Eğitim sistemi: Bir sorunlar alanı

2018-2019 eğitim öğretim yılı, yılların biriktirdiği sorunlarına yenilerini ekleyerek başladı. Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketinin aktif katılımcılarından, hem hukukçu hem de akademisyen olarak eğitimle yakından ilgilenen Neval Oğan Balkız, laik, bilimsel eğitim ve zorunlu din dersleri konularına da girerek 'sorunlar alanı' olarak tanımladığı eğitim sistemiyle ilgili soL’un…

Haber Merkezi

Eğitim sisteminde yaşanan tüm sorunları, Yrd. Doç. Dr. Neval Oğan Balkız'la konuştuk.

Balkız, "Milli Eğitim Bakanlığı eliyle, eğitim sistemi belli bir siyasal-ideolojik temelde adım adım dönüştürülüyor ve yapılandırılıyor.  Devlet-kamu eğitimi değersizleştiriliyor ve sistematik olarak,  bu alan cemaatlere bırakılmak isteniyor. Siyasal İslamcı, eril bir ‘toplumsal cinsiyet kurgusu’ eğitim başta olmak üzere tüm yaşam alanlarında hakim kılınmaya çalışılıyor" diyor.

Eğitim sorunlarına girmeden önce nitelikli bir eğitimi makro bakışla tanımlayalım dilerseniz. Bu konuda neler söylemek istersiniz? 

Nitelikli eğitim, öncelikle kamu eğitimidir. Kaliteli kamu eğitimi, sadece eğitim politikalarının değil aynı zamanda sosyal politikaların bir sonucudur. Bu nedenle kaliteli bir kamu eğitimi için yapısal ve işlevsel anlamda, halkın her kesimi için kalıcı ya da dolaylı sosyal eşitsizliklerin ortadan kaldırılacağı bir sosyal politika programının gerekli olduğu ortadadır. Bu programın öncülleri olarak  öğrenci ve velilerden hiçbir şekilde okul ücreti ya da harç alınmamalıdır. Okullarda  geniş kafeterya düzeni olmalı her gün  yeterli miktarda sağlıklı gıda verilmeli, öğrencinin tamamına ücretsiz sağlık hizmetleri ve diş tedavisi sunulmalıdır. Okul malzemelerinin hepsi ücretsiz dağıtılmalıdır. Çocuk gelişimi uzmanı pedagog ve psikologlar da dikkatle öğrencileri takip etmelidir. Çocuk yoksulluğu ortadan kaldırılmalıdır.

Eğitimi, eğitim dışında birçok ilişkiyle bağlantılı tanımlıyorsunuz…

Evet. Bunun için de  eğitimciler, ebeveynler, siyasetçiler, sendika ve dernekler de katkı sunmalı. Öğretmenler için üniversitelerde mükemmel bir mesleki eğitim programı oluşturulmalı. İlk ve orta eğitim sistemi eşitlik ve sosyal kapsayıcılık değerleri altında şekillendirilmeli.

Eğitimin içine girersek, nitelik ve içerik sorunlarıyla nasıl bir tablo var?                                                            

Eğitimde, içerik ve nitelik sorunları sistematik şekilde yıldan yıla artıyor ve katmanlaşarak büyüyor! Her kademedeki eğitim program ve müfredatı; bilimsel, eleştirel, nesnel, çoğulcu, laik, demokratik ve cinsiyet eşitliğini temel alan özelliklerinden ve sorgulamayı, bilgiye ulaşma süreçlerini ve bilgiyi kullanma becerilerini, hümanizmayı ve çağdaş değerleri kazandıran içeriklerinden hızla uzaklaştırılıyor. 

Kendisinden önce toplumsal yaşamda din ve dinin gerektirdiği inanç koşulları yokmuş gibi,  hiç var olmamış gibi davranan ve hegemonik söylemini bunun üzerine kuran AKP iktidarı; belli bir din (Sünni İslam) ve onun inanç kurallarını toplumsal yaşamın ve toplumsal işleyişin bütünleyici ve belirleyici tek parçası yapmak, dinin belirlediği bir siyasi biçim ve kolektif ortamı sürekli hale getirmek amacıyla, Eğitim Müfredat değişiklikleriyle din dersi ve içeriklerini sürekli arttırıyor. Kurtuluş Savaşı ve devrim tarihi, devrim ve cumhuriyet ilkeleri ile felsefesi,  müfredattan çıkarılmaya, başka bir tarihsel hafıza oluşturulmaya çalışılıyor.

Karmaşıklaştırılarak dönüştürülen bir eğitimden mi söz ediyoruz?

