Yolu komünizmle kesişen akım: Rus fütürizmi

"Onların yolunun komünizmle kesişmesini sağlayan, büyük acıların sonunda “üç devrimin başkenti” Petrograd’da sosyalizmin yolunu açan, şu sıralar yüzüncü yıldönümünü kutladığımız Büyük Ekim Sosyalist Devrimi’dir. Geleceği ve yeniyi komünizmde bulan Rus fütüristleri ise, sosyalizmin ve Sovyet ülkesinin kuruluşuna verdikleri gönüllü hizmetleri nedeniyle Mayakovskiy’in şahsında bir kez daha…

soL Kültür – Reşat Bilici

İngiliz Dışişleri Bakanı Sir Edward Grey, 1914 Ağustos’unun başında ofisindeki pencereden dışarı bakıp, “Avrupa’nın dört bir yanında ışıklar sönüyor. Bir daha ömrümüz boyunca onları yanarken göremeyeceğiz,” derken pek haksız değildi. Friedrich Engels’in 1887 yılında yazdığı peygambervari kehanet doğru çıkmış ve on milyonlarca insanın birbirine kırdırıldığı emperyalist savaş nihayet başlamıştı. Sir Grey’in ofisinin de sorumlusu olduğu bu “yeni” durum, aslında bütün dünyanın geleceğini de değiştirecek olan gelişmelerin fitilini ateşliyordu.

Yine çarpıcı bir ifadeyle, Engels, bu büyük yıkımın içinden işçi sınıfının nihai zaferine yol açacak yeni maddi koşulların ortaya çıkacağının altını çiziyordu. Avrupa’yı kana bulayan savaş o denli sarsıcı oldu ki, paylaşım savaşını kendi ülkelerinin burjuva sınıflarının kazanması gerektiğini savunanlarla devrimi ve yeniyi arayanların arasındaki saflaşma da sadeleşti. Yarılma, edebiyatı ve sanatı da etkileyecekti.

Kapitalizmin özellikle 19. yüzyılda biriktirdiği ve o güne dek getirebildiği kurumsallıklar çökmeye başladı. Uluslararası diplomasi yerle bir oldu, savaşla birlikte daha da belirginleşen “kapitalist yol mu, sosyalist yol mu?” gibi yalın bir dikotomi karşısında ilkinden yana tercih yapanların yüzünden İkinci Enternasyonal dağıldı. Savaşa tutunarak ömrünü uzatabileceğini zanneden çürümüş ve yozlaşmış imparatorlukların çökeceğinin işaret fişekleri atılmış oldu. Rusya, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı imparatorlukları ölmeye yüz tutarken, Avrupa’da ve savaşa giren ülkelerde sosyalist devrimler ve burjuva ulusal kurtuluşçuluğu gündeme gelecekti.

Diğer pek çok unsur gibi sanat ve edebiyat da tarih boyunca maddi koşullardan bağımsız kalmamıştı ve bir hayli siyasallaşan edebi akımlar, “çökmüş uygarlıklar” manzarası içinde hangi yöne doğru yol alınması gerektiğini tartışıyordu. Birinci Savaş, cephede hayatını kaybeden şairlere, edebiyatçılara ve aydınlara da tanıklık etmişti ve savaşın getirdiği yıkım, özellikle Batı dünyasının aydınını derin bir karamsarlığa sürüklüyordu. ‘Ölüme Mahkûm Gençlere Ağıt’ şiirini yazan ve ateşkesten bir hafta kadar önce savaş meydanında ölen İngiliz şairi Wilfred Owen’ın çığlıklarını kim unutabilirdi ki?

