Yönetim Kurulu seçimine katılacak olan Demokrat Çevre Mühendisleri'yle konuştuk

Pazar günü Yönetim Kurulu seçimlerinin yapılacağı TMMOB Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi'nin mevcut yönetimindeki Demokrat Çevre Mühendisleri'nden Ömür Yaşayan'la çevre politikaları, meslek odaları ve seçimlerle ilgili bir söyleşi gerçekleştirdik.

soL - Haber Merkezi

TMMOB Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi’nin 02 Şubat 2020 Pazar günü Yönetim Kurulu seçimleri gerçekleştirilecek ve yeni yönetim belirlenecek. Biz de bu vesileyle yıllardır kamuoyunda isimlerini sıkça duyduğumuz Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi mevcut yönetimindeki Demokrat Çevre Mühendisleri'nden Ömür Yaşayan'la çevre politikaları, meslek odaları ve seçimlerle ilgili bir söyleşi gerçekleştirdik.

AKP dönemi politikalarının ve ‘Mega/Çılgın Proje’ diye adlandırılan projelerin ekosisteme vermiş olduğu zarar ortada. Hava, su ve toprak kirliliği, orman ve tarım alanlarının kaybı, kentlerin yaşanabilir yerler olmaktan çıkması başlıca sorunlar olarak karşımızda duruyor. Demokrat Çevre Mühendislerinin yönetimde olduğu Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi olarak tüm bunlara karşı geçtiğimiz yıllarda neler yaptınız? 2 Şubat Pazar günü gerçekleştirilecek olan yönetim kurulu seçimlerini kazanmanız durumunda gelecek dönemler için neler planlamaktasınız?

Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi bir meslek örgütü olsa da sadece mesleğin dertleriyle uğraşmıyor aslında. Topluma karşı da sorumluluk hissediyor. Bu yüzden de bilim ve tekniği halk yararına kullanmak gibi bir gaye güdüyor. Bu kapsamda da bilimsel ve teknik çalışmalar gerçekleştirip çalışmaların çıktılarını sıkça halkla paylaşıyor.

AKP döneminin kentlerden götürdüğü şey ise sayılara indirgenemeyecek kadar çok boyutlu. Politikanızı ranttan yana kurduğunuzda, doğayı bir varlık olarak değil meta olarak tanımladığınızda, ekonominizi sadece emek yoğun sermaye ve yani inşaat üstüne kurduğunuzda; ortaya büyük bir yıkım ve yönetilemeyecek duruma gelen kentler çıkıyor. Bu duruma itiraz edildiğinde ise bunu bir ‘çevre hassasiyeti’ ya da anayasal hak olarak tanımlamak yerine suçlulaştırma mekanizmalarını örüyorlar. Bunu da çoğunlukla yasalar vasıtasıyla yapıyorlar. Her gün onlarca yönetmelik değişiyor, Cumhurbaşkanı kararnameleri yayınlanıyor, böylelikle suçun ve yasallığın tanımı da değişiyor. Halka ait olmayan bir hukuk sistemi halkı onların tanımıyla haklı çıkarmıyor haliyle. Bu da yeni bir baskı biçimi olarak halkın karşısına dikiliyor. Tabii ki TMMOB’nin karşısına da!

Burada önemli olan nokta hukukun kimin hukuku olduğuna, bilimin kimin bilimi olduğuna halkın karar vermesidir. Eğer bunda netleşirsek neyi savunmanın hak olduğunu da bir kez daha idrak etmiş olacağız. Sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı anayasada hala tanımlıdır. Yaşam alanlarını korumak, sadece yönetimsel olarak değil evrimsel olarak da bir haktır, bir koddur. Dolayısıyla insanları ve doğayı sağlıksız bırakan politikalara karşı durmamak zaten insanın varoluşuna aykırıdır. Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi de tam da bu nedenlerle haksızlık ya da adaletsizlik olarak gördüğü her şeye itiraz ediyor.

Çevre meselesi diye ele aldığımız meseleler politiktir. Sadece ağacın kesilmesi, suyun, havanın, toprağın kirletilmesi değil mevzu. Bütün bunlar aynı zamanda toplumsal eşitsizliği artırıyor. Gelir düzeyiniz sizin sağlıklı çevreye, sağlıklı gıdaya ve sağlığın kendisine ulaşıp ulaşamayacağınızı da belirliyor. Kamusal alanlar bireylere, şirketlere ya da büyük sermaye gruplarına ait olmaya başlıyor. Kentte halka düşen her alan git gide daralıyor, işçilerin yoğun olarak yaşadığı yerler hava kirliliğinden kırılıyor, temiz suya yeterince ulaşamayan insan sayısı çoğalıyor, tarım alanları yok oluyor gıda fiyatları artıyor, sağlık harcamaları halkın bütçesini aşıyor. Liste böyle uzayıp gidiyor.

Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi bugün hem mesleğinin gelişimi için uğraşmakta, düşük ücret, yoğun çalışma saatleri ve güvencesizleştirmeye karşı çıkmakta hem de mesleğinin vermiş olduğu yetkiye ve bilgiye dayanarak kentlerin planlamasına dahil olmaya çalışmaktadır. Çalışma alanlarını sadece İstanbul’la sınırlı tutmamakta Türkiye’nin her yerine elinden geldiğince ulaşmaya çalışmaktadır. Kendi aramızda sıkça söylediğimiz bir laf var “Hangi dağ efkarlıysa oradayız” diye. Gerçekten de Türkiye’nin neresinde bir meslektaşı ya da halktan birileri size ihtiyacımız var dese, gidip orada olmaya çalışmaktadır. Bazen bilimsel raporlarla, açtığı davalarla, gerçekleştirdiği kamuoyu bilgilendirme çalışmalarıyla bazen de Cerattepe’de iş makinelerinin karşısında, Kirazlı’da bir ağacın nöbetinde, Validebağ’da sincapların peşinde, Sungurlu’da barajın yutacağı köylerde, Fırtına’da bir derenin kenarında, Hasankeyf’te tarihin izinde.

Önümüzdeki dönemi ise bir süreliğine kesintiye uğramış yeni bir dönem olarak görmüyoruz aslında. Çalışmalarımızı planlarken iki yıllık yönetim dönemini değil verdiğimiz her mücadelenin başarıya ulaşmasını hedefliyoruz. Bu da uzun bir sürece yayılıyor haliyle. Yönetime seçilmekten ziyade inandığımız şeyler ve adalet talebi bizler için bir yaşam biçimi haline geliyor. Bulunduğumuz her ortamda da ilkelerinden taviz vermeyen ve haksızlığın karşısında duran mühendisler olarak yer alıyoruz. Yeni dönemlerdeki tek yenilik ise daha çok büyüyor ve daha çok insana değiyor oluşumuz. Bir de tabii daha önce var olmayan sorunların birden karşımıza çıkması da bizi yeni mücadele biçimlerini düşünmeye sevk ediyor. Ne bizim mesleğimizin sorunları diğer mesleklerden farklı ne de mücadelemiz Türkiye’nin mücadelesinden farklı.

İstanbul’un gündeminde şu sıralar Kanal İstanbul projesi var. Mega Projelerin son ayağı. Yakın zamanda büyük bir halk tepkisiyle karşılaştı ve hala da bu tepki devam ediyor. Hazır bir araya gelmişken bunu da araya sokuşturalım. Projeyle ilgili neler söylemek istersiniz? Sizce projeye karşı olanlar neler yapmalı, nasıl mücadele etmeli?

Öncelikle Kanal İstanbul projesi, projenin raporunda da izah edemedikleri gibi, Boğaz’ı koruma projesi değil. Zorunlu olarak yapılması gereken bir proje değil. İstihdamda iyileştirme sağlayacak ya da ekonomiyi iyileştirecek bir proje değil. Kanal İstanbul projesi kamu yararı için yapılan bir proje hiç değil.

Kanal İstanbul projesi; gelir kaleminin başına emlak rantını koydukları, kendileri için lojistik ve stratejik bir merkez haline getirmek istedikleri, büyük sermayedarların kârına kâr katacağı; halkı ise yerinden edecek, İstanbul’u yaşanmaz bir şehir haline büründürecek, ekosistem tahribatına neden olacak, afet yönetiminde kenti kırılgan hale getirecek, kentin tüm tarihi ve kültürel birikimin üzerine çizik atacak bir projedir. Üstelik projenin etki alanı İstanbul’la da sınırlı kalmayacak. Marmara’dan Karadeniz’e koskoca bir coğrafya da bu projeden olumsuz etkilenecek.

Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi olarak yıllardır “Mega Projeler” adı altında İstanbul halkına dayatılmaya çalışılan bu projelerin karşısında duruyoruz. Bu karşı duruşumuz da bir tercih değil aslında, zorunluluk. Bilim ve teknik bu projeler yapılmamalı diyor. Biz de yıllardır bunu anlatmaya çalışıyoruz kamuoyuna. Bu projeler hayata geçirildikten sonra yaşananlar ise ne yazık ki yapmış olduğumuz tüm tespitleri doğruluyor.

Böylesine stratejik bir öneme sahip, yapıldığı takdirde bir daha geri dönüşü olmayacak bir projenin dayatma usülü kabul ettirilmeye çalışılması kabul edilemez bir tutum. Sadece bu proje değil herhangi bir proje yaparken dahi halka sormak zorundasınız. Bilim insanlarına, teknik insanlara sormak zorundasınız. Sormadıkları gibi, ısrarla söylemeye çalışanları da duymazdan geliyorlar.

