Pir Sultan’ı, Aşık Veysel, Uğur Mumcu, Hrant, Aziz Nesin, Ape Musa’yı da, bizi de istemiyorlar! (Murtaza Demir)

Oysa yanılıyorlar. Çünkü biz, Pir Sultan, Aşık Veysel, Uğur Mumcu, Hrant, Aziz Nesin, Ape Musa, bütün renklerimiz ve farklılıklarımızla Türkiye’yiz. Bu yüzden, bizi kendilerine benzetmeye, ümmet toplumu haline getirmeye hiçbir zaman güçleri yetmeyecektir. Saldırganlıklarının üstü açılıp, yavaş yavaş gün ışığına çıktıkça, bahane üstüne bahane, yalan üstüne yalan söylemeye başladılar. Yazmaya, deşifre etmeye yüzlerindeki maskeyi indirmeye devam edeceğiz.

Şimdi soralım: 1973 yılında Aşık Veysel’in büstünü, İstanbul Gülhane Parkına sürgün ettiğinizde, sizi, Aziz Nesin mi tahrik etmişti? Peki ya, 1978 yılında Alibaba’ya saldırıp, 11 kişiyi katlettiğinizde o zaman da mı Aziz Nesin vardı? Maraş, Çorum, Gazi, Ümraniye… Buralarda niye tahrik olmuştunuz?

Ozanlar Anıtı

2 Temmuz 1993 sürecinde gericilerin tepki gösterdiği gerçek nedenlerden biri de aslında Ozanlar Anıtıydı. Anıt aleyhindeki karalama kampanyası günler öncesinde başlamış, yerel basın, Anıt ve Pir sultan Abdal hakkında demediğini bırakmamıştı. Bizim Sivas Gazetesi “Bizim bildiğimiz ve öğrendiğimiz kadarıyla Pir Sultan Abdal herhangi bir dine ve mezhebe mensup değildir. Zamanında topluma nifak sokan bir kişi olarak da yargılanmıştır.” Diyerek Pir Sultan Abdal’a, devricilere ve Aleviler hakaret ediyor, kışkırtıyordu. Bilindiği üzere bu zihniyet resim, heykel, müzik gibi güzel sanatlarla ilgili olmayı ve sanatı ‘günah’ sayıyor, ‘gavur olmak’la eş tutuyordu. ‘Ozan’ denildiğinde, Pir Sultan Abdal ve Aşık Veysel’i anlıyorlardı. Aslında ozan imgesine saldırıyor, Atatürk’ü de, Pir Sultan’ı da, Koca Veysel’i de, heykelleri de Sivas’ta istemiyorlardı.

Oysa “Ozanlar Anıtının”, Pir Sultan Abdal Kültür Derneğinin Sivas etkinliğiyle, anıtın da Pir Sultan Abdal’la hiçbir ilgisi yoktu. Anıt, tamamen Kültür Bakanlığının bir tasarrufuydu. Biz, Ankara’da etkinliğe dair çalışmalarımızı yürüttüğümüz bir aşamada, Kültür Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürü Sn. Mehmet Özel’den bir görüşme teklifi geldi. Kendisini ziyarete gittiğimde “Bakan Fikri Sağlar’ın Sivas’a gelip etkinliğimize katılacağını, bu arada Sivas için tasarladıkları Ozanlar Anıtının açılışının da etkinlik çerçevesinde yapmak istediklerini, bu Anıt açılış programının ekinlik programına alınıp alınamayacağını” sordu. Bu düşünceleri nedeniyle teşekkür ettim. Ancak programın sonuçlandırıldığını, afiş ve davetiyelerin basılıp dağıtıldığını, bu nedenle Anıt açılışının yazılı programa alınamayacağını söyleyerek ayrıldım.

Gerçek böyleyken, bütün gelişmeler gibi bu gerçek de ters yüz ediliyor, Anıtın ismi değiştirilerek Pir Sultan Abdal Anıtı olarak takdim ediliyor, eski defterler karıştırılıyor, kazınıyor, kanatılıyor, Anıt, kışkırtmanın bir nedeni biçiminde sunuluyordu. Türkiye egemenlerinin ve emperyalist ortaklarının yeni toplum tasarımında anıt ve benzeri çağcıl düşünceye yer yoktu. Bir toplum tasarımı olarak gençlerimize Arap tarzı yaşam öneriliyor, 1950’li yıllardan buyana, özellikle, 1980 Cunta dönemiyle birlikte, bu yaşam tarzı adeta bir devlet politikası haline geliyor, özendiriliyor, finanse ediliyordu.

