Öncelikle sizden başlayalım. Resimle tanışmanız nasıl oldu?
Erzincan doğumluyum ama İstanbul’da büyüdüm. 3-4 yaşımdayken ailem, ekonomik nedenlerden dolayı İstanbul’a göç etti. Meşhur Türk filmlerinde olduğu gibi, Erzincan’dan gelen trenle Haydarpaşa’dan İstanbul’a giriş yaptık.
Sanata, resme olan ilgimin temel nedenlerinden biri de ben çocukken babamın getirdiği reprodüksiyonlardı, ailemizin zengin bilgiye sahip kitaplarındandı. Mesela 70’lere ait, 4 ciltlik Devrimler Tarihi Ansiklopedisi vardı, çok etkileyiciydi. Onda David’in, Picasso’nun, Delacroix’nın, Otto Dix’lerin resimleri vardı. Bir ülkenin toplumsal tarihini anlatırken resmi de eklemek zorundasınız. Hitler faşizmi var, ama Otto Dix’in de o döneme ait çok değerli resimleri var. Ailemizin bize yönelik sonsuz hoşgörüsü de benim görsel bir alana; resme yönelmemde iyi bir temel oluşturdu. Çünkü çok gelişme şansı bulmamız da mümkün değildi. Koşullarımız buna çok uygun değildi ama 6-7 yaşlarında o kitaplara, o eserlere bakmak da iyi bir duygu.
88’de Resim Bölümü’ne girdim, Mimar Sinan Resim mezunuyum. Uzun zamandır da, yani en azından 88’den bugüne; 27 yıldır sadece resim yapıyorum. Büyük boyutlu resimler yapmaya özel bir tutkum da var, bol içerikli. Klasik müzikte de senfonileri ayrı bir severim. Tek bir alanı, tek bir konuyu çok zengin, sayısız şeyle ele almak isterim.
Bu zamana kadar hangi konuları işlediniz?
Toplumsal duyarlılığım evvelden beri çok yüksek olmakla birlikte, çok politik resim yapmadım aslında. Daha edebiyata yakın resimler yaptım. Mesela Çehov’dan bir resimim vardı. Mevsimlerle ilgili bir resmim vardır, büyük bir boyutta melankoli resmim vardır; aynı zamanda bitirme çalışmamdır bu. Aslında bu yoğunlukta politik resme yönelmem Gezi’yle birlikte oldu.
Tablonuz ziyaretçilerin karşısına çıkacak. Okurlarımıza Gezi Resmi’nin sanatsal içeriğinden ve yaratım sürecinden bahsedebilir misiniz?
Yaratım süreci baş belası diyebileceğim bir zorlukta oldu. Her şeyden önce havalar kötüydü; yağmurlar, soğuklar.... Böyle bir resmi kapalı bir mekanda yapmak da mümkün değil, çünkü çok büyük. Yapılışı da büyük zorluklar içeriyordu. Ama Mimarlar Odası’ndaki insan zenginliğinin ve renginin de -muhalif insanlar, aydın, ilerici insanlar- bir hoşluğu da vardı. Küçük küçük sergiler açtım aslında. Sanki 30 Mayıs’tan önce de bu resmi 20 kere sergilemişim gibi bir duygu da var içimde. İnsanların düşünceleri ve eleştirileriyle birlikte tamamladım resmi. Özellikle vurgulamak isterim; Mimarlar Odası Başkanı Sami Yılmaztürk bu resmi bu kadar uzun süre çalışmamda çok belirleyici kararlar aldı. Sizin bugün gördüğünüz, insanların görüp beğendi bu resim çok erken bir sergilenişle bu hale gelmeyebilirdi, bugünkü etkisine ulaşmayabilirdi. Sami Abi ise “acele etme, bitir öyle sergileyelim” dedi. Onun olağanüstü öngörüsü Gezi Resmi için büyük bir şanstır. Ona sizin aracılığınızla özellikle teşekkür etmek istiyorum.
Kaldı ki siz sergilenmesine birkaç gün kala resminize yeni şeyler eklediniz...
Tabii. Uzadıkça daha etkili olacağını arkadaşlar da gördüler. İnsanlar da resme kendilerini kaptırdı. Şu an sanıyorum ki “önceki şu hali daha iyiydi” denebileceğini düşünmüyorum. Her geçen gün konu, daha etkili bir şekilde yükseldi ve bugüne ulaştı.
Gezi Resmi aynı zamanda babanıza bir teşekkür mü? Sizin Haziran Direnişi’ne ya da Gezi Parkı’na dair anılarınız neler?
Ben bir işçi çocuğuyum. Köy kökenliyim aynı zamanda. Anneme ve babama her şeyden önce büyük bir minnettarlık duyuyorum. Biliyorsunuz, insanlar üniversite mezunu olsalar bile çocuklarının sanatçı olmasını desteklemezler, bu isteklerini hırpalarlar. Köyden kopup şehre gelen, yüksek bir hoşgörü sahibi insanlar... Bugün bile hâla bırakmazlar peşimizi. O açıdan bu resmi, Türkiye’ye ait bir resim olmakla birlikte, aile bahçemiz haline de getirdim aslında.
