'Çocuklar annelerinin katiline teslim ediliyor'

Anneleri öldürülen çocukların velayetinin babaya verildiğini, annelerinin katilinin ya da o katili yetiştiren ailenin yanında büyümek zorunda bırakıldıklarını biliyor muydunuz? Hatice İkinci, Emine Bulut cinayetinin ardından 'çocuklara ne oluyor' sorusunu üç kişiye sordu. İşte koruyucu anne N.D., Avukat Türkay Asma ve Psikiyatrist Burhan Kaya'nın anlattıkları...

Hatice İkinci

soL'un özel notu: Hatice İkinci Eylül'de yeniden başlamak üzere haber röportajlarına ara vermişti. Bu çarpıcı olduğu kadar değerli röportajla birlikte andığımız mola son buluyor. Bundan sonra her pazartesi okurlarımızı yeni bir röportajla karşılayacak. İki bölüm halinde yayımlayacağımız "yeni sezonun ilk röportajı" yarın yayımlanacak ikinci bölümle tamamlanacak.

 

“Emine Bulut, 17 yılda öldürülen 15 bin kadından sadece biri. Tüm bu kadınlardan geriye ise gözlerinin içi gibi baktıkları, onları ölüme kadar götüren şiddete sessizce katlanmalarının bazen yegâne nedeni, binlerce çocuk kaldı. Hukukumuza göre, bu çocukların velayetlerinin babaya verildiğini ve annelerinin katili babayla birlikte, bu babaları yetiştiren ailelerin yanında büyümek zorunda bırakıldıklarını biliyor muydunuz?”

Emine Bulut ve on yaşındaki kızının feryatları halen kulağımızda. Emine Bulut, bu yıl içinde erkekler tarafından öldürülen 222 ve son 17 yılda öldürülen 15 bin kadından sadece biri. Bu kadınlardan geriye ise gözlerinin içi gibi baktıkları ve onları ölüme kadar götüren bunca şiddete sessizce katlanmalarının belki de yegâne nedeni olan binlerce çocuk kaldı.

“Çocukken en büyük korkum öyle oyuncağımı kaybetmek filan değildi benim. Babamın annemi bıçaklamasından ya da balkondan atmasından korkardım. Çocuk aklımla, annemle babam tartışmaya başladığında hemen bıçakları saklardım. O yüzden de annemden pek ayrılmazdım. Dışarı çıkıp oyun da oynamazdım. Çok eğlendiğimde de tedirgin olurdum. Çünkü annemle babam akşam kavga ettiğinde o gün mutlu olduğum için cezalandırıldığımı düşünürdüm. Yani gülerken bile korkan bir çocuktum…” Annesi babası tarafından öldürülen Duygu Batu, yazdığı “Hoşça Kal Anne” kitabında yaşadıklarını böyle anlatıyor.

Peki, bu çocuklara sonrasında ne oluyor, hiç merak ettiniz mi? Ya da hukukumuza göre bu çocukların velayetinin öldüren babaya verildiğini ve annelerinin katili babayla birlikte, bu babaları yetiştiren ailelerin yanında büyümek zorunda bırakıldıklarını biliyor muydunuz?

Bu hafta iki güne yayacağımız röportajlarımızla, bu son derece ağır meseleyi tüm ayrıntılarıyla konuştuk. Psikiyatrist Doç. Dr. Burhanettin Kaya, avukat Türkay Asma ve koruyucu anne olduğu sırada kızının biyolojik annesi bir erkek tarafından öldürülen N.D. sorularımızı yanıtladı. Bildiklerini ve yaşadıklarını anlattı.

Başlamadan önce koruyucu anne N.D ve kızı Ayşe ile ilgili söyleyeceklerimiz var. Henüz iki yaşındayken annesine, ablasına ve kendisine ağır şiddet uygulanan ve üzerlerine kilitlenen kapının arkasında günlerce aç bırakılan Ayşe’nin hikayesi, komşularının Çocuk Esirgeme Kurumu’na yaptığı ihbarla başlıyor. Kurum tarafından korumaya alınan çocuklar, bir süre sonra koruyucu ailelere veriliyor. Kırklı yaşlarında, meslek sahibi, ayaklarının üzerinde durabilen ve çocuk yapmak yerine koruyucu anne olmayı seçen N.D. ile Ayşe’nin yolları da böyle birleşiyor.