Anadolu Halklarının geleneğini ve Türkmen’in dilini, kültürünü Alevi ozanları koruyor, yaşatıyor, direniyor, sürdürüyorlardı. Şu dışarıda duran, Madımak Oteli önünde bizi yakmak için bekleyen güruh, bin yıl önce kendilerine telkin edilen Yezid ve Muaviye’nin zihniyetini benimsiyor, düşmanlıklarının kaynağını, bu çağdışı zihniyet oluşturuyordu. Aldıkları eğitimin gereği olarak, gericiliğin bekçiliğine-askerliğine soyunuyor, İslam’ın bu Ebu-Cehil anlayışına muhalif olan ve onu reddeden Yaşar Nuri Öztürk, Zekeriya Beyaz gibi Ehli Sünnet’ten ilahiyatçı din adamlarına, inancını siyasete ve ticarete alet etmeden yaşamak isteyen Sünni kardeşlerimize ve bizlere ‘düşman’ gibi davranıyorlardı. Emperyalizm ve onlarla kucak kucağa bir yaşam tarzını kıble yapan yerel işbirlikçilerin, kahrolası bir tertibiydi bu…

Dolaysıyla bu zihniyet, salt Sivas’ta değil, Dünyanın bütün coğrafyalarında aynı tepkiyi veriyorlardı. Ozanlar Anıtının başına gelenler, daha sonra Kars’ta Başbakan Erdoğan'ın, “ucube” diyerek, sanatçısına hakaret ettiği ve sonra yıktırdığı İnsanlık Anıtı adlı heykelinin, Ankara Altınpark’ta yaptırılan ve Belediye Başkanı Melih Gökçek’in “içine tükürerek” kaldırttığı Periler Ülkesinde adlı heykelin başına gelenlerden farksızdı. Veysel Heykelinin başına gelenler ise, pişmiş tavuğun başına gelenlerden daha da beterdi ama öncesinde de, sonrasında da çok daha kötü örnekler vardı.

Diş ve tırnaklarıyla, Anıtı parçalamaya çalışıyorlardı!

Tanıklardan Mehmet Yıldız’ın, Ozanlar Anıtı’yla ilgili tanıklığını kendi ağzından okuyalım: “Heykel (Madımak Oteli önüne) getirildi, topluluğun önüne atıldı. Atılınca gerçekten insanlar artık çok çılgınca hareket ediyorlardı. Dişleriyle dahi ısıranları gördük, kafasını vuranları gördük...” (1) Özetle, Ozanlar Anıtı da, Aşık Veysel büstü de aynı kaderi paylaştılar ve Sivas’tan kovuldular.

Trafik Şube Müdürü İzzet Karadağ’ın Ozanlar Anıtı’nın parçalanıp, yakılmasıyla ilgili tanıklığı: “ (…) Camiden çıkar çıkmaz slogan attıklarına göre, amacı da sloganlarıyla ifade ettiler. Ozanlar Heykelinin sökülerek Madımak’ın önüne getirilmesi eylemcileri çıldırttı, zapt edilemez oldular. Sanki bir zafere ulaşmış gibi bağırmaya başladılar. Bunun sonunda Otele saldırdılar.” (2)

Saldırganların bir kolu, yeni dikilen “Halk Ozanları Heykeli”ne yöneldi. Heykeli kazma ve balyozla parçalayarak sürüklemeye başladılar. Bu arada, kimi saldırganların dişlerini heykele geçirmeye çalıştığı görülüyordu. Diğer bir grup da, Kongre Müzesinin yanında bulunan Atatürk heykeline saldırdı, yere düşürdükleri Atatürk heykelini de sürüklemeye başladılar. Saldırganların sayısı giderek artıyordu. Şeriat istemlerini ve sloganlarını haykırarak etkinlik konuklarının kaldığı Madımak Oteli’ne yöneldiler. Otelde, kent dışından gelmiş ve çoğunluğu yazar, ozan ve sanatçı yaklaşık 150 kişi bulunuyordu. Otelin önünde az sayıda polis vardı ve saldırganlara, “Dağılın, yapmayın” demekten öte bir müdahalede bulunacak gibi görünmüyorlardı. (3)

Koca Veysel için yaptırılan anıtın, Sivas’ta yaşadığı, öykü ve trajediyi, Aşık’ın yakın dostu, Öğretmen Veysel Kaymak’ın kaleminden özetleyelim:

Aşık Veysel Şatıroğlu Heykeli


Aşık Veysel Şatıroğlu anıtı, İstanbul/Gülhane Parkı

“Aşık Veysel’in 21 Mart 1973 tarihinde Hakka yürümesinden sonra, Hürriyet Gazetesi, Aşık’ın mezarını yapılması ve Sivas’a anıtının dikilmesi için bir yardım kampanyası açtı. Kampanya sonunda toplanan parayla mezarı yapıldı. Mezar taşı üzerinde, ‘Dostlar Beni Hatırlasın’ adlı şiirinden alınan bir dörtlük şöyle:

Açar solar türlü çiçek
Kimler gülmüş kim gülecek
Murat yalan ölüm gerçek
Dostlar beni hatırlasın

Dörtlüğün üstünde sade bir bağlama figürü, onun üzerinde de, öldüğünde yüzünden örneği alınan orijinal maskı var. Bu maskı, o günlerde Sivas’ta resim öğretmenliği yapan, Selahattin hoca almıştı.