Öte yanda, belki de Çar Büyük Petro’dan beri “Rus kimdir?”, “Biz kimiz?”, “Rusya nereye yol alacak?” sorularıyla kendini arayan/sorgulayan Rus aydını ve edebiyatçısı da savaşın getirdiği büyük çöküntünün içinde deniz fenerini bulmaya çalışıyordu. “İhtiyar” Hegel’in sözüne atıfla söyleyecek olursak; dünya, kangren olmuş uzuvların lavanta suyuyla iyileştirilemeyeceği[1] bir dönemden geçiyordu. 20. yüzyılın ilk çeyreğinde emperyalist kapitalizmin gövdesinden fışkıran tüm uzuvlar, edebiyat ve diğer sanat akımları üzerindeki devasa etkisini de hissettirecek ölçüde çürümeye yüz tutmuştu. Rus stepleri, o uzuvları “iyileştirmeye” değil, yüzlerce yıldır halkın kanıyla geçinen zorbaların iktidarını tepeden düşürmeye yazgılı olanların yolunu gözlüyordu.

Aydın, bilhassa çöküş dönemlerinin aydını, yıkıntıyla birlikte yok olup gitmek şöyle dursun, yıkıntının içinden “yeni” olanın inşa edilmesine öncülük eden ve bu öncülüğü kitlelere mal etmeyi beceren kişi olarak tanımlanacaksa, henüz yüzyılın başında “Düş görmeliyiz!”[2] diye bağıran ve eserlerini Rus edebiyatının zengin külliyatıyla harmanlayan/besleyen Lenin’in bu çağrısı, yanıt vericilerini bekliyordu.

Yanıt, çok da gecikmeyecekti...

SUYU ARARKEN YOLUNU KAYBEDEN AKIM: İTALYAN FÜTÜRİZMİ

Rus fütürizminin öyküsüne geçmeden önce Avrupa’ya göz atmak yerinde olacaktır. İtalyan fütürizminin doğuşu, doğuma ebelik eden koşullar itibariyle de bir hayli ilginçtir. Özellikle 19. yüzyılın son çeyreği “geriden” gelen kapitalist ülkelerin hızlı gelişimine tanıklık ederken, insanlık tarihinin belki de en “olaylı” yüzyılı olarak addedilebilecek 20. yüzyılın başlarında etkisini göstermeye başlayan elektrik yükü kendisini iyiden iyiye hissettiriyordu. Avrupa’da hemen herkes yakın gelecekte bir şeylerin patlak vereceğini sezinliyor ama kıvılcımın nereden parlayacağını merakla bekliyordu.

İtalyan şairi Filippo Tommaso Marinetti Şubat 1909’da bir İtalyan gazetesinde “Fütürizm Manifestosu” adlı bir bildirge yayımladığında, İtalya yerinden oynadı. “Biz genç ve kuvvetli Fütüristler,” diyordu Marinetti, “geçmişin bir parçası olmak istemiyoruz.” Güç, hız, endüstri, gençlik, estetik, gösteriş, şiddetin yüceltilmesi kavramlarıyla özetledikleri hareketlerini, yalnızca bir edebî/sanatsal akım olarak değil, aynı zamanda sosyo-politik bir yol olarak da kurgulamışlardı. Müzeleri, galerileri ve kütüphaneleri, kısacası tüm geçmişi yıkıp geçmeyi düstur edinmiş bir hareketti mevzubahis olan.

Daha başka bir biçim ve içerikle tartışılmış olmakla birlikte, örneğin marksizmin niçin başka bir ülkede –mesela Britanya’da– değil de Almanya’da doğduğu tartışması gibi, “gelecekçilerin” neden İtalya’da boy verdiği tartışması da ilgi çekicidir. Trotskiy’in bu konuda ilginç bir cevabı vardı:

“Tarihte birkaç kez yinelenen bir olgu, bir kez daha görülüyordu: herhangi bir özel kültür düzeyine ulaşamamış geri ülkeler, ileri ülkelerin gerçekleştirdiklerini kendi ideolojilerinde daha büyük bir güç ve parlaklıkla yansıtıyorlardı. Onsekizinci ve Ondokuzuncu Yüzyılların Alman düşüncesi, İngiltere’nin ekonomik, Fransa'nın da politik başarılarını böyle yansıtmıştı. Aynı şekilde, Fütürizm, en parlak anlatımını Amerika'da ya da Almanya'da değil de, İtalya ve Rusya'da buluyordu.”[3]