Milli Eğitim Bakanlığı eliyle, eğitim sistemi belli bir siyasal-ideolojik temelde adım adım dönüştürülüyor ve yapılandırılıyor.  Devlet-kamu eğitimi değersizleştiriliyor ve sistematik olarak,  bu alan cemaatlere bırakılmak isteniyor. Siyasal İslamcı, eril bir ‘toplumsal cinsiyet kurgusu’ eğitim başta olmak üzere tüm yaşam alanlarında hakim kılınmaya çalışılıyor.  

Bakanlık, kamusal alanın tamamını, düzenleme yetkisinde gördüğü kısmı ile özel alanı, kadın/erkek ayırımı (eşitsizliği) üzerinden yeniden düzenliyor! Kız/erkek öğrencilerin bir arada aynı koşullarda, birlikte eğitim alma ilkesini temel alan karma eğitimi, uygulamadan kaldırmayı amaçlıyor. Karma eğitim dışı uygulamaların önü açılıyor. 

AKP iktidarının yarattığı ve giderek hasımlar arasındaki bir siyasal cepheleşmeden öteye geçerek, doğru/yanlış arasındaki bir mücadeleye dönüştürdüğü biz/onlar karşıtlığı; toplumsal yaşamın her alanında olduğu gibi eğitim alanında da öğrenciler, veliler, hatta öğretmenler arasında  kamplaşmalar ve kutuplaştırmalar yaratmış bulunuyor.  

Milli Eğitim Bakanlığı’nın bütün kademelerinde, bakanlık teşkilatından, okullara kadar her alanda yoğun siyasi bir kadrolaşma kurumsallaşmış durumda. Kamunun her alnında olduğu gibi, eğitim yöneticilerinin belirlenmesinde de liyakat değil, siyasi nitelik, taraf olma durumu belirleyici hale gelmiş bulunuyor. Okullarda cinsiyet, etnik ve mezhep ayrımcılığına ilişkin uygulamalar, giderek kimsenin karşı durmaya cesaret edemediği,  sistematik bir uygulama niteliği kazanıyor.

Eğitim Anayasa’da hem hak hem de ödev olarak “sosyal ve ekonomik haklar ve ödevler” bölümünde yer alıyor. İlkeleri de Anayasa’da yazıyor. Ayrıca din ve vicdan özgürlüğü maddesinde yer alan ilke ve sınırlamalar da eğitimin özünü belirleyici nitelikte. Yaşadıklarımız ve anlattıklarınız açıkça eğitimle ilgili hak ve özgürlük ihlalini işaret emiyor mu aynı zamanda?   

Eğitim alanındaki yapısal koşullardaki eksiklikler ve yetersizlikler, daha başta milyonlarca çocuk ve gencin eğitim hakkından eşit koşullarda yararlanma olanaklarını ortadan kaldırıyor. Temel bir insan hakkı olan eğitim hakkı, sistematik olarak kamusal, yani parasız, devlet okulu nitelikli olmaktan çıkarılıyor, neredeyse bütünüyle piyasalaştırılmış ve özelleştirilmiş durumda.

Bu koşullarda çocuklar, eğitimini sürdürecek resmi örgün, normal devlet okulu bulamıyor. Nitekim bu eğitim döneminde sayıları bir buçuk milyonu bulan öğrenci açıkta kalmış durumda. Bu durum toplumsal alanda, sınıfsal nitelik taşıyan kalıcı sosyal eşitsizlikler dediğimiz olanaksızlıkların,  artan şekilde ve kuşaklar arasında sürekli hale gelmesine yol açıyor.

AKP iktidarı, sınav sistemi ve yasalara aykırı uygulama değişiklikleriyle İmam Hatip ortaokulları ve liselerini adeta tek seçenek haline getirmiş bulunuyor. Bu koşullarda aileler, çaresiz şekilde İmam Hatip okulları ile özel okullar arasında tercih yapmaya zorlanmış durumda. Bunun neticesinde açıkta kalan öğrenci sayısı ile özel okullara giden öğrenci sayısı artmış bulunuyor. 2017/2018 verilerine göre liselerde, devlet okullarının payı iki senedir yüzde ellinin altına düşmüş durumda. Aynı şekilde özel okullar bir yıl önceye göre öğrenci sayılarını çok arttırmış durumda. Ortaokul düzeyinde de imam hatiplerin payı artmış bulunuyor.

Laik eğitim konusuna girince bu sorunları kat kat büyüğüyle karşılaşıyoruz. Ortada örgütlü bir saldırı olduğunu söylemek gerekiyor herhalde?  