“Sponsor yok” demiştiniz başka röportajlarınızda. O halde nasıl başardığınızın özel olarak sorulması gerekiyor bence...
Bu sene neredeyse hiç başka bir işle uğraşmadım, resme daha yoğun çalışabileyim diye. Beni yıllardır tanıyan öğrencilerim desteklediler çalışmamı. Özgür Üniversite’deki öğrencilerim küçük kuklalara elbiseler diktiler. Böyle irili ufaklı birçok kostüm hazırlandı. Onlar bazı kompozisyonun kurulmasında kullanıldı. Mesela Gezi’deki bir figürün kıyafetini düşünelim... O kıyafetler, küçük, 20 santimlik bir ahşap kuklaya göre dikildi tekrar. Onlardan sahneler, kovalamacalar, kompozisyonlar oluşturduk ve üzerinde düşündük. Bir de benim resim serüvenimi bilen, bana bu anlamda inanan insanların destekleri oldu, ailemle birlikte. Zaman zaman zorlandım ama bu destekler çok belirleyiciydi.
'BU RESMİ SADECE BEN YAPMADIM'
Gezi Resmi imece usulü tamamlanan bir resim yani?
Evet. Bu resmi tek bir kişinin üzerine yazmıyoruz. “Şu sponsor yaptı, şu adamın, şu patronun parasıyla yapıldı” gibi bir tablo olmadı. Çok özgürce gelişti her şey ve bu durum benim de çalışmam da rahat davranmama yol açtı. “Gezi’nin resmini şu yaptırdı” diyemeyecekler, “şu parayı verdi öyle yaptılar” diyemeyecekler, “şu ticari tavır ve kaygıyla yapıldı” denilemeyecek.
Sponsorlu sanat anlayışına dair bir soru daha... Sizin resminiz üzerinden değil de, genel olarak sanatın üzerindeki bu piyasa kuşatmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sponsorluk sistemi Türkiye’de sanatın ve sanatçılığın çok çöktüğünü gösteren bir şey. Sanatın ve sanatçının büyüklüğünden çok, sanata yön veren finans kendini gösterir oldu artık. 12 Eylül sonrasının konusu bu. Büyük tekeller sanat alanına girdiler ve burayı kirletmeye çalıştılar. Aydınlara, sanatçılara fiyat biçmeye kalktılar. Düşünün, bir konser bile sponsorsuz düzenlenemiyor, bir şarkıyı paranız yoksa söyleyemiyorsunuz. Sanatçının izleyicisine, dinleyicisine dair bir güveni de yok artık. 12 Eylül’ün başarısı bunlar tabii. Sanat alanın özgürleşmeden, özgürlükten ne kadar uzak kaldığını da gösteriyor bu tablo.
'BİZ BAŞARDIK'
Öyleyse resminiz bu alana dair de bir rest barındırıyor.
Sponsorunuz olmazsa rüzgarda kalıyorsunuz, yağmurda kalıyorsunuz; zor şartlarda çalışıyorsunuz ama bambaşka bir duyguya, bambaşka bir zenginliğe dönüştü burada olduğu gibi. Aslında biz bunu da başardık. En mütevazi katkıdan en büyük katkıya kadar, tüm insanlarımıza çok çok teşekkür ediyorum. Başardık bence!
Sanatsal açıdan nasıl olgunlaştı bu fikir? Nasıl karar verdiniz mesela eseri oluşturmaya ve nasıl biriktirdiniz? Haziran sürecinde, Gezi'de nasıl bir fikir ortaya çıktı? Bu fikri olgunlaştırmak için neler yaptınız?
Bizler hala Gezi'yi yaşıyorken o dönemdeyken bile ben notlar almaya, desenler çizmeye başlamıştım. Biliyorsunuz, herkes zaten bir elinde fotoğraf makinasıyla ya da telefonuyla fotoğraf çekerek geziyordu. Birden muazzam bir olay önümüzde oluverdi. Yani onun enerjisi garip, benzersiz bir şeye dönüştü. O dönem düşündüm, notlar aldım, klasörler dolusu çizimlerim ve notlarım vardı. Aslında yaptığım resim, düşündüğüm şeyin çok küçük bir parçası oldu. Ama pratikte bir şeyi denemeden, boyayla karşılığını görmeden o notların, klasörlerin de bir karşılığı olmuyor. Sanırım yeni bir resim yapsam, bunu kolayca aşabileceğimin farkındayım.
'BU DAHA BAŞLANGIÇ..."
Böyle bir birikim de var aynı zamanda.