Trotskiy’in baştan çıkarıcı önermesi bir kenara ve Rus fütüristlerine geçmeden önce, İtalyan fütüristlerinin özelinde değinmemiz gereken birkaç önemli husus bulunuyor. Yukarıda da değindiğimiz gibi, Ağustos 1914’te savaşın fiilen başlamış olması bütün dengeleri altüst etti, buna yakın geçmişin “aranışçı” akımları da dâhildi. Nitekim Marinetti kendini İtalya ile Avusturya-Macaristan sınırındaki Trentino dağlarında İtalyan askerleri arasında savaş propagandası yaparken buldu. Aralarından bazı gruplar, Fütürist hareketle ilişiklerini kesti. Marinetti ise kaldığı yerden devam ederek, 1918 yılında ‘Fütürist Siyasi Partisi’ adında bir parti kurdu. Trotskiy’in de not ettiği üzere, “burjuvazinin yaşadığı girdabın içinde”, kitle hareketini ve enerjisini kendine çekmeyi başaran faşist hareket, Marinetti’yi de baştan çıkardı. Nihayetinde Fütürist Parti, Benito Mussolini’nin faşist hareketine eklemlendi ve İtalyan faşizminin kurumsal bir parçası hâline geldi. İtalyan fütürizminin akıbetini ise, Gramsci’nin şu satırları özetliyordu:

“Katolikliği seçip İsa üzerine tarihsel bir inceleme yazan Giovanni Papini'nin dışındaki savaş öncesi Fütürizmin başlıca sözcüleri faşist oldular. Savaş sırasında Fütüristler, ‘son zafere kadar savaş’ın ve emperyalizmin en ısrarlı savunucuları oldular. ... Barış anlaşmasından bu yana, Fütürizmin kendi özelliğini tümüyle yitirdiği ve daha sonra ortaya çıkan ayrı ayrı akımlar içinde eriyip gittiği söylenebilir. Genç aydınların hemen hepsi gerici.”[4]

İtalyan fütüristleri, Marinetti (ortada), 1912

EKİME AÇILAN YOL: 'DÜŞ'TEN GERÇEKLİĞE

Vladimir İliç, uzun sayılabilecek bir sürgünlük döneminin ardından Nisan 1917’de ülkesi Rusya’ya döndüğünde, iktidarın Rus sokaklarında, özellikle de Petrograd sokaklarında yattığını söyleyecekti. Son üç-beş yıl içinde tanıklık ettiği sayısız ihanete ve zorluğa rağmen sahip olduğu özgüven, Avrupa’daki koşulları, ülkesinin mevcut durumunu, sınıf savaşımının seyrini, kitlelerin taleplerini ve özlemlerini okuma yetisinden ve elbette bunu kendi şahsında vücut bulan Bolşevik partisinin çelik iradesiyle örtüştürme becerisinden geliyordu. 1917 Haziran’ında bile Bolşevikler toplam 784 delege içinde 105 delegeyle temsil edilirken “Böyle bir parti var!” şeklindeki çığlığı, Birinci İşçi ve Asker Sovyetleri kongresinin toplandığı salonda hâlâ yankılanıyordu.

Eşi ve yoldaşı Nadejda Krupskaya’nın anılarında da gördüğümüz gibi, uyuklamamak için ayakta dolaşarak kitap okuyan bu hülyalı devrimcinin edebiyat alanındaki yetkinliği de tartışılmazdı. Öyle ki, her ne kadar Rus devrimci hareketine katılan genç kuşakları devrimci demokrat geleneğin dilinden sıyırıp “başka bir yol”a, marksizme angaje etmek için hareketin geneli içinde ödünsüz bir mücadele vermiş olsa da, yüzyılın hemen başında bir anlamda partisinin yapıtaşını oturttuğu eserine Çernişevskiy’den esinlenerek ‘Ne Yapmalı?’ adını vermekten de geri durmamıştı.