Halkı ikna etmeden bir kentte büyük bir değişiklik yapamazsınız. Gezi Parkı’nın ağaçlarının hala bir anıt gibi yerinde duruyor olmaları boşuna değil. Kanal İstanbul’u yapmakta ısrar edilmesi bir iktidarı devirir mi bilinmez ama sarsacağı kesin. Dipten gelen bu dalga şimdilik bir ‘dilekçe’ olarak karşımıza çıktı. Halk artık bilgiye nereden ulaşacağını, hangi bilginin güvenilir olduğunu biliyor. Bu da onu bilinçli kılıyor. Bugün İstanbul’un birçok bölgesinde halka Kanal İstanbul’u sorsalar, en az bizim kadar teknik anlatacaklardır onlar da. AKP dönemi birçok şeyi halktan aldı belki, ama ona yeni meziyetler kazandırdı. Mühendislik de onlardan biri. Artık birçok kişi yaşadıkları yerlere yapılacak olan projeleri nereden takip edeceklerini, projelerin Çevresel Etki Değerlendirme raporlarını okumayı, bu konularla ilgili yurttaşlar olarak nasıl tavır almaları gerektiğini biliyor.

Kanal İstanbul’a karşı olan, “bir başka İstanbul daha yok’ diyen herkesin bu savunmada yer alması gerekiyor. Bizler de bir hatırlatma yaparak bu süreçlerde halkı tüm haklarını kullanmaya davet ediyoruz. Davalar açabilirler, açılan davalara katılabilirler, milletvekillerine görevlerini hatırlatabilirler, fiziki, fikri ve hukuki tüm yöntemleri deneyebilirler. Çünkü gerçekten bir başka İstanbul daha yok. TMMOB’ye bağlı odalar olarak Kanal İstanbul’la ilgili tüm bilimsel ve teknik çalışmayı bizler yapıyoruz, raporlar hazırlıyoruz, gazetelere görüşler veriyoruz, bilgilendirme toplantılarına katılıyoruz. Tüm bilgimiz halkımıza açıktır, diledikleri gibi kullanabilirler. Onların taraflı medya kuruluşları, gazeteleri, iletişim kanalları varsa halkın da TMMOB’si var. İstanbul halkı da bunu çok iyi biliyor. Ayrıca bir bilgi olarak geçelim Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi olarak TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulu’nun sekreterliğini de biz yürütüyoruz.

Biraz da seçimlerden bahsedelim o halde. 2 Şubat 2020 Pazar günü yapılacak olan Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi 'Demokrat Çevre Mühendisleri' adayları olarak neler söylemek istersiniz? Çağrınız nedir?

Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi’nin ‘Demokrat Çevre Mühendisleri’ aslında Odamızın kuruluşundan beri süregelen bir gelenek. Bu gelenek kendisini geliştirerek ve geçmişten bugüne birikerek kendini yenilese de ilkeleri hala geçerli: Bilimden, emekten, toplumdan ve doğadan yana olmak. Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi, bu ilkeler doğrultusunda, meslektaşlarıyla ve toplumun büyük kesimiyle birlikte yılmadan çalışmalarını sürdürmektedir.

Neoliberal politikaların hem Türkiye’de hem de dünyada neden olduğu emek ve ekosistem sömürüsü karşısında tarafını eşit, özgür ve adil bir dünyanın özleminden yana seçenlerin varlığı bu dönemde özellikle önem taşıyor. TMMOB ve bağlı odaları da bu politikaların savunucuları ve yöneticileri tarafından yıllardır kuşatılmaya çalışılıyor. Buna karşın Türkiye’nin mühendis, mimar ve şehir plancıları bilimin gerçekliğinde ve emeğin yanında kalmakta ısrar edip bu kuşatmayı dağıtıyor.

Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi’nde de hükümet destekli gruplar defalarca seçimlere girdi. Bu seçimde de karşımızda yer alıyorlar; ancak bir kez daha ‘motorları maviliklere sürmeye’ niyet etmiş çevre mühendislerinin bizleri yalnız bırakmayacağını düşünüyoruz. Tıpkı Türkiye’de çevre mücadelesi veren grupların ve insanların yıllardır Demokrat Çevre Mühendislerini yalnız bırakmadığı gibi.

Çağrımız, meslek etiğini ve toplum çıkarını gözeten, doğaya tüm bileşenleriyle adalet isteyen; insanca bir yaşamın ve güvenceli bir geleceğinde koşan, daha iyi bir dünyanın mümkün olduğuna inananlara, hepberaber olma, yan yana yol alma, birlikte yol alma çağrısıdır.

Sizin eklemek istediğiniz neler var?

Öncelikle bu güzel söyleşi için sizlere teşekkür ederiz. Son olarak söyleşiyi okuyacak olan Çevre Mühendisleri’ne seslenelim: 2 Şubat Pazar günü Demokrat Çevre Mühendisleri olarak Mavi Liste’ye desteklerinizi bekliyoruz!