Ayşe’nin biyolojik annesi geçtiğimiz yıl, erkek arkadaşı tarafından dövülerek öldürüldü. N.D. büyük bir velayet savaşının tam ortasında olduğu ve Ayşe’yi tüm bu olanlardan uzak tutmak istediği için, yaptığımız röportajda N.D ve Ayşe’nin gerçek isimlerini ve fotoğraflarını kullanmayacağız.

“KANUNLARIMIZA GÖRE ÇOCUK BİYOLOJİK AİLE DENEN ŞEYİN MALI”

Avukat Türkay Asma:

Anneleri babaları tarafından öldürülen bu çocukların velayeti hakkında yasal süreç nasıl işliyor?

Onlara bakabilecek aile yakınlarından kimse yoksa devlet korumasına alınıyorlar. Bunun için de çocuk mahkemesinden karar çıkıyor. Koruma kararıyla birlikte bu çocuklar, Çocuk Esirgeme Kurumu’na veriliyorlar. Kurum da “koruyucu” kararı uyarınca, ya koruyucu aile olarak yakınlarının bakımına veriyor ya da kendisi bakıyor. Velayet konusu Türkiye’de çok sorunlu. Yasalarımıza göre sadece anne ve babaya bırakılabiliyor velayet. Bunun dışında ancak vasi ya da kayyum atanabiliyor çocuğa. Kayyum çok kısıtlı durumlarda atanabiliyor. Yani çocuk için bir dava açıldığı zaman, kayyum çocuğu sadece o davada temsil edebiliyor, vasi her türlü konumda anne babanın bütün yetkilerini alıp, temsil hakkını kullanabiliyor.

Emine Bulut’un kızını neden annenin ailesine değil de kayyuma teslim ettiler?

Burada kayyum atanmasını gerektiren bir şey yoktu. Bu meselede kayyumun bir görevi yok ki. Yani çocuk için açılmış bir evlat edinme davası olmadığı sürece kayyuma gerek yok. Atanmaması gereken bir durumdu, yani kayyumun hiçbir işlevi yok burada.

Çocukla ilgili hemen bir koruma kararı alıp, aynı koruma kararıyla birlikte çocuğun yakınlarına teslim edilmesi gerekiyordu. Anneanne, dede, teyze kim bakabiliyorsa artık, onlara bırakılmalıydı. En önemlisiyse tabii çocuğun kimi istediği meselesi; çocuğun görüşü çok önemlidir. Hem yasalarımıza hem de Yargıtay kararlarına çok iyi bir şekilde girmiştir bu karar zaten. Bu kararlarda “kendisini ifade edebilen her çocuğun görüşü alınacaktır” denir. Hâkimin bu görüş doğrultusunda karar vermesi çok önemlidir.

Annesi babası tarafından öldürülen bir çocuğun velayetinin babaya verildiği oluyor mu?

O kadar çok oluyor ki hem de. Genellikle de böyle oluyor zaten. Ülke olarak bu işte dökülüyoruz.

İnsanın inanası gelmiyor, gerçekten mi?

Evet, tabii. Doğru dürüst bir araştırma yapılmıyor. Çocuğuna şiddet uygulayan, anneye şiddet uygulayan bir babaya teslim ediliyor çocuklar. Kanunlarımıza göre, çocuk biyolojik aile denen şeyin malı. Diyelim ki, anne öldürüldü ya da herhangi bir şey oldu, mahkemelerde gözler hemen babaya doğru kayıyor. Halbuki en iyi kim bakabilir, bu gözetilmelidir. Emine Bulut vakasında en iyi anneanne bakabilirdi, değil mi? Üstelik yasa çok açık, sen bu anneanneye her türlü desteği verebilirsin, bu sadece ekonomik destek de değildir; psikolojik destek de verebilirsin. Danışma tedbiri denen bir şey var, haftada bir gidip, neye ihtiyaç var ya da ‘bir sorun var mı yok mu’ diye sorarsın. Fikrini sorarsın, fikrini söylersin, yanlışı var mı yok mu ona bakarsın, yönlendirirsin, çocuğun tedaviye ihtiyacı varsa onu artırırsın. Bunların hepsi yasada teker teker anlatılıyor aslında ama hiçbiri işlemiyor.

