AKP'li yıllarda emekçi düşmanı saldırının bilançosu

Bugün 10 yılını tamamlayan AKP iktidarı neo-liberal dönüşüm sürecinde birçok önemli adım atarken iş kanunundan, sosyal güvenliğe, sendikalar kanunundan ulusal istihdam stratejisine kadar birçok emekçi düşmanı yasal düzenlemenin altına da imza attı.

12 Eylül askeri cuntasının ardından hayata geçirilen 24 Ocak kararlarıyla başlayan neo-liberal dönüşüm bugün onuncu yılı dolduran AKP iktidarıyla ciddi bir gelişme çizgisi yakaladı. Sermaye sınıfının önemli temsilcilerinden Halit Narin’in “20 yıldır işçiler güldü, biz ağladık şimdi gülme sırası bizde” şeklinde özetlediği sosyo-ekonomik ve ideolojik dönüşüm neo-liberalizm çerçevesinde sirayet etti.

1980’lerde hızlı başlamakla birlikte 90’lı yıllarda sekteye uğrayan dönüşüm, İslamcı/muhafazakâr AKP hükümetinin tarih sahnesine çıkmasıyla 2000’li yıllarda hızla ilerlemiştir. Sermayenin özünde ise mali sermayenin işçi sınıfı üzerinde hegemonyasını arttırmasına dayalı olan neo-liberal öğreti AKP’li yıllarda toplumsal yaşamın tümünü yeniden biçimlendirdi.

Otoriter, gerici ve piyasacı nitelikleriyle ön plana çıkan hegemonik iktidar bloğunu temsilcisi AKP, emek-sermaye ilişkisine ve çalışma yaşamına ise esneklik paradigmasıyla müdahale ediyor.

10 yıllık iktidarı boyunca işçi sınıfının sahip olduğu yasal ve sosyal korumaları önemli ölçüde azaltarak fiilen uygulanmakta olan taşeron, geçici ve güvencesiz çalışma biçimlerini kurumsallaştıracak adımlar attı/atıyor.

4–C: Devlet eliyle kölelik
Emekçi düşmanı AKP’yi iktidarı boyunca belki de en çok sarsmış olan Tekel direnişinin temel konusuydu 4-C. 4C’ye karşı mücadele eden ve aylarca Ankara’nın ortasında çadırlarda kalarak haklarını savunan işçilere toplumun her kesiminden çok geniş destek verilmişti. Peki neydi bu 4-C?

AKP’nin iktidara geldiği ilk yıllarda yaptığı düzenlemelerden biri 4-C. 2004 yılından 7898 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe konulan esaslar çerçevesinde, kamu kurum ve kuruluşlarındaki geçici mahiyette işleri yürütmek üzere, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun değişik 4 üncü maddesinin (C) fıkrasına göre geçici personel çalıştırılması düzenlendi.

657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 4. maddesi, kamu çalışanlarını 4-A, 4-B, 4-C ve 4-D olmak üzere farklı statülerde tanımlıyor. 4-C statüsünde çalışanlar, ‘bir yıldan az süreli veya mevsimlik hizmet görenler’ olarak tanımlanıyor.

4-C statüsünde çalışanların, çalışma saat ve sürelerinin belirlenmesinde devlet memurları için tespit edilen çalışma saat ve süreleri dikkate alınırken, çalışanın kendisine verilen görevleri çalışma saatlerine bağlı kalmaksızın sonuçlandırma zorunluluğu bulunuyor. Esnekleştirme, 4-C ile kamuda hayata geçiyor.

4-C’de istihdam edilen çalışanlar mevsimlik işçi olarak tanımlandığından, memur statüsüne dâhil edilmiyor ve 4-C maddesinde yer alan ‘…sözleşme ile çalışan ve işçi sayılmayan kişilerdir’ ifadesinden ötürü de, ne işçi ne de memur sendikalarından birine örgütlenemiyor ve hakları için mücadele edemiyorlar.