Lenin’in Ne Yapmalı? adlı eserinin orijinal kapağı

Kısaca ‘Halkın Dostları’ olarak bilinen eserindeyse, kadim devrimci Çernişevskiy için “Her sosyalistin bir şair, her şairin de bir sosyalist olduğu bir zamanda yaşadı,”[5] diyecekti. Bizim burada bundan söz etmemizin sebebi ise şudur: Fütüristlerin özellikle ilk çıkış döneminde de gördüğümüz gibi, onlar “yeni”yi ve “geleceği” kurmak için geçmişin tamamen silinmesi türünden çocuksu ve naif bir konseptle hareket ediyorlardı. Lenin ise, Rus devrimci hareketinin geçmişini yok saymak şöyle dursun, onu bilimsel bir zemine oturtuyor, marksizmin yasalarını Rusya’da kurduğu bu yeni zeminin üstüne inşa ediyordu. Bu bir anlamda “içererek aşma” durumuna örnek olduğu için, Rus fütüristlerinin gelişim evrelerini görmek açısından da not edilmelidir.

RUS FÜTÜRİZMİNİN TARİHSEL SEYRİ

Modern Rus tarihinde birkaç yüzyıla yayılan arayış dönemi, 19. yüzyılda başta Dekabrist Ayaklanması olmak üzere pek çok tarihsel olaya tanıklık ederek nihayet 20. yüzyıla uzanmıştı. Modern proletaryanın büyük kentlerde yerini aldığı Rus Çarlığı, içinden çıkılamaz bir kriz ve devrimci durum dönemine girecekti. İşçi grevleri, köylü ayaklanmaları ve askerî isyanlarla sarsılan Rus İmparatorluğu, Rus liberalleri, anayasal monarşistler, köylü temsilcileri ve işçi sınıfının sesi olan marksistlerin siyaset alanında yer aldığı bir zaman diliminde ortaya çıkan 1905 Devrimi’ni ancak 1907’de Stolipin’in önayak olduğu Haziran Darbesiyle yenilgiye uğratacaktı.

Rus fütüristleri, Çarlık otokrasisinin kendini restore etmeyi başardığı ve tarihe “Reaksiyon dönemi” olarak geçen gerici sürecin sonlarında, 1912 tarihinde ortaya çıktılar. Burliyuk, Kruçyonıh, Hlebnikov ve Mayakovskiy’den oluşan dört kişilik grup, “Halkın Beğenisine Şamar” adını taşıyan bir bildirgeyle yola çıktı. “Geçmiş boğucudur. Akademi ve Puşkin, hiyerogliften daha anlaşılmazdır. Puşkin, Dostoyevski, Tolstoy vb. gibilerini Modernitenin Gemisinden atın denize” gibi ifadelerin yer aldığı yola çıkış metni, başlangıçta Marinetti’nin ve İtalyan fütüristlerinin yoğun etkisi altında olduklarını gösteriyordu. Her ne kadar verili kurumsallığı, literatürü, burjuva değerlerini ve hatta genel anlamda Rus entelijansiyasını karşılarına almış olsalar da, henüz Leninist anlamda bilinçli proleter devrimciliğinden ziyade bir tür küçük burjuva bohem nihilizmini çağrıştıran bir metindi bu.

Rus fütüristleri, 1912. Soldan sağa: Kruçyonıh, D. Burliyuk, Mayakovskiy, N. Burliyuk, Livşits

Rus fütüristleri, alışılageldik gramer ve yazım kurallarına, noktalamaya uymayacaklarını ilan ediyor, şiirin ölçülerini “kılavuz” kitaplarında aramayacaklarını söylüyorlardı. İmgede sonsuz özgürlükten, şiirde konuşma dilinden ve sözcüklerin ozanın yaratıcı devinimine göre bir söylence gibi akıp gitmesinden yanaydılar. Kendilerini, “yeni yaşamın yeni insanları” olarak görüyorlardı. Mayakovskiy, tanrıyı, kilise kurumunu ve “melek takımı” adını taktığı şımarık burjuvaları ve aristokratları yerden yere vurduğu devrim öncesinin meşhur eseri ‘Pantolonlu Bulut’ şiirinde, bir anlamda Rusya’nın devrime yazgılı olduğunu öngörüyordu:

görüyorum kimsenin görmediği birinin

zaman dağlarında yürüdüğünü.