Neden işlemiyor?

Diyorum ya çocuk ailenin malı olarak görülüyor. Karar veren hâkimlere göre, bunların hiçbirine gerek yok. Çocuk anne varsa anneye, baba varsa babaya verilir, “tamam, bitti”, bu kadar hâkimlerin gözünde. Çocuğa değer vermeyen bir toplumuz, insana değer vermiyoruz. Tüm bu yaşananların temelinde de bu yatıyor. Siz çocuğunuzu değer vermeden büyütüyorsanız büyüdüğü zaman o çocuk da insana değer vermiyor.

“Çocuk ailenin malı; ister döver, ister sever isterse de atar” diyor yani hukuk?

Hâkimler o kadar bilgisizler ki, hele şimdi şu son dönemde. İnanın, daha önceden özellikle sivil toplum örgütlerinin, sizlerin ve medyanın gayretleriyle hâkimler belli bir noktaya gelmişlerdi. Ama bunların çoğu çeşitli sebeplerle artık yok. İnanın şimdiki hâkimler bu konuda o kadar cahil ve bilgisizler ki. Şu bana sorduğunuz sorular hukuk fakültesinin birinci sınıfında öğretilir; vasi kimdir, veli kimdir? Bunu bile bilmeyen hâkimler var. Adaletin durumu bir felaket, yani tahminlerinizin bile çok ötesinde.

“BU BABANIN ELİNDE BÜYÜYEN ÇOCUK, ANNEYE UYGULANAN ŞİDDETİ MEŞRU GÖREBİLİR”

Doç. Dr. Burhanettin Kaya:

Avukat Türkay Asma’dan bu tür durumlarda çocuğun velayetinin çoğunlukla babaya verildiğini öğreniyoruz. Birçok alanda olduğu gibi hukukumuz bu konuda da büyük bir garabet arz ediyor. Bu durum çocuğun gelişimini nasıl etkiler?

Çocuğun babayla ilişkisi, anneyle kurduğu ilişki, bunların niteliği, psikoseksüel gelişimi öncesinde hangi aşamada olduğu, hangi yaştayken bu olayın gerçekleştiği gibi unsurlar belirleyendir. Ancak genel bir değerlendirme yaparsak çocuğun anneyle kurduğu bağlanma ilişkisi -ki bu ilişki çocuğun ruhsal gelişimi açısından son derece önemlidir- aynı zamanda kişilik gelişimi unsuru olan babayla kurduğu özdeşim süreci, annenin öldürülmesiyle çocukta zıt değerde duygular yaratır. Sevgi nesnesinin yok edilmesine yol açan başka bir sevgi nesnesine karşı ikili duyguları taşımaya başlar. Bu kişilik gelişiminde son derece önemli bir zorluk, hatta harabiyet yaratır.

Nefret duygusuyla sevgi duygusunun iç içe geçtiği noktada çocuğun daha bütünlüklü, entegre olmuş, olgunlaşabilen bir kişilik yapısına ulaşması zorlaşır. Bu da onun ruhsal yapısında birçok zorluklar ortaya çıkarır.

Bu açıdan babanın durumu gözetilerek, çocuğun babaya verilmesini doğru bulmadığımı söylemeliyim. Bu çocuklar bir süre sonra babanın anneye karşı uyguladığı o şiddeti meşru görebilen, onaylayabilen ve babanın zihinsel yapısını paylaşan, onu içselleştiren, kanıksayan bir eğilim de gösterebilirler. Doğal olarak babayla kurduğu ilişkide onun rasyonelliğiyle daha fazla temas etme şansı vardır. Bir kadınının öldürmesinin ardından sıklıkla dile getirilen aldatılma, sadakatsizlik, evden uzaklaştırılma gibi bir yanıyla örtük şekilde erkeği haklı ve meşru gören ve “ne yapsın o da bu durumu yaşamış” gibi vurgularla karşılaşırız. O evde büyüyen çocuğun da tüm bunları benimsemesi, doğru bulması ve kadına yönelik şiddeti meşru görme ihtimali başlar böylece.