4-C çalışanlarına, istihdam edildikleri süre boyunca kazanç getirici herhangi bir işte çalışmama şartı getirilirken, ikramiye, prim ve yardım gibi ek ödemeler de yapılmıyor. Dört ayda iki günden fazla sağlık raporu alamayan ve mazeret izni kullanamayan 4-C çalışanları, aynı zamanda emeklilik ikramiyesi de alamıyorlar. Sözleşmenin feshi hâlinde tazminat hakkı yoktur. Hizmet sözleşmesinin feshinde, ihbar, kıdem veya sair adlar altında herhangi bir tazminat ödenmez. Sendikaya üye olamazlar.

Tekel direnişinin hatırlattığı bir diğer önemli başlık ise özelleştirme çetesi oldu. Bilindiği gibi 24 Ocak kararlarının mimarı Özal’lı yıllardan bu yana kamu işletmeleri ve kamu varlıkları, özelleştirme politikaları doğrultusunda yağmalanıyor. Yağma süreci zaman zaman kesintiye uğramış, ancak AKP hükümeti ile birlikte baş döndürücü bir tempoya kavuştu. Türkiye’de Özal döneminde tohumları atılan özeleştirme yağmasının asıl ürünleri AKP’li yıllarda toplandı.

Sermayeye kriz sürecinde önemli bir rant kapısı açacak olan özelleştirmeler ile AKP hükümeti, bütçede daha fazla genişletilemeyeceği açığın finansmanını sağlamaya çalışacak. Hem sermaye hem de AKP hükümeti kazanacak. AKP’li yıllarda (2003-2011) özelleştirme çalışmaları yoğunlaşmış ve bu dönemde yaklaşık 35 milyar dolarlık özelleştirme geliri elde edilmişti.

Milli Piyango’dan, köprü ve otoyollara, elektrik dağıtım işletmelrinden İGDAŞ’a, Başkent Doğal Gaz’dan Tüpraş’a, Halkbankası’ndan Türk Telekom’a, Petkim'den İdo’ya kadar bir hayli kalabalık AKP’nin özelleştirme listesi.

2003 yılında Seka Balıkesir İşletmesi, Petkim Standart Kimya Şirketi, Seka Aksu İşletmesi, Kuşadası limanı, TCDD İzmir Limanı, 2004’de EBK Manisa Et ve Tavuk Kombinası, Kütahya Şeker Fabrikası, THY'deki kamu hisselerinin %23'ü, ETİ Gümüş, Sümerbank Diyarbakır İşletmesi, Tekel Alkollü İçkiler Sanayi, 2005’te Sümerbank Beykoz Deri ve Kundura, Seka İzmit İşletmeleri, Türk Telekom, Tüpraş, Eti Seydişehir Alüminyum , 2006’da Tüpraş, Erdemir, TCDD Derince Limanı, 2008’de Pektim, TCDD Bandırma ve Samsun Limanları, Ankara Doğalgaz Üretim'ne ait 9 santral, Tekel Sigara Sanayi İşletmeleri, 2009’da Başkent Elektrik Dağıtım, Kastamonu, Kırşehir, Turhal, Yozgat, Çorum ve Çarşamba şeker fabrikaları satılan kurum ve kuruluşlardan bazıları.

Önce iş kanunu sermayenin ihtiyaçlarına göre değişti
Birinciden farklı değerlere, zihniyete, paradigmaya sahip olan ve yeni rejimin kurucu metni olan yeni bir Anayasa hazırlığı içindeki AKP, gerici ve sınıfsal karakterine uygun olarak birçok alanda hukuki dayanaklarını oluşturmaya devam ediyor.

AKP iktidarı 2003 yılında yürürlüğe giren 4857 sayılı İş Kanunu ile bireysel iş ilişkileri alanını kısmen de olsa “güvencesiz, esnek ve taşeron” çalışma biçimine göre yeniden düzendi.

2000 ve sonrasında bir yandan piyasada yaygınlaşmış bulunan güvencesizlik yasal düzenlemeye bağlanırken, öte yandan sendikal hareketi baskı altında tutan engelleme ve yasaklar da sürdürüldü. 2003 yılında çıkarılan 4857 sayılı yeni İş Yasası AKP iktidarının 24 Ocak kararları ve 12 Eylül düzeninin bir devamı olarak sermaye yanlısı politikalarla varlığını sürdüreceğini açıkça ortaya koydu. Bu iş yasası ile iş güvencesi geriletilmiş, işçilerin çalışma koşulları güvencesiz hale getirilmiş, esnek çalışma biçimleri düzenlenmiş ve birçok kazanılmış hak yok edildi.

