruyorlar.

Doğruyu görmek için, patronların isteklerini gerçekleştirmekle yükümlü AKP’nin siyaset ve bürokrat kadrolarının aldatmacalarına değil, patron örgütlerinin söylediklerine kulak vermeliyiz.

Yani, AKP’ye aldanmayalım.

İşçinin kıdem tazminatı hakkını güvenceye almak isteyen bir iktidar, öncelikle Uluslararası Çalışma Örgütünün (ILO) 173 sayılı sözleşmesini onaylamış olmalı ve onun gereğini yerine getirmelidir. ILO Genel Kurulunda 1992 yılında kabul edilip 1995 yılında yürürlüğe giren bu sözleşmede; “işverenin ödeme güçlüğü halinde işçi alacaklarının korunması” amacıyla yapılması gereken düzenlemeler yer almaktadır. Türkiye, ILO sözleşmelerinin yalnızca %31’ini imzalamıştır ve bunlar arasında 173 sayılı Sözleşme yoktur.

Eğer bunu yeterli görmüyorsa, kimse elini tutmuyor: İşverenin iflas ya da ödeme güçlüğü içine düşmesi durumunda kıdem tazminatına öncelik verilmesini sağlayacak yasal düzenlemeler yapsın, karşı çıkmayız.

İşçi dostu olmak kolay değil.