Büyürken genel eğilimimiz ebeveynle özdeşleşme mi oluyor?

Dünyaya geldikten sonra çocuğun “anne – baba- çocuk” üçgeninde kurduğu psikoseksüel gelişimin kilit noktası olan özdeşim süreci, erkek çocukta babayla özdeşime doğru ilerler. Ödipal dönem dediğimiz ödipal karmaşayı çözüp, baba ile özdeşim kurmaya başladığı zaman, ona benzemek gibi davranışlar sergiler. Onun düşüncelerini olduğu gibi alır, benimser, uygular. Babayla böylesine bağ kuran bir çocuğun, böyle bir şey yaşandıktan sonra bile bu bağı birden kesip annesinin yanında olabilme şansı çok olmayabilir.

Bu erkek çocuklar için geçerli galiba, ya kız çocukları?

Kız çocuğunun anneyle özdeşim kurarak kendi kimliğini oluşturma süreci erkek çocuğa göre daha uzun sürer. Bir kız çocuğunun özdeşim sürecini tamamlaması erişkinlik yaşı, yani 18 yaşına kadar sürer. Erkek çocuk çok daha erken dönemde, altılı-yedili yaşlarda bu özdeşim sürecini tamamlayarak, bunun üzerine bir şeyler eklemeye devam eder. Kız çocukları için, bu sürecin tam oturmadığı dönemde, sevgi ve özdeşim nesnesinin kaybı, onda önemli ruhsal tahribat yaratır. Anne bir kadın olarak bir şiddete maruz kalıyorsa kendisinin de bir gün aynı şiddetin mağduru olabileceği gibi bir algıyı geliştirebilir. Ve kendisine daha en baştan itibaren sürekli boyun eğen, karşı çıkmayan, edilgin biri olarak yön çizmesine yol açabilir.

“BU ÇOCUKLAR SUÇLULUK DUYGUSUYLA KENDİNİ YARALAMA GİBİ EDİMLER UYGULAYABİLİYORLAR”

Çocuklar bu durumun sorumlusu ve suçlusu olarak görüyorlar mı kendilerini?

Evet, ne yazık ki çok yaygın olarak çıkıyor bu karşımıza. Anneye uygulanan şiddete doğrudan ya da dolaylı olarak tanık olan çocuklar da travmatize oluyorlar. Bu şiddeti anlamlandıramıyorlar. Bu anlam verememe hali bir süre sonra kendileriyle ilgili özellikle olumsuz inançlar geliştirmelerine yol açıyor. Travma bir insanın öncelikle “kendilik” algısını ve kendisine bakış açısını bozar. Kendini suçlu, kirli, mağdur, sorumlu görüyorlar.

Ve bu tüm kişilik gelişimi aksını bozuyor değil mi?

Kesinlikle öyle. Kendileriyle ilgili olumsuz inançlara sahip olmaları, olumlu düşünceler üretebilme, esnek bakabilme şanslarını da ellerinden alır. Daha keskin bir düşünüş tarzı, düşünüş hataları egemen olmaya, gelecekten de umut duymamaya başlarlar. Çökkünlüğe, kaygıyı tetikleyen bir sürece girilir. Evde yaşanan örtük şiddetin sonucunda çocukların çoğu; “benim yüzümden babam annemi dövüyor”, “benim yüzümden annem bunları yaşıyor”, “buna ben neden oldum” gibi irrasyonel bağlantılar kurup, hatta bundan dolayı kendilerine zaman içinde sert edimler, kendini yaralama gibi edimler uygulayabiliyorlar.

Çok tanık olduğunuz bir durum mudur bu?