Sonra yeni yasayla sosyal güvenlik tasfiye edildi
İşçi düşmanı AKP hükümeti yalnızca İş Kanunu’na değil, sosyal güvenliği de piyasaya açtı. 1 Ekim 2008'de yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanun’la emeklilik yaşı 65'e yükseltilirken, bu yasaya tabi olanlar emekli olduklarında ücretli bir işte çalıştıkları takdirde maaşı kesilecek. Ayrıca emekli maaşı da kademeli olarak düşürüldü.

2008 yılında yürürlüğe konulan Sosyal Güvenlik Yasası ile sağlık ve emeklilik alanında hak kayıplarına yol açan ve ücret dışı işgücü maliyetlerini azaltma hedefiyle uyumlu yeni bir sosyal güvenlik düzeni oluşturuldu. 2011 yılında yürürlüğe konulan 6111 sayılı Torba Yasa ile işsizlik sigortası fonunda birikmiş kaynaklara el koymanın yolu açılmış, tarihin en büyük sürgünü yaşatılarak kamu çalışanlarının güvenceleri geriletilmiş, yerel yönetimlerde taşeronlaşmayı daha fazla yaygınlaştıracak tasfiyeler düzenlenmiş ve bazı esnek çalışma türlerini yasalaştırma amaçlandı.

AKP bir an önce "mezarda emeklilik" istiyor
Geçtiğimiz ağustos ayında yapılmış olan Bakanlar Kurulu'nda Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, bütçenin "kara deliği" olarak tanımladığı sosyal güvenlik açıklarının neden kapanmadığı konusunu gündeme getirmişti. Bakanlık, bütçe açığına çare olarak ise emeklilik yaşının biran önce yükseltilmesini görüştüklerini bildirmişti.

Emeklilik sisteminde özel şirketlerin yer alacağı, işveren katkısı gözetmeden tüm primlerin çalışan tarafından karşılanacağı Bireysel Emeklilik Sistemiyle, sosyal güvenliğin özelleştirilmesinde önemli bir adım atan AKP hükümeti, şimdi de zaten 65 olan emeklilik yaşının tarihini öne çekmeye hazırlanıyor.
Mevcut düzenlemeye göre, 4447 Sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu ile emeklilik yaşı kadınlar için 58 erkekler için 60 olmasına karşın AKP hükümeti, 2008 yılında yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası kanun ile 2035’ten itibaren kademeli artış ile birlikte 2048 yılında hem kadın hem de erkeklerin 65 yaşında emekli olmasına neden olmuştu.

Kademeli artış ile ancak 2048’de uygulamaya geçecek olan yüksek emeklilik yaşını geç bulan AKP, şimdi de bu tarihi öne çekmek için kolları sıvamış durumda.

Ve daha sonra sendikalar ve toplu iş ilişkileri yasası sermayeye göre düzenlendi
Öncelikle bireysel iş ilişkileri alanını kısmen de olsa “güvencesiz, esnek ve taşeron” çalışma biçimine göre yeniden biçimlendiren AKP, son olarak söz konusu ilkeler çerçevesinde sendikal alana ve toplu iş ilişkilerine müdahale etti

Buna göre AKP iktidarının toplu iş ilişkileri yasası 18 Ekim 2012 tarihinde TBMM Genel Kurulu'nda kabul edildi. Meclis’te kabul edilerek Cumhurbaşkanı’nın onayına sunulan 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu (STİSK), neo-liberal emek rejiminin yasal dayanaklarından biri olarak kabul edilmelidir.

Bu bağlamda, devlet ve sermaye arasındaki bütünleşmenin ciddi bir sıçrama yaşadığı AKP’li yıllarda egemenlik alanını genişleten ve sağlamlaştıran sermaye sınıfının, toplu iş ilişkileri alanını da esneklik paradigması çerçevesinde biçimlendirdiği söylenebilir. Böylece toplu iş ilişkilerinin de Türkiye’deki çalışma ilişkilerinin bir gerçeği olan ve fiilen uygulandığı bilinen taşeron, güvencesiz, esnek ve geçici çalışma biçimine dayalı olan esneklik paradigması doğrultusunda yeni bir yasal düzenlemeye tabi kılındığı rahatlıkla ifade edilebilir.