İnsanın dar görüşünün durakaldığı

bir yerde. O dikenli devrim tacıyla

geçip kafasına aç sürülerin

ilerliyor bindokuzyüzonaltı yılı.[6]

Yalnızca şiirde kurdukları yeni biçimde ve imgedeki üsluplarıyla değil, hitabetlerindeki o kendilerine has üslupları, kılık kıyafetleri, heyecanlı halleriyle Rusya’da “geleceği” kurmak istiyorlardı. Dürüst, samimi, içten ama bir o kadar da toy, naif ve çocuksu. Bununla birlikte, İtalyan fütüristleriyle olan farkları, zamanla çok daha belirginleşecek ve bambaşka bir yol tutturacaklardı. Yollarının devrimle ve ardından komünizmle kesişmesine zemin hazırlayan sübjektif ve objektif koşullar ortadaydı. Ya devrimcileşecekler ya da yok olacaklardı. Bir kere mistik bir dünyada yaşayan ve edebiyat yapan Rus entelijansiyasına daha baştan bayrak açmışlardı; ne savundukları ilkeler, ne de sahip oldukları sınıfsal konum varlıklı burjuva bohemlerinin yanında yer almalarına olanak tanırdı.

İkincisi, Rusya’nın içinde bulunduğu siyasal kriz, özellikle Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle birlikte iyice derinleşmiş ve içinden çıkılmaz bir hâl

almışken, hepsi politikleşmiş birer karakter olan Rus fütüristleri, “gelecek” tahayyüllerinde tutunacakları bir politik doğrultuya gereksinim duyuyordu. “Egemen” edebiyat kanonlarını reddetmiş bir akım, “yeni” edebiyatı nerede ve nasıl kurabilirdi? Geçmişe ve geleneklere dönük abartılı bir yadsıma; pekâlâ, ancak Rus işçisi ve köylüsü geçmişin edebiyatını, Puşkin’i bilmiyordu ki, yerine konulacak o “geleceğin” edebiyatının ne olduğunu bilsin? Bütün bu sübjektif ve objektif koşullar, hâlihazırda yozlaşmış düzene, kurumlara ve kiliseye karşı çıkan Rus fütüristlerinin başından beri sahip olduğu iyi niyetle ve tercihlerle birleşince, akımın devrimci bir eksende seyir izlemesi de kaçınılmaz olmuştu.

Rus fütüristlerinin gelişimini netlikle görebilmek için, modern devrimler tarihinden Rusya’ya uzanmak da gerekiyor. Her ne kadar politik anlamda durduğu yer ve sınıfsal kompozisyonu farklı olsa da Fransız Devrimi’nin en iyi analistlerinden biri olan Tocqueville’in sözleri, modern devrimler tarihine ilişkin genel bir soyutlama sunuyordu:

“Devrim’in ... dünyayı hiç beklenmedik bir anda yakaladığı doğrudur ve bununla birlikte en uzun sürmüş bir çabanın tamamlayıcısı, on insan kuşağının üzerinde çalışmış olduğu bir yapıtın ani ve şiddetli bitimidir. Eğer olmamış olmasaydı da eskimiş toplumsal yapı her yerde, burada daha önce orada daha sonra, çöküp dağılmaktan geri durmayacaktı; yalnızca birdenbire yıkılacak yerde parça parça dökülmeye devam edecekti. Devrim, uzun sürede yavaş yavaş ve kendiliğinden tamamlanacak olan şeyi, ihtilaçlı ve ızdıraplı bir çabayla, geçiş olmaksızın, önlem olmaksızın, hiçbir şeye aldırmadan aniden tamamlamıştır. Yaptığı iş bu olmuştur.”[7]