Kampanyanın açıldığı yaz, (1973 yılı) Aşık Veysel’in oğlu Ahmet, gazeteden bir yetkili ile dönemin Sivas Valisini (Celal Kayacan 1971-1975) ziyarete gitmiştik. Vali Bey: ‘Aşık Veysel’in heykelinin Sivas Cıbırlar Parkına konulması, İl Genel Meclisinde görüşüldü. Halkın karşı çıktığı ifade ediliyor. Bu yüzden kabul edilmedi’ diyordu.

Bu açıklamalar karşısında şaşırmıştık. Devletin Meclisi, Türk diline, kültürüne, birliğimize katkılarından dolayı Aşık Veysel’e maaş bağlıyordu. Veysel, kişi olarak her zaman birlik ve beraberliği savunmuş, Alevi-Sünni, Türk-Kürt ayırımı yapmamış, toplumun hemen her kesiminden sevgi ve saygı görmüştü. Gel gör ki, ‘bir Kızılbaş’ın heykelini Sivas’ın göbeğinde, Cıbırlar Parkı’nda görmek istemeyen hoşgörüsüz, kadir kıymet bilmez softalar, her zaman olduğu gibi, yine etkili oluyordu.

O günden bu yana bir şey değişmedi. Her şey daha da kötüleşti. Ülkemizin birçok kenti bugün, Arap kentlerini anımsatıyor. Ülkemizi emperyalizmden, gericiliğin pençesinden kurtaran İstiklal Savaşı şehitlerinin ve Atatürk’ün kemiklerini sızlatıyor. Atatürkçü geçinen bizlerin de yüreklerini…

Heykeltıraş Kenan Yontuç’a yaptırılan (ancak Sivas’a kabul edilmeyerek sürgüne gönderilen) Aşık Veysel heykeli, İstanbul Gülhane Parkı’na konulur. Nazım’ın şiirlerine konu olan ‘Ceviz Ağacı’nın yakınlarında bir yere.” (4)

“Sadece Pir Sultan’ı değil, daha nice ozanını yuttu bu kentin kara toprakları.
Daha dün Aşıkların babası Veysel’e tahammül edemedi, doğduğu kara toprak.
Türküden korkan ürkek zihniyet, kentin ve ülkenin onuru Aşık Veysel’e bile tahammül edemedi.

1973 yılında “Sivas Halkı, bir Alevinin ozanı olan Aşk Veysel’in heykelini Cıbırlar Parkı’nda görmek istemiyor” diyen Vali’nin sözleri kanımızı dondurdu. Sivas topraklarında “Dava insanlık davasıdır” diyen, koca Veysel Baba’nın heykeline bile tahammül edemediler. Aşık Veysel’in heykelini, ‘Ozanlar kenti’ Sivas’tan, İstanbul Gülhane parkına sürgün ettiler. “Anıt sürgün edilir mi?” diye sormayın bana, cevabım hazır Burası Türkiye.” (5)

***

Resim, heykel ve sanata karşı olan, hoşgörü ve insanlıktan nasiplenmeyen ve toplumu, kopkoyu bir taassup içinde yaşamaya mahkum eden ve buna da ‘dindarlık’ diyen din tacirleri, coğrafyamızın geleneğine, örf ve adetine düşmanlık güdecek kadar cahildiler. Bu cahilleri sağa sola bilinçsizce saldırtan da işte bu cehaletlerinden başkası değildi. Karanlığı, cehaleti ve taassubu “din” zanneden, bu güruh, karanlığı reva görenlere dost, aydınlanmacılara ve kölelikten kurtulmaları için canlarını veren insanlara düşman oluyor, Sivas’ta olduğu gibi en küçük fırsatını bulduklarında da aydınlara kıyabiliyorlardı.

Murtaza DEMİR

1- Mehmet Yıldız, Sivas Emniyet, Asayiş Müdürü. Dava dosyasındaki ifadesi…

2- Sivas Katliamı Kitabı II, Av. Şenal Sarıhan, sh.51
3- İsmini açıklamak istemeyen bir tanık…
4- Veysel Kaymak, Aşık Veysel’li Yıllar, 3. Basım, sh. 104-105
5- Ozan Buz, MEMLEKETHABER