Sendikaların toplu iş sözleşmesi yapmak için sahip olmaları gereken ehliyet ve yetki barajları 6356 sayılı yeni yasadaki en tartışmalı başlıklarda biri olarak karşımıza çıkıyor. AKP hükümetinin kamuoyunu yanlış yönlendirerek yüzde 10’dan yüzde 3’e düşürdüğünü iddia ettiği iş kolu barajı kademeli olarak arttırıldı. İşkolundaki yüzde 3 barajının yanı sıra, iş yerinde çalışan işçilerin yarıdan fazlasının (İşyeri barajı %50+1,), işletmede ise yüzde 40'ının kendi üyesi bulunması şartını arayacak.

Böylece 12 Eylül yasalarının gerisine düşülerek emekçilerin en önemli tarihsel kazanımlarından biri olan Toplu İş Sözleşmesi (TİS) hakkı artık hayal oldu.

Ucuz, güvencesiz istihdam stratejisi
Son olarak AKP hükümeti tarafından gündeme getirilen Ulusal İstihdam Stratejisi Taslağı yukarıda kısaca özetlenen saldırıların devamı olarak gerçekleştirilmeye çalışılıyor. Ekonomik gelişmenin sağlanması ve işsizliğin geriletilmesi emekçilerin güvenceleri zayıflatılarak ve kazanılmış haklar yok edilerek gerçekleştirilmeye çalışılmakta.

Strateji belgesinde yer alan belirli süreli sözleşmeler sürekli hale getiren, taşeronluk sistemini tüm işlere yaymayı amaçlayan, özel istihdam bürolarıyla işçilerin her türlü güvencesini yok eden, asgari ücreti bölgelere göre farklılaştırmaya yönelik ve işletmelerin maliyetlerini azaltmak amacıyla kıdem tazminatının fona devrini öngören tüm düzenlemeler bu durumun açık örnekleri niteliğinde.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın 2009 yılından bu yana hazırlıklarını sürdürdüğü "Ulusal İstihdam Stratejisi Taslağı 2012-2023" ismiyle 08.02.2012 tarihinde taraflara sunuldu. Ulusal İstihdam Stratejisi (UİS) temel olarak büyüme ile istihdam arasındaki bağın koptuğu günümüz kapitalizminde, derinleşen işsizlik sorununa verilmiş neo-liberal bir cevap. Amacı ise fiiliyatta uygulanan taşeron, güvencesiz, esnek ve geçici çalışma biçimine hukuki dayanak kazandırmak.

UİS belgesiyle mevzuatta yer alan kısmi süreli çalışma, belirli süreli çalışma ve çağrı üzerine çalışmaya ek olarak geçici istihdam büroları aracılığıyla geçici süreli çalışma, uzaktan çalışma, iş paylaşımı ve esnek zaman modeli gibi yeni çalışma biçimlerinin uygulanması planlanıyor.

Ayrıca kamuoyunda “modern kölelik” olarak bilinen bu uygulamaya göreyse, özel istihdam büroları iş bulmaya aracılık etmekten ziyade bizzat kendileri işveren olacak ve kendilerine üye işçileri başka şirketlere kiralayabilecekler.

Diğer taraftan UİS belgesinde sermaye üzerinde, işçilik maliyetinden kaynaklanan mali “yükleri” azaltmak ve işverenin rekabet edebilirliğini arttırmak için bölgesel asgari ücret uygulamasına geçileceği beyan ediliyor. Mevcut uygulamaya göre tespit edilen asgari ücret zaten açlık ve yoksulluk sınırının altında kalıp, işçinin geçimini sağlamaktan uzakken asgari ücretin bölgesel olarak belirlenmesi ise söz konusu sefaleti daha da derinleştirecek.

Ve tabi kıdem tazminatı. Sermayenin ve AKP’nin göz diktiği kıdem tazminatının fona devredilmesi isteniyor. Bu fon emekçilerin kazanılmış haklarını gasp edecek bir uygulama. Çünkü işçinin birikmiş emeğinin bedeli olmasının yanı sıra iş güvencesinin teminatı olan kıdem tazminatının fona devredilmesi işçinin kolaylıkla işten çıkarılmasına neden olacak.

(soL- Haber Merkezi)