Tabii, fazlası var. Düşündüğüm şeyler arasından, galiba gerçek konumu bulup çıkardım. Bir ömür boyu Gezi resmi yapılabilir. Tek bir resim değil bu, muazzam bir şey bu. Yüksek ihtimalle bundan sonrasında da bu konuyu sürekli olarak işleyeceğim. Bu tuvalin dışında; detaylar, şahıslar, anılar, sokaklar, insanlar... Çok yoğun, bütün bir konuyu bir ömür boyu resmedebilir insan. Böyle bir duygum var, bunun için imkan yaratmak önemli. Birikimleri olgunlaştırmak bir yandan da. Ciddiyetle söylüyorum, bunu bir mütevazı başlangıç sayıyorum.
Eserinizde kimlere yer verdiniz? Hangi öğelere, olaylara ve karakterlere yer ayırdınız? Bu daha önce size çokça sorulmuş ama özelinde tekrar sormakta fayda var, çünkü birtakım değişiklikler de olmuş.
En üsttekilerden başlarsak, yükseltilmiş bir biçimde, Park'a daha yakın bir Soma var. Antakyalı üç arkadaş gibi resmettiğim Ali İsmail, Abdullah Cömert ve Ahmet Atakan var. Yanlarında Hasan Ferit, Ethem, Mehmet; üstte Uğur Kurt'la oğlu; bir semah sahnesi var turnalarla yükselen. Semah sahnesinin hemen altında Ethem'in ve aslında tüm çocukların sazı var. Meşe yaprakları ve turna kanatlarıyla birlikte bağdaş kurmuş Mehmet var. Annesiyle Elif Çermik karşı karşıya oturuyorlar. Berkin, köpeği ve bilyeleri var. Özgecan'ı sonra ekledim. Onun dışında bazı şahıslar var, biyografik özellikler var. Turnalarla ilgili aslında bir tür efsane olan Schiller'in Baladı’ndan yola çıktığım bir şey var. Bizim turnalarla eski Yunan'da geçen turna efsanesini ilişkilendirdim. Aynı zamanda garip bir hayvanlar dünyasına ait de bir şey var. Doğa savaşları ve doğum sahneleri de var resimde. Timsahlar, kılıçbalıkları, penguenler, tavuklar, yunuslar, kelebekler ve daha birçok şey var. İki doğum sahnesi var: Birisinde hamile bir kadın var orada, bir tanesi de doğuran bir yunus. Yunus doğumu da olağanüstü bir şey, tesadüfen rastladım. İnsan yavrusu gibi ağlamıyor; mutlu bir şekilde annesinin yanında yüzmeye başlıyor, şahane bir şey. İnsanlardan daha görkemli doğum sahneleri, biraz ironi de barındırıyor. Gezinin bir hamak içinde havadan görünümünü yaptım. Oraya bir çocuk bıraktım, Berkin'in uçurtması da onun üzerinde duruyor. Resmin biraz da duygusal bir detayı bu, gerçeküstücü biraz da. Bir ağaç, park silueti var; çocuklar, bebekler... Resmin tamamında garip bir yoğunluk var.
Aynı zamanda Haziran Direnişi'nden de kısım kısım görüntüleri alıyoruz aslında.
Evet, direnişten de sahneler var. Bir sahne diğerinin hemen yanıbaşında, nerede başlıyor, nerede bitiyor çok belli değil.
'BU ATEŞ SÖNMEDİ'
Haziran Direnişi, sizin için sanatsal ve politik olarak neyi ifade ediyordu? Aynı zamanda bu tablo Haziran Direnişi için nasıl bir izlek oluşturabilir? İzleyiciye, sanatsevere ve Haziran kitlesine bir yön tayin edebilir mi?
Bence en heyecan verici kısmı, çok yakın bir zamanda bu kadar tarihsel bir olayın böyle hızlı var olması. Şu an ikinci yıldönümündeyiz. Bu aslında bir şekilde inadın varlığını da gösteriyor. Sadece bir ressamın direnmesi ya da inadı değil bu aslında; ona ait bir damarın kopmadığını, bir ateşin sönmediğini de gösteriyor. Resimde olduğu gibi, bir senfoniden, bir şairin dizesinden, bir çok yerden karşımıza çıkacaktır Gezi. Toplumda da yeniden o alevin parlayacağını anlatan bir şey bu. Bu bir resim ama, daha başlangıç.
Haziran Direnişi'ne baktığınızda, “bunları bir şekilde tuvale yansıtmazsam, resmedemezsem, eksik kalırdım” diye düşündünüz mü?
Bir ressam için hayatını anlamlandırabilecek ve doldurabilecek başka bir şey yoktur ki. Hem fiziksel olarak, hem ruhen benzersiz, ikame edilemeyecek bir şeydir resim yapmak. Oradaydım, gördüm ve bu kadar içinde yer aldığım şeyi de konu edinmek zorundaydım. O duyarlılığı önümüzdeki zamanlarda da bir biçimde yeniden yeniden ifade edeceğime inanıyorum.
Ressam Haydar Özay’ın Gezi Resmi, bugün saat 14.00'te, Karaköy’deki TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi’nin terasında izleyicilerle buluşacak.