Türkiye’de özellikle son on altı yıldır önüne; “otoriter”, “muhafazakâr” “demokratik”, “inançlara saygılı” vs. gibi sıfatlar konularak, anlamı ve içeriği boşaltılmaya çalışılan bir laiklik söz konusu. Laiklik, insan haklarının toplumsal ve kamusal yaşamda uygulanması ve belirleyici olabilmesinin ön koşulu ve  modern anayasal demokrasilerin zorunlu bir unsuru. 

Bu ilke bir devletin örgütlenmesinde, hukukunun oluşturulmasında ve işletilmesinde herhangi bir dinin anlayışlarının ve normlarının belirleyici olmaması talebini dile getiriyor.  Laik devlet, diğer özellikleri ne olursa olsun,  örgütlenmesinin ve işleyişinin bir dinin inançlarıyla ilgili anlayışlar ve normlar tarafından  belirlenmediği; örgütlenmesi yapılırken hukuku oluşturulurken ve işletilirken  bunların herhangi bir dinin dünya görüşüne  ilke ve kurallarına uyup uymadığına bakılmadığı devlet. Dolayısıyla laiklik ilkesi, toplumsal yaşamda bütün kavram ve anlayışları ve her türlü kurumu çağdaşlaştırmanın ön koşulunu oluşturur. 

Buna göre laik eğitim; eğitimin bir sistem olarak kurumsal ve organik yapısının, örgütlenme biçimi ve işleyişinin, hukuksal yapı ve kurallarının, program içerik, nitelik ve amaçlarının herhangi bir dinin inançlarıyla ilgili anlayışlara ve normlara dayanmadığı, onlar tarafından etkilenmediği ve belirlenmediği, eğitim örgütlenirken, programlanırken ve icra edilirken bunların herhangi bir dinin dünya görüşüne, ilke ve kurallarına uyup uymadığına bakılmadığı eğitimdir. Türkiye’de eğitimin yapısı, örgütlenme biçimi, içerik, nitelik, amaç ve işlev olarak laik olduğunu söylemek, gerçekleri görmemek anlamı taşır. 

Eleştirellik, nesnellik ve çoğulculuk içeren bir eğitim sistemi kurma yükümlülüğü Avrupa İnan Hakları Sözleşmesi’nin 1 no’lu ek Protokolü’nün 2’nci maddesine göre devlete aittir. Madde hükmü  “hiç kimse eğitim hakkından yoksun bırakılamaz. Devlet, eğitim ve öğretim ile ilgili üzerine aldığı görevleri yerine getirirken, anne ve babaların çocuklarına, kendi dini ve felsefi inançlarına uygun olan bir eğitim ve öğretimin verilmesini isteme haklarına saygı gösterir” demekte, devlete bu nitelikte bir eğitim sistemi kurma ve koşullarını eksiksiz olarak yerine getirme yükümü getirmektedir. Türk Medeni Kanunu’un 341’nci maddesi de bu düzenlemeye paralel olarak, “Çocuğun dinî eğitimini belirleme hakkı ana ve babaya aittir. Ana ve babanın bu konudaki haklarını sınırlayacak her türlü sözleşme geçersizdir. Ergin, dinini seçmekte özgürdür” demektedir.

Zorunlu din dersleri uygulaması tüm bu hükümlere aykırı olduğu gibi, ayrıca Anayasanın “Eğitim ve Öğrenim Hakkı ve Ödevi” başlıklı 42. maddesinin 3. fıkrasında yer alan; “eğitim ve öğretim… çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre… yapılır” düzenlemesi ile de çelişmektedir. 

Peki, “ne yapmalı” desek?

Bilimsel, nesnel, eleştirel, laik, demokratik, çoğulcu, karma ve kamusal yani parasız  nitelikli bir eğitim olanaklarına sahip olmak ve bunları kullanmak, insan hakkıdır. Bu hakkı güvenceye almak ve her birey için gerektirdiği koşulları sağlamak, tarafı olduğumuz uluslararası insan hakları sözleşmelerinin,  Anayasa’nın, ilgili kanunların ve bu konuda kesinleşmiş bulunan mahkeme kararlarının gereği olarak, Türkiye’nin yükümlülüğüdür. Devlet, bu yükümlülüğün gereği olarak,  sorunları kalıcı şekilde çözmeye dönük, bilimsel, nesnel, eleştirel, laik, demokratik, çoğulcu, karma ve kamusal (parasız) nitelikli bir eğitimi kurumsallaştıracak, öğretmen niteliğini, evrensel çağdaş değerlerle güvence altına alacak bir  eğitim politikasını oluşturmalı ve buna uygun şekilde Ulusal Öğretmen Strateji Belgesi hazırlanmalı ve uygulamaya geçirilmelidir. Bunu sağlamak için mücadele etmek, toplumun her kesiminin ve tüm demokrasi güçlerinin öncelikli görevidir.