Fransız Devrimi’nde halkın üstyapıya dönük muazzam öfkesinde, üretim biçimi ve ilişkilerinin değiştiği bir çağda tepede duran asalak tabakanın siyasi iktidarı hâlen elinde tutuyor olmasının da payı vardı. Onlarca yıl geriye gitmeye gerek duymaksızın; Rusya, 1904-05 tarihi itibariyle Rus-Japon savaşıyla birlikte olağanüstü bir döneme girmişti. 20. yüzyılı baştan aşağı değiştiren son iki Rus devriminin temelinde, hâlihazırda bitmekte olan ömrünü dünya savaşıyla uzatabileceğini sanan köhne Rus İmparatorluğu’nun âciz koşulları yatıyordu. Rusya, devrimin gerçekleşmediği her gün daha da çürüyordu ve Tocqueville’in Fransa için söylediği gibi, Rus Çarlığı öyle veya böyle dağılmaya yazgılıydı.

Devrimci dönemler tarihin hızlandığı dönemlerdir. Rus fütüristleriyse, hem çıkışları, hem varlık sebepleri, hem de geleneksel kalıplara ve “hâkim” entelijansiyaya bayrak açmış olmaları nedeniyle doğal olarak devingendiler. Onlardan “oturmuş” bir periyodun kanonik akımı gibi hareket etmeleri beklenemezdi. Zaten ne böyle bir beklentileri vardı, ne de tarihsel koşullar buna uygundu. Rusya’da tarih bir kez hızlanmıştı ve Rus fütüristleri parçası olabilecekleri bir “yeni”nin peşindeydiler. Artık kapitalizmin çağdaş dönemini, adlı adınca emperyalizm dönemini göz önünde bulunduracaksak, soru(n), modern Rus tarihinde hangi modern sınıfın yanında saf tutulacağıydı. Hâlihazırda aristokrasiye ve burjuvaziye cephe alan fütüristler, elbette Rus emekçi sınıflarının yanında yer alacaklardı. Lenin’in çağrısı karşılıksız kalmayacaktı.

Rus fütüristlerinin kaderinin Devrim’le koşut bir biçimde ilerlemesi, eşyanın tabiatına uygundu. Her devrimin filizlendiği çağa ve tabii ki yaslandığı sınıfsal zemine göre farklılık göstermesi bir yana, devrim dönemlerine ilişkin evrensel bir kural vardır: Devrim, tüm toplumsal fenomenler içinde en sadeleştirici olgudur. Devrim dönemlerinde arada kalın(a)maz, ya devrimci olunur ya da karşıdevrimci. “Arada” durduğunu iddia edenlerse silinip giderler, hiçbir hükümleri yoktur. Bu anlamda, Rus fütüristlerinin görkemli temsilcisi Vladimir Vladimiroviç Mayakovskiy’in Ekim Devrimi sırasında sarf ettiği sözler her şeyi apaçık ortaya koyuyordu:

“Üye olmalı mı, olmamalı mı? Böyle bir sorun yoktu benim için (Moskovalı başka fütüristler için de). Kendi devrimimdi bu.”[8] Anılarını kısa cümlelerle not düştüğü ‘Ben, kendim’ adlı yaşamöyküsünde, Şubat ayına ilişkin geçtiği not kendinden emin bir hava içeriyordu. Rus Çarlığı’nın henüz yenice tarihe karıştığı o günlerde bile, “yakında sosyalistlerin, Bolşeviklerin geleceği besbelli, kaçınılmaz,” diyecekti.

EKİMDEN SONRA RUS FÜTÜRİZMİ VE SONUÇ

Devrimlerin bir diğer genel geçer kuralı da, eski ve yeni rejim arasına keskin bir çizgi çekmesi değil midir? Devrimle birlikte hiçbir şey, “eski” ile “yeni” ve geçmişte kalanla güncel olan arasındaki net tanımlamalardan kurtulamaz. Eskide kalan elbette tarihin sayfalarından silinip gitmemiştir ama devrim, arkada kalanı bugünle ve gelecekle kurduğu nispi ilişki bağlamına yerleştirecektir. Evet, Puşkin artık ölüdür fakat devrimci Rusya onu kendi geçmişi, anı ve geleceği bağlamında diyalektik bir biçimde yeniden kurmalıdır.

