Kamu ihaleleri hem rant dağıtma aracıdır hem de siyaseti besler.

Kamu ihaleleri rant kapısı

Kamu ihaleleri hem rant dağıtma aracıdır hem de siyaseti besler.

Tutarlarının büyüklüğü önemli değildir. Her birinin ayrı işlevi vardır. Büyük tutarlı ihalelerden az sayıda yüklenici büyük paralar kazanır. Bütçe kaynakları kullanılarak edindirilen kazançlarının bir bölümü siyasetin finansmanı için harcattırılır. Derneklere, vakıflara bağışlar yaptırılır. Ülkemizde medya satın almak için havuz oluşturulduğu bile görülmüştür. Küçük ihalelerle ise yüzbinlerce küçük işletme sahibine, daha açık söylersek oy verme potansiyeli olan kitleye ulaşılır.

Şöyle düşünmeyin:

İlkeleri-ölçütleri net olarak çizilmişse ve etkili biçimde denetleniyorsa, en uygun teklif öneren ve en yetkin olanlar arasından seçileceğine göre ihaleler, rant dağıtmak amacıyla kullanılamaz.

Yukarıdaki sözler yalnızca kuramsal olarak doğrudur. Yükleniciler arasında yarışmanın varlığını gerektirir. Türkiye’de aralarında yarışan sermaye gruplarına bugüne değin hiç rastlanmadı. Dikkatinizi çekmiştir: Ülkedeki bütün kamu ihalelerini toplayan “beşli çete” diye kodlanan gruba bile ne TÜSİAD ne MÜSİAD ne de sermayenin bir başka örgütü itiraz ediyor. Bilançolarına bakıldığında, onların da başka kaynaklardan beslendikleri anlaşılıyor.

Kamu İhale Kurumu’nun (KİK) 2020 Yılı Kamu Alımları İzleme Raporuna göre, geçtiğimiz yıl 4734 sayılı Kamu İhale Yasası kapsamında 172,5 milyar lira tutarında 502 bin adet kamu alımı yapılmış. (KOİ ve benzeri ihaleler bu kapsamda değildir)

Bunun 9,5 milyar lira tutarındaki 435 bin adedi “doğrudan temin” olarak adlandırılan ve ihale yapılmasına gerek duyulmayacak denli küçük alımlardan oluşuyor. Bunun anlamı şu: yaklaşık yüz bin esnafla içli dışlı oluyorsunuz ve herhangi bir kurala uymaksızın onlardan birinin malını alma yetkisine sahipsiniz. Fiyatları aynı olsa bile, sonuçta malını aldığınız kişiyi kazandırmış oluyorsunuz. Küçük alımlar denildiğine bakmayın; 2021 yılında Büyükşehir belediyesi sınırları içindeki idareler için 121 bin 405 lira, dışında olanlar ise 40 bin 443 liradan söz ediliyor.

4734 sayılı Yasanın 21. Maddesinde öngörülen Pazarlık yöntemi de idareye alabildiğince esneklik sağlıyor. 2021 yılında 404 bin liranın altında kalan gereksinmeler bu yöntemle karşılanabiliyor. Maddenin (b) bendine göre afet ve savaş koşullarında acilen yapılması gereken işler için de tutarı ne olursa olsun, bu yöntem kullanılabiliyor. 2020 yılında 37,8 milyar lira olan 16 bin 665 pazarlık ihalesinin 34,2 milyar lirası (%90) acil durum denilerek 6.815 ihalenin konusu yapılmış.

Toplam 8.512 alım ise istisna kapsamında değerlendirilmiş; 20 milyar liraya yaklaşan tutardaki gereksinmeler ihalesiz karşılanmış.

Yasada ihale yapıldı denilebilecek iki yöntem öngörülüyor. Bunlardan biri açık ihale, öteki belli istekliler arasında ihale. Bu yöntemlerle 2020 yılında 143,4 milyar lira tutarında 58 bin ihale yapılmış.

Sırf kural öngörülüyor diye bu yöntemlerin güvenilir olduğunu düşünmek doğru değil. İhale sürecinin nasıl yürütüldüğüne, idarenin hoşgörüsünün ne düzeyde olduğuna bakılması gerekiyor. Sözleşmede yazılı kalite ya da ürün miktarının yeterince araştırılmayacağına inanıyorsanız, size özel uygulamalar yapılacağından eminseniz, ihaleyi kapmanız işten bile değildir; vereceğiniz fiyata kimse ulaşamaz.

Bu tür yolsuz işlemleri önleyebilmek amacıyla ihaleyi yapan idarenin ihale yetkililerinin ihalelere katılabilmeleri Yasanın 11. Maddesiyle yasaklanmıştır. Ancak bu yasağın da çok güvenilir olmadığı bilinmektedir. İhale komisyonu üyelerinin ihalelere katılması yasaklanmıştır ama onların bağlı olduğu Bakanın şirketi için herhangi bir yasak öngörülmemiştir.

Bunun yol açtığı sakıncaları, Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan örneğinden yola çıkarak değerlendirelim.

Ticaret Bakanı, boş bulunup Bakanlığının dezenfektan ihalesine katılmış. Ortaya çıkınca ihalede verdiği fiyatın çok ucuz olduğunu, devleti zarara uğratmadığını iddia etti. Etik değil ama Devlet zarar görmemiş, olmuş bir kere der geçerdik. Meğerse ucuz da değilmiş; Bakanlığına 35 liraya sattığı dezenfektanı bir şirkete 14,35 liraya satmış. Bakan değil de bir kooperatifin başkanı olsaydı hem parayı ödetirlerdi hem iki yılla yargılanırdı.

Ancak Bakanlık verilen fiyatın ucuz olduğunda ısrarlı. Bakanlığına son verilmeden hemen önce yapılan açıklamada; kendi firması olan Nanoksia Biyoteknoloji firmasından 507.888 liraya alınmasaydı, en iyi fiyat veren ikinci firmadan 853.600 liraya alınacaktı deniliyor. Birinci ile ikinci arasında 345.712 lira fark var; oranladığımızda %70 ediyor.

Bütün bunların nedeni tutarlı biçimde açıklanamazsa yaklaşık maliyetini merak ederiz ve hemen ardından aklımıza ister istemez şu sorular gelir: İkinci teklif özellikle mi yüksek verdirildi? Bakanın şirketi, malzeme ve kalite konusunda hoşgörü beklediği için mi çok düşük fiyat verdi?

Küçük ama faydalı bir bilgi vererek yazıyı bitireyim: KİK’in 2020 Yılı Kamu Alımları İzleme Raporunda yaklaşık maliyet ile sözleşme bedelleri arasındaki sapmaların gösterildiği bir çizelge var. Mal alımlarında sözleşme bedeli ile yaklaşık maliyet fark oranı %10-18 arasında değişiyor.