Evet. Bu tür doğrudan fiziksel şiddete maruz kalan ya da annesinin babası tarafından dövüldüğü sahnelere tanık olup, o sahnelerin etkisi ile hayatının gerçek akışını yitirmiş olan, büyük ruhsal sorunlar yaşayan çocuklar, ergenler ve yetişkinlerle çalıştım. Birçoğu kendisini suçlu, sorunlu, kapana kısılmış ve kirli hissediyor. Böyle olduklarını düşünüyorlar.

“ONUN İÇİN ALDIĞIM BEBEKLERİ DÖVÜYOR, BACAKLARINI KOPARIYORDU”

Koruyucu Anne N.D:

Ayşe’nin biyolojik annesi geçtiğimiz yıl erkek arkadaşı tarafından dövülerek öldürüldü, sen olmasaydın velayeti babaya mı vereceklerdi?

Evlilik birliği içindeyse ebeveynlerden birisi ölünce, velayet diğerine kalıyor. Bizde, biyolojik anne kocasından boşanmıştı. Velayet annedeydi. Bir baba vardı, ama nerede olduğu belli değildi. Anne ölünce kızımıza vasi atandı. Çocuklar koruma altına alındıklarında; kurumun bakımı altında ya da koruyucu ailede olduklarında bile velayet yine biyolojik ailelerde oluyor. Çocuk sürekli olarak koruyucu aileyle yaşıyor. Biyolojik aile en fazla birkaç ayda bir en fazla 1 saat görüyor çocuğu. Ama örneğin çocuk ameliyat olacaksa bu durumda velayet sahibi biyolojik ailenin onayı gerekiyor.

Hukukumuz “sen koruyucu annesin, sana destek veriyorum” diyor mu?

Koruma altındaki her çocuğun bir uzmanı var aslında ama; bir uzmana 40-50 vaka düşüyor. Bu kadar değişik vakaya yetişmeleri çok zor olabiliyor. Bu yüzden aldığımız desteklerle çoğu zaman uzmanları biz yönlendiriyoruz.

Ayşe eve geldiği zaman nasıl bir çocuktu?

Ölüm, kadına karşı şiddetin son noktası. Biz, aile içi şiddetle “ölüm”le birlikte yüzleşiyoruz genelde. Oysaki kadınların birçoğu dayakla döşenen yollardan geçerek geliyorlar ölüme. Ayşe eve geldiğinde annesi henüz ölmemişti. Ama hem annesi hem de kendisi sürekli olarak şiddete maruz kalmış; çok ağır travmalar yaşamıştı. Ayşe’m, üç ay boyunca kendisine dokundurtmadı, krizler geçiriyordu. Evde yalnız benimle konuşuyor, erkeklerden korkuyordu. Eve ilk geldiğinde onun için aldığımız bebekleri dövüyor, bacaklarını koparıyordu. Bize vuruyordu sürekli. Sabahlara kadar kabus görüyor, çığlıklarla uyanıyordu.

Ne kadar sürdü bu durum?

Yedi yıldır koruyucu aileyiz. Bize yönelik şiddeti her geçen gün azalarak bugünlere kadar devam etti. Şükür ki artık bitti gibi. Kabusları da azaldı, ama yazık ki sona ermedi. Bize bağlanması gerçekleştikten sonra da kabusları tam bitmedi. Son yıllarda gördüğü kabuslarda ya ben dövülüyorum ya da o. Dövülme, öldürülme… yani şiddet hâlâ bırakmadı kızımızın peşini.

Ayşe profesyonel yardım aldı mı?

Evet, aldı. Yardım almadan çok zor olurdu.

Sen aldığında vücudunda fiziki izler var mıydı?

Evet. Evet. Daha bebekken fiziksel ve ruhsal şiddete maruz kalmış, pek çok insanın hayatı boyunca yaşamayacağı travmayı, o, iki yaşına kadar yaşamış. Evimize geldiği ilk aylarda “bak, baba aptı” diye gösterdiği izleri vardı.

Halen var mı?

Evet, var.

Devam edecek...