Devrimci dönemlerde devrimci olanların, edebiyatçılar dâhil, hissettiği devrimci heyecanla bilinçli komünist öznenin devrim perspektifi arasındaki açı, ilkinin eylem ve tercihleriyle, ikincisinin de özne olarak kurduğu tahakkümle daralır veya genişler. İlkinde devrimci coşku ağır basarken, ikincisinde yıkma ve kurma ediminin bütünsel bir biçimde baskın çıktığı bilinçli bir perspektif vardır. Özne, tarihselliğin, güncelliğin ve gelecek kurgusunun merkezine yerleşir. Özne, Rusya özelinde konuşuyorsak, insanlık tarihinin gelmiş geçmiş en başarılı iradi hareketi olan Bolşevizmdir. Doğal olarak özne-merkez’in projeksiyonunda edebiyatın da rolü vardır.

“Kahrolsun partisiz yazarlar! Kahrolsun edebi süpermenler! Edebiyat, proletaryanın ortak davasının bir parçası, tüm işçi sınıfının siyasal açıdan bilinçli yekpare öncüsü tarafından harekete geçirilen biricik bir büyük Sosyal-Demokrat mekanizmanın ‘dişlisi ve vidası’ olmak zorundadır.”[9]

Lenin bunları söylerken yıl henüz 1905’tir. Lenin’e özgü o “sert” ama gerekli çıkışlardan biridir bu. Yalnızca Rus polisinden değil, sermayeden, kariyerizmden ve dahası burjuva-anarşist bireycilikten bağımsız bir yayıncılık sistemi kuracaklarını ve yayıncılık alanının ancak bu şekilde gerçek özgürlüğe kavuşacağını söyler. Yaşamın içindeki her unsur gibi, edebiyat da bilinçli komünist öznenin ve mücadelenin bir parçası olmak durumundadır. Sosyalist devrimden başka bir alternatifi asla göz önünde bulundurmayan o çelik iradenin edebiyata olan yaklaşımı başka nasıl olabilirdi ki?

Rus fütüristleri, süreç içinde devrimci bilinçlerinde büyük aşamalar kaydettiler ve dahası yukarıdaki soruya olumlu bir yanıt verdiler. Günümüzde bile, bazı burjuva ve/ya sözde “tarafsız” edebiyat eleştirmenleri, Rus fütüristlerinin Ekim Devrimi’nden sonra bağımsızlıklarını yitirdiklerini ve Sovyetlerin devasa propaganda aygıtının parçası haline geldiklerini yazıp çiziyorlar. Bu ne saçmalık, bu ne küstahlık! Zaten harap olmuş, çökmüş Rusya devrimden sonra doğrudan emperyalistlerle ilişkili yerli karşıdevrimcilerin basıncını püskürtmek için patlak veren iç savaşla boğuşurken, başta Mayakovskiy olmak üzere genç aydınların ülkenin tüm sömürücülerden ve Çarlık artıklarından temizlenmesi mücadelesinde proletarya iktidarının sıra neferliğine koşmasını anlamayanlar, hangi “bağımsızlık”tan, hangi “yeni”den ve hangi “kuruculuk”tan söz edebilir?

Eşitiz bizler           
        şairler ve teknisyenler.
Vücut ve ruh emekçileriyiz                  
                aynı kavganın içinde
Ve ancak ortak emeğimizle                 
                bezeriz evreni                                     
                       marşlarımızı gümbürdeterek.
 
Mayakovskiy’in ‘Şair İşçidir’ şiiri, “tarafsız” aydınların çağrılarına doğrudan cevap niteliği taşıdığı için de önemlidir. Devrimin ve komünizmin sesi ve şairi olmak ise, bir aydının ulaşabileceği en onurlu “koltuk”tur. Yeni toplumun inşası: Mayakovskiy’i Sovyet Rusya’nın ilk devlet haber ajansı olan ROSTA için ajit-prop afişleri hazırlamaya teşvik eden işte budur. Sosyalizmin kentlerinde sanat, emekçi halkın içinde yer tutacak, yaşamın aktığı her yerde nefes alıp verecektir.

Rus gelecekçileri, Rus inşacıları (konstrüktivistleri), yeni Sovyet sinemacıları, Rodçenko’lar, Mayakovskiy’ler için sanat ve edebiyat, yalnızca kimi seçkinlerin erişebildiği alanlarda dar bir çevre içinde üretilmeyecek; bilakis sosyalizmin yeni kentleri, birer opera ve tiyatro vazifesi görecektir. İçinde Mayakovskiy’in de olduğu Sanatta Sol Cephe akımının mottolarından olan “Sokaklar fırçamız, meydanlar paletimizdir” sloganı, bu temel üzerine kuruludur. Onların yolunun komünizmle kesişmesini sağlayan, büyük acıların sonunda “üç devrimin başkenti” Petrograd’da sosyalizmin yolunu açan, şu sıralar yüzüncü yıldönümünü kutladığımız Büyük Ekim Sosyalist Devrimi’dir. Geleceği ve yeniyi komünizmde bulan Rus fütüristleri ise, sosyalizmin ve Sovyet ülkesinin kuruluşuna verdikleri gönüllü hizmetleri nedeniyle Mayakovskiy’in şahsında bir kez daha tebrik edilmelidir.


 
“Sendikaları güçlendir”, 1921

“Ukraynalılar ve Ruslar, emek hırsızı para babalarına karşı birleşti”, 1920

Not: Aşağıdaki kayıtta, Mayakovskiy’in 1920 tarihli, kısaca ‘Sıradışı bir macera’ diye çevirebileceğimiz şiirini kendi sesinden dinleyebilirsiniz. Kitleleri heyecanlandıran bir tarzla şiir okuduğu bilinen Mayakovskiy’in bu ses kaydı, aklımıza komünist ozanımız Nâzım Hikmet’in şiir okuma tarzını getirebilir. Bazı şiirlerinde başta Mayakovskiy olmak üzere Rus fütüristlerinin etkisini hissettiğimiz Nâzım’ın ses renginde gördüğümüz gibi, Mayakovskiy’in sesinden de Rus fütürizmine özgü o “kırık mısra” ve “merdiven basamakları” şeklinde ilerleyen dizelerin tadını alabiliyoruz. Kısa ve hatta tek sözcüklük dizelere yapılan vurgular, kayıttaki ses ahenginden de anlaşılmaktadır.

https://www.youtube.com/watch?v=WNmawGDlB7k&t=69s

[1] Hegel, bu meşhur ifadeyi 1802 tarihli “Alman Anayasası” çalışmasında kullandı. Devamında şöyle diyordu: “Çürümeye yüz tutmuş bir yaşam, ancak en şiddetli araçlarla yeniden düzene sokulabilir.” Bkz. https://www.marxists.org/reference/archive/hegel/works/gc/ch02.htm

[2] V.İ. Lenin (1998). “Ne Yapmalı? Hareketimizin Canalıcı Sorunları”, Sol Yayınları, s. 184

[3] Leon Troçki (1976). “Edebiyat ve Devrim”, Köz Yayınları, s. 116.

[4] a.g.e., s. 148-149.

[5] V.I. Lenin (1970). “On Literature and Art”, Progress Publishers, s. 243.

[6] V. Mayakovski (1986). “Şiirler”, Varlık Yayınları, s. 56.

[7] Alexis de Tocqueville (1995). “Eski Rejim ve Devrim”, Kesit Yayıncılık, s. 59.

[8] V. Mayakovski (1986). “Şiirler”, Varlık Yayınları s. 136.

[9] Lenin (1965). Collected Works, Progress Publishers, “Party Organization and Party Literature” içinde, Cilt 10